“Kopmak zordur,” der Nietzsche, “bir bağı ortadan kaldırmak acı vericidir.Fakat çok geçmeden yerine yeni bir kanat çıkar.” Nietzsche’nin hayatı böyle ayrılmalardan, kopmalardan ve tecritlerden oluşacaktı.
Nietzsche yorulmak nedir bilmeyen hatırı sayılır bir yürüyüşçüydü. Sık sık yürüyüşten bahsederdi. Açık havada yürüyüş yapmak, Nietzsche külliyatının doğal bileşeni, yazarlığının da değişmez refakatçisiydi.
Tırmanan beden güç harcar; sürekli baskı altındadır. İrdeleme hâlindeki düşüne yardım eder, biraz daha ileriye, biraz daha yükseğe iter onu. Enerjiyi heba ederek değil, enerjiyi harekete geçirerek ilerlemek, ayakları yere sağlam basıp bedeni yavaşça kaldırmak, sonra da dengeyi yeniden tutturmak önemlidir. Düşünde söz konusu olan, çok daha inanılmaz, duyulmamış, yeni bir fikre ulaşmaktır. Yani önemli olan irtifa kazanmaktır. Bazı düşünceler düzlüklerin ve kederli kıyıların altı bin adım yukarısında akla gelir sadece.
“İnsanın ve zamanın altı bin adım ötesinde.”
(Frédéric Gros, "Niçin Bu Kadar İyi Bir Yürüyüşçüyüm", Yürümenin Felsefesi)
“Sadece bir yayayım ben,” demişti. Hayatı boyunca yürüdü Rimbaud, bıkıp usanmadan, tutkuyla.
Yürümek ve ilerlemek için öfke gerekir. Rimbaud’da da her zaman bir coşku nidası, bir nevi öfkeli neşe mevcuttur.
Hadi gidelim; şapka, palto, yumruklar ceplerde ve çıkıyoruz yola.
Tam yol ileri!
Hadi gidelim!
Ve yürürdü.
Öfke gerekir terk eylemek ve yürümek için. Dışarıdan gelen bir şey değildir bu. Enginliğin çağrısına kapılarak, bir gerçeklik vaadine ya da kışkırtan bir hazineye doğru yürümek değildir mevzubahis olan. Daha ziyade içeriden gelen bir öfkedir bu. Burada olmanın acısı, bir yerde durmanın, yaşarken gömülmenin, kalmanın imkansızlığı hissedilir karın boşluğunda. “Sizin oralarda hava kötü,” diye yazar Rimbaud Harar’ın dağlarından. “Sizin oralarda kışlar çok uzun, yağmurlar çok soğuk. Ama bizim buralarda, Habeşistan’da bu sefillik ve can sıkıntısı
dayanılacak gibi değil, bu hareketsizlik usandırıyor insanı: Okuyacak hiçbir şey yok, konuşacak kimse yok, kazanacak bir şey yok.”
Burası dayanılmaz. Burada bir gün daha kalınamaz. Burası “iğrenç”.
Gitme zamanıdır, “Tam yol ileri!” Çıkılacak bütün yollar; güneşe, daha fazla ışığa çıkan bütün yollar güzeldir. Şüphesiz oralar da daha iyi değildir ama en azından buradan uzaktırlar. Oraya varmak için yol gerekir. “Yumruklarım delik ceplerimde.” Burası olmayan tek yer gerçekten de sadece yollar, patikalar ve raylar üstündedir.
Nereye gidersek gidelim, hoşçakal burası...”
(Frédéric Gros, "Kaçma Arzusu Rimbaud", Yürümenin Felsefesi)
“Öfkenin, beyhudeliğin ifadesi olarak yürümek. Yola koyulmak, ayrılmak demektir: geride bırakmak. Yürüyerek yola çıktığınızda, diğer ulaşım yöntemlerindeki gibi ha deyince geri dönemezsiniz; yürümek geri dönüşü olmayan bir şeydir. Yola çıktığınızda hem kaygılı hem neşelisinizdir.”
(Frédéric Gros, "Kaçma Arzusu Rimbaud", Yürümenin Felsefesi)
“Yürüyüşten hakkıyla keyif alabilmek için yalnız olmak gerekir. Yürüyüşe yalnız çıkılmalıdır, çünkü yürürken özgürlük elzemdir!”
