Düşünmekle düşlemenin iç içe girmiş hali… Kitabın sonunda her şeyin ve herkesin bir düşten ibaret oluşu ve sarmal bir anlatım.. Kitap okuma tarihimde bir ilktir kitabın sonuna gelip tam olarak algılayamadığımı düşündüğüm için tekrar başa dönmek dolayısıyla kitabı aralıksız iki kez okumuş olmak.
Kitaptaki olaylar Osmanlı’nın en parlak dönemlerinde geçtiği için kitabın dili eski Türkçe-Osmanlıca karışımı terimlerden oluşuyor bu yüzden okurken zorlanabiliyorsunuz. Ama ortalardan itibaren olaylar zincirini takip ederken bu dile alışıyorsunuz.
Kitap uzun cümleler içeren betimlerden oluşuyor. Bu konuda aynı hissi Orhan Pamuk / Kafamda Bir Tuhaflık eserinde İstanbul’un son 40 yılını yaşamış kadar okuyucuya yansıtır. İhsan Oktay Anar’ın bu eserinde de Kostantiniye’nin her köşe bucağını o dönemde yaşamış hissine kapılırsınız. Kitapta olaylar sadece başkahraman üzerinde dönmüyor yan karakterlerde kitapta bir o kadar etkili. Çünkü Onar; kahramanlarını tarihsel kişiliklerden seçerek farklı rollerde gerçeğe uyarlamış. Bir Efrasiyab karekteri vardır mesela, İran destanı Şehnâme'nin kahramanlarından Efrasiyab Alper Tunga’nın ta kendisidir. Bilme arzusunun esiri Ebrehe karakteri Yemen’de, Habeşistan Krallığına bağlı Hıristiyan bir valiydi ve Kabe’ye fillerle saldırdığı Kuran-ı Kerimde geçmektedir. Uzun İhsan Efendi’de yazarın kendisinden başkası değildir. Arap İhsan’ın verdiği kitabın çevirmesini yapan Rendekar karakterinin çevireme olarak söylediği “düşünüyorum öyleyse varım” sözü Rene Descartes’e aittir.
Yazarın felsefe bölümünden master ve öğretim üyeliği yapmış olmasını baz alırsak kitabın Tarihi-felsefik ve fantastik bir kurgusu var diyebilirz. İçinde çoğu ibretlik olmak üzere küçük hikayelere değinmiş bu masalsı anlatım kitabı okurken okuyucuda merak, heyecan ve öz kültürümüzü benimseme, sahip çıkma duygusu uyandırıyor. Yazarın zekâsına, hayal gücüne, bakış açısı ve betimlerine hayran kaldığımı söylememe gerek yok sanırım ama Anar’ın, 2009 yılında Erdal Öz Edebiyat Ödülü'nü almış olmasını, imza günlerine katılmayıp medyatik görünmekten uzak, tanıyan arkadaşların dediğine göre mütevazi bir kişilik oluşunuda atlamayalım
Kitaptan altını çizdiklerim:
- Bu dünyada insanların korktuğu tek şey öğrenmekti. Acıyı, susuzluğu, açlığı ve üzüntüyü öğrenmek onların uykularını kaçırıyor, bu yüzden daha rahat döşeklere, daha leziz yemeklere ve daha neşeli dostlara sığınıyorlardı.
- Yaşanılanlar, görülenler ve öğrenilenler ne kadar acı olursa olsun, macera insanoğlu için büyük bir nimetti. Çünkü dünyadaki en büyük mutluluk; bilmek ve bu Dünya’nın şahidi olmaktı.
-Sence tabiatta etki eden kuvvetler içinde en büyüğü hangisi? Doğru cevap akıl. Ateş dediğimiz güç nasıl ki odunla beslenirse akıl da bilgiyle beslenir.
- Buna göre ölüler nasıl ki ışığı görmezlerse, yaşayanlar da karanlığı ölüler kadar iyi göremezlerdi
- Zaten görülen ve görülmeyen bütün düşler, bu karanlığın ta kendisi değil miydi?”
- Düşündüğüm için ben var değilim, sizler varsınız. Sizler benim zihnimdeki düşüncelerden ibaretsiniz.
- Ben de düşünüyorum dolayısıyla varım, ama kimim? Galata'da, yelkenci hanı bitişiğinde ikamet eden uzun ihsan efendi mi, yoksa bugünden tam üç yüz sekiz yıl sonra, sözgelimi İzmir'de oturan mahzun ve şaşkın adam mı? Hangimiz düş ve hangimiz gerçek?
-Her şey ben ve benim düşüncelerimden ibaret olsa da bu dünyada yaşamak zevkli bir şey." diyordu, "Sen! Oğlum! Sen benim zihnimde bir düş, bir düşüncesin. Bana şu anda dokunuyorsun. Ama ben sana dokunamıyorum. Çünkü düşlere dokunmak mümkün olabilir mi?"