https://illekitap.blogspot.com/2020/01/m-lemariz-yoksun-hissiz-3.html
Vee Hissiz Serisinin son kitabı Yoksun'da okundu. Öncelikle söylemeliyim ki her bir kitabını çok severek okuduğum bir seri oldu ve niye bunca zamandır okumamışım onu sorgulamama neden oldu. Okumadıysanız mutlaka okuyun derim ben.
Yazarımızın okuduğum 4. kitabıydı. Bu serinin haricinde bir historical romansını okumuştum. Ve bu dört kitap sonucunda fark ettim ki ülkemizde gayet güzel, akıcı, sıkmayan, gereksiz tripler yazmayan, arkadaşlığa ve aile ilişkisine değinen kurguları konu alan yazarlarımız var. Onlardan birini tanımış olmak çok güzeldi. Yeni kitabı Zambak Baharı'nı da tez zamanda okuyacağım. Umarım diğer kitapları da yeni basım yapar onları da okurum.
Şimdi Yoksun'un yorumuna değinmeden önce sizler için kısaca konusunu anlatayım. Diğer kitaplardan tanıdığımız Marcus Valerian ile Buzlar Kraliçesi Josephine Kensing'in hikayesini okuduk. Josephine'in yaşlı ve hasta eşi ölür ve onun cenaze töreninde üvey oğlunun tepkileri ile zor durumda kalan Josephine'e yardımcı olarak onu oradan kaçırır ve kendi çiftliğine götürür. Zaten Josephine ile Marcus arasındaki çekimi diğer iki kitaptan biliyordum ve burada da aralarındaki çekim ve arzu ardına saklanmış aşkta yavaş yavaş kendini gösterirken Josephine ile Marcus sadece duygu olmaksızın birlikte olma anlaşması yaparlar. Ancak birbirlerine hissettikleri duygular kendini gösterirken işin içine giren kıskançlıklar, zayıflıklar, skandallar güzel olan her bir anı bozar. Büyük bir sınava tabi tutulan Josephine ve Marcus'un aşkını okurken diğer yandan Alexander ve Adrian'ın da ailelerini ve arkadaşları için yaptıklarını okuyoruz.
Özellikle Alexander ve Adrian'ı okumak çok güzeldi. Doyasıya güldüğüm ve eğlendiğim sohbetleri oldu ikilinin. Sadece onların ailelerini ve ilişkilerni de daha fazla okusaydık istedim.
Marcus'un içindeki savaşlarına rağmen Josephine'in yanında yakaladığı huzuru ve mutluluğu okumak çok güzeldi. Josephine'e yaklaşımı, ona karşı olan hislerine tavrı, sahipleniciliği, kıskançlığı her şey çok güzel kurgulanmıştı.
Aynı şey Josephine tarafından da geçerliydi. Hep tanıdığımız o Buzlar Kraliçesi tavrının altında yatan gerçek kadını okumak ve öyle bir sırhın arkasına saklanmasındaki sebepleri görmek ve onu anlamak tam da beklediğim şeydi. En güzeli de en zayıf olduğu anlarda Marcus'a tutunması ve Marcus'un da onun yanında olması süperdi.
Keon ile Marcus arasındaki dalaşma ise kitabın en eğlenceli yanlarıydı bir de Alexander ile Adrian'ın Marcus'a duygularını kabullenmesi yönünde yaptığı söylevlerde öyleydi.
Daniel ve Yağmur'un sonundaki atılımı... açıkçası beklemekle beklememek arasında kaldığım bir detaydı ve Daniel'in de mutlu olması kitaba ya da bu seriye yakışan son oldu.
Kitabın son sayfalarını okurken hep olayları yaratan ve Alexander'ın ve Adrian'ın hayatını hedef alan olay döngüsünün üstünün kapatıldığını, geçiştirildiğini düşünmüştüm. İtiraf etmek gerekirse son 100 sayfayı okurken içimden de geçirdim eğer o kısmı sonlandırmazsa kitaptan bir puan kırarım diye ama yazarımız beni şaşırttı ve o konuyu da çok güzel bir manevrayla sonlandırdı. Hep Fane'den işkillenmiştim ve haklı çıktım. :)
Ama şu koca kitabın en favori sahnesi de benim için kitabın son bölümü oldu. Evet evet son bölümü. Adriano ve Angel'ın konu aldığı o son bölüm. Alexander, dostum küçük meleğin artık başka bir adamın meleği dedim okurken. Ve Adrian'ın haklı çıkması da süperdi. Alexander ile Adrian birbirini hiçbir kan bağı olmamasına rağmen kardeş gibi görüyorlardı ama artık resmi olarak dünürler :) süperdi o kısım ya bayıldım.
Neyse çok uzatmayayım yorumumu, ben bu seriyi beğendim, okumayanlara da tavsiye ederim mutlaka okuyun. Ancak sırayla okuyun çünkü olay bütünlüğü var seride her ne kadarda her kitap başka bir karakteri anlatıyor olsa da...