(Frédéric Gros, "Yalnızlıklar", Yürümenin Felsefesi)
“Sessizlik, ekseriyetle, karşılaştığım insanlardan daha fazla şey öğretiyor bana. Yalnızlıklar nasıl muhtelifse, sessizlikler de muhteliftir.”
(Frédéric Gros, "Sessizlikler", Yürümenin Felsefesi)
“Robert Louis Stevenson Travels with a Donkey in the Ce-vennes'in [Eşek Sırtında Cevennes Yolculuğu] “A Night Among the Pines” [Çamlar Arasında Bir Gece] başlıklı bölümünde, gece iki civarında ansızın uyanır ve bu hadisenin dışarıda uyuyan bütün canlı varlıkları etkilediğini görür. Ona göre küçük bir kozmik gizemdir bu: Toprağın bedenlerimizin içinden geçen ürpertisi midir? Gecenin hız kazandığı bir an mıdır? Yıldızlardan gelen görünmez bir çiy midir? Cevap ne olursa olsun, baş döndürücüdür bu an; sessizliği müzik gibi işitiriz, veya daha ziyade başımızı kaldırdığımızda yıldızların şarkısını gayet net duyarız.”
(Frédéric Gros, "Sessizlikler", Yürümenin Felsefesi)
“Yürümenin sessizliğinde, yürümekten başka bir şey yapmadığınız için kelimeleri kullanmayı bıraktığınızda (bu noktada yürümeyi -girinti ve çıkıntılar, taş çeşitleri, yamaçların biçimleri, bitkilerin isimleri ve faydalarına ilişkin- adlandırmalar ve açıklamalarla yeniden kodlayan, detaylandıran, vurgulayan; gördüğümüz her şeyin bir adı,duyumsanan her şeyin bir grameri olduğu algısını yaratan gezi rehberlerinden sakınmak gerekir), o sessizlikte daha iyi işitirsiniz, çünkü yeniden anlamlandırılmayı, yeniden kodlanmayı, yeniden biçimlendirilmeyi beklemeyen, kelimelere dökülemeyecek bu şeyi duyabiliyorsunuzdur nihayet.
Konuşmadan evvel görmelidir insan.”
(Frédéric Gros, "Sessizlikler", Yürümenin Felsefesi)
“Rousseau artık ihtiyarlamıştır ama hâlâ en çok sevdiği şey günlerini uzun yürüyüşlerle doldurmaktır. Hatırlamak dışında ne yapacak ne
de inanacak bir şey kaldığında, yürümek, bütün umutlardan ırak ve beklentilerle zehirlenmemiş mevcudiyetin o mutlak yalınlığına dönebilmeyi sağlar.”
(Frédéric Gros, "Yürüyenin Gündüz Düşleri Rousseau”, Yürümenin Felsefesi)
“Gençtim, sıhhatim yerindeydi; yeteri kadar param ve bir dolu umudum vardı; yürüyerek geziyor, yalnız yürüyordum.(…)O yaşlarda, sevmek hâlâ bütün varlığınızla arzuladığınız gelecekte açacak bir
çiçek olduğu için sevmeyi “-di’li geçmiş zamanlarda” telaffuz edemediğiniz o yaşlarda, adımlarınız hafiftir: Yolun sonunda o büyük aşk vardır. Derken Alpler’i geçer Rousseau.”
(Frédéric Gros, "Yürüyenin Gündüz Düşleri Rousseau”, Yürümenin Felsefesi)
“Hiçbir zaman yalnız ve yürüyerek yaptığım seyahatlerdeki kadar düşünmedim, var olmadım, yaşamadım, kendim olmadım. Bütün doğaya efendisiymişim gibi hükmediyorum; manzaralar arasında aylak aylak dolaşan yüreğim, çarpmasına vesile olanlarla birleşip özdeşleşiyor, büyüleyici hayallere sarmalıyor kendini, nefis duygularla sarhoş oluyor.”
(Frédéric Gros, "Yürüyenin Gündüz Düşleri Rousseau”, Yürümenin Felsefesi)
“Kitapların amacı yaşamayı öğretmek değil, içimizde yaşama, başka türlü yaşama isteği uyandırmaktır: kendi içimizde yaşama imkanını, yaşamın ilkesini bulmak. Kitaplar, gündelik yaşamın sıkıntısından kaçış değil, bir yaşamdan ötekine geçiş aracı olmalıdır.”
