Enteresan bir kitap, bir o kadar da sürükleyici. Başlarda David'in tutumu bana Camus'nün Yabancı'sını hatırlattı. Ama sonradan sonraya David'in aslında çoğumuz gibi alelade arzularının, alelade avunmalarının olduğunu fark ettim. Kast ettiğim genç bir kızı arzulaması değil. Arzulamayı arzulaması. Bu sayede acziyetini gidermeye çalışması, bir şekilde avunup hayata tutunmaya çalışması. Hatta bunu zaman zaman kabul etmesine rağmen, temelli bir inkar halinde olması. Bağımlılıkların temelinde de evvela bir şeylerin üstünü kapatma çabası yok mudur? Acıların, anıların, geçmişin, stresin, tutunamayışın... Ve bu düşkünlükler sadece sigara, alkol gibi şeylerle sınırlı değildir. Cinselliğe de düşkün olabilir insan, David gibi. Ve bunun için işinden dahi olabilir, hatta kılını kıpırdatmadan, David gibi.
David karakteri, anlamakta zorluk çekilecek ve ötelenecek bir karakter gibi dursa da aslında monologları, ruhunun kirlilikleri, akademisyen de olsa iç dünyasıyla asla bir baltaya sap olamayacak olması lâkin tüm bunlara rağmen Lucy'yi sarıp sarmalayışı ve babalık yaparken(her ne kadar kendisi bunu yapamadığını düşünse de) gösterdiği tavırları, hayvanları neredeyse bir "eşya" olarak gören söylemlerine rağmen ölülerine dahi saygı, hatta fazlaca saygı duyuşuyla, kısacası tüm tenakuzlarıyla içimizden biri.
"Öyle bir utanca bulandım ki, bundan kendimi kurtarmam pek kolay olmayacak. Benim yadsıdığım bir ceza değil bu. Verilmesin diye sızlanmıyorum. Tam tersine, her gün yaşıyorum bunu, utancı varoluş konumum olarak kabul etmeye çalışıyorum. Belli bir süreyle sınırlanmadan, utanç içinde yaşamam Tanrı için yeterli mi sizce?"
Ve Lucy'nin dünyası... İşte o içimizden biri değil. Hayata bakış perspektifi anlaşılmakta güçlük çekilecek bir karakter. Susarak mücadele eden, belki de pasif direnen. Yine de direniş, direniştir be Lucy, bilhassa Afrika gibi bir yerde kimse böyle direnemezdi.
Güzel kitaptı, çok güzel.