(Frédéric Gros, " Yabanın Fethi Thoreau”, Yürümenin Felsefesi)
“Yaşamak için ayağa kalkmamışken, yazmak için oturmak nasıl da beyhudedir. Yazıya taşınması gereken gerçeklik işte budur; yere sağlam basan kuvvetli adımların ardından kağıda dökülen yazı. Çünkü aynı şekilde düşüncede de sadece yere sağlam basanı kabul görür. Sadece derinlemesine yaşanmış olanı yazmayı, deneyimi tek sağlam zemin olarak belirlemeyi kastediyorum burada.”
(Frédéric Gros, " Yabanın Fethi Thoreau”, Yürümenin Felsefesi)
“Yürürken hissedilen gerçeklik sadece toprağın sağlamlığını değil, kişinin yere ne kadar sağlam bastığını da test etmesidir ayrıca. Thoreau yürüyüşte söz konusu olanın aynı zamanda kendi gerçekliği olduğunda ısrar eder hep. Çünkü insan bu şekilde doğada değil, doğal hisseder. Ne “paylaşma” ne de “birleşme” meselesidir bu. Bu ifadeler düşüncenin bir “bütünlük” anlayışı içinde aynı anda hem tamamlandığı hem de yitip gittiği büyük mistik deneyimlere daha uygundur. Oysa yürüyüş daha ziyade iştiraki bir eylemdir; kendimizdeki bitkiyi, minerali, hayvanı hissetmemizi sağlar. Yanından geçerken kabuğuna dokunduğum ağaçla aynı kabuktan, hafifçe değdiğim uzun otlarla aynı kumaştan olduğumu ve durduğum anda, ağır nefesimin, ansızın önümde mola veren tavşanın nefesiyle uyumunu hissederim.”
(Frédéric Gros, " Yabanın Fethi Thoreau”, Yürümenin Felsefesi)
“Diğer taraftan yürümek zihni başka bir amaçla doldurur. Fikirler veya doktrinlerle değil, tıka basa cümlelerle, alıntılarla, teorilerle dolu bir
kafayla da değil, dünyanın mevcudiyetiyle doldurur. Bu mevcudiyet, yürüyüş sırasında gün boyu üst üste katmanlar hâlinde ruha çöker. Akşam olduğunda düşünmeye hemen hiç ihtiyaç duymazsınız.”
(Frédéric Gros, " Yabanın Fethi Thoreau”, Yürümenin Felsefesi)
“Yürürken belki de adına “mutluluk” diyebileceğimiz bir şeyi yakalarız. Yazarlar ve şairler onu büyük düşünürlerden daha iyi anlatmışlardır, çünkü mutluluk bir karşılaşma meselesidir ve duruma bağlı olarak yoğunluğu değişir.”
(Frédéric Gros, " İyi Olma Halleri”, Yürümenin Felsefesi)
“Mutluluk kendini bir manzaranın, bir anın, bir ortamın alıcısı olarak
bulmayı ve anın lütfünü almayı, kabul etmeyi, yakalamayı gerektirir. Bunun ne yolu yordamı vardır ne de hazırlığı; sadece an geldiğinde orada olmalıdır insan. Öbür türlü başka bir şeye, bir şeyi başarmış olmanın tatminine, zaten bildiğiniz şeyi yapmış olmanın neşesine dönüşür. Mutluluk tekrarlanamaz olduğu için hayli kırılgandır; mutluluk anları nadirdir, bu anlar dünyanın kumaşındaki altın iplere benzer, onları yakalamak gerekir.”
(Frédéric Gros, " İyi Olma Halleri”, Yürümenin Felsefesi)
“Huzur yalnızca yolu takip etmekten gelir. Sıkıntı ve trajediler, yaşamlarınız ve bedenlerinizdeki boş tarlaları eşeleyen şeylerdir. Siz uzaklarda yürürken bütün bunlar, durumunuzla alakasız ve müphem oldukları için rafa kalkar, bu yüzden huzur sizi yürürken yakalar. Büyük tutkuların yarattığı yorgunluğun, stres altında ezilen harala gürele yaşamların tatsızlığının yerini sadece ama sadece yürüyüşün amansız bitkinliği alır. Huzur artık hiçbir şey beklemiyor olmanın, yalnızca yürümenin, yalnızca ilerlemenin hissettirdiği tazeliktir.”
(Frédéric Gros, " İyi Olma Halleri”, Yürümenin Felsefesi)
“Son gününü, 25 Ocak 1855’i düşünüyorum; Nerval’in, kendini asacak bir pencere demiri bulduğu Vieille-Lanterne Sokağı’nda biten son aylaklığı. Fakat düşünüp taşınınca bu tam olarak “aylaklık” sayılmaz çünkü Nerval sabit, ötelenemez bir düşünceyi takip ediyordu. Bacaklarında Aurelia vardı. Ve her neyi vardıysa işte o, bir insana bir yıldızı takip ettiriyordu.”
(Frédéric Gros, " Melankolik Aylaklık Nerval”, Yürümenin Felsefesi)
“Sokaklar deliliği sürdürmek, beslemek, derinleştirmek için mükemmel bir ortamdır. Dört bir yandan gelen kaçak bakışlar, kopuk kopuk hareketler, birbirleriyle çelişen gürültüler: motorların, zillerin, konuşmaların, kaldırımları döven binlerce adımın gürültüsü. Ve sanki olacağına varırmış gibi, her şey bir mücadeleye dönüşür ve zırdeliliğe ulaşılır.”
(Frédéric Gros, " Melankolik Aylaklık Nerval”, Yürümenin Felsefesi)
“Walter Benjamın, Paris üstüne düşüncelerinde, Tuileries’nin göz süzen nazik sakinleriyle alakası olmayan flâneur karakterine yoğunlaşır. Baudelaire’i yeniden okurken (Paris Sıkıntısı, Kötülük Çiçekleri'ndeki “Paris Tabloları”, Modern Hayatın Ressamı'ndakı çizimler) tahlil eder, betimler bu karakteri. Flâneur üç unsura veya üç koşula bağlı olarak ortaya çıkmıştır: kent, kalabalık, kapitalizm.”
(Frédéric Gros, " Kentli Flâneur”, Yürümenin Felsefesi)
“Flâneur’lüğün hamurunda, on dokuzuncu yüzyılda gelişen, saatler boyu bir parça kır görmeden yürüyebileceğimiz kent yığılmaları vardır. İnsan o dönemin yeni megapollerinde (Berlin, Londra, Paris) yürürken, ayrı dünyalara benzeyen birbirinden tamamen farklı semtlerden geçerdi. Semtten semte her şey değişebilirdi: binaların boyutu ve mimarisi, havanın temizliği ve kokusu, yaşam biçimi, ortam, ışık, toplumsal yapı. Flâneur, kentler manzaraya dönüşecek ölçeğe ulaştığında tezahür etti. Kentler geçitleriyle, görüş açısındaki ani değişimleriyle, tehlikeleriyle ve sürprizleriyle bir dağı kateder gibi
katedilebiliyordu. Ormana dönüşmüştü kentler.”
(Frédéric Gros, " Kentli Flâneur”, Yürümenin Felsefesi)
“Flâneur un tezahürünün ardındaki ikinci unsur kalabalıklardır. Flâneur
kalabalığın arasında, kalabalığı yararak yürürdü. Göbeğinde evrim geçirdiği bu kalabalıklar ise çalışan, anonim, işi başından aşkın kitlelere dönüşmüştür çoktan. Büyük endüstri kentlerinde işe giden ya da işten dönen, iş randevularına giden, koli teslimatı ya da bir görüşmeye yetişmek için acele eden bu insanlar, yeni uygarlığın temsilcileriydi. Bu kalabalık düşmanca davranırdı, kendisini oluşturan her bireye düşmandı. Herkes telaş içindeydi ve diğerinin yoluna çıkıyordu. Kalabalık ötekini hemen rakibe dönüştürdü. Bu kalabalık büyük gösterilerdeki, birlik içinde hak arayan insanların, destansı halk tabakasının, kolektif enerjinin kalabalığı değildi. Aksine, bu kalabalığı oluşturan her bireyin, bir yerden bir yere hareket etme seviyesinde, birbiriyle çatışan çıkarları vardı. Kimse kimseyle tanışmazdı. Genelde ciddi bakan, tanımadık ve hepsini tanımanın sayısal olarak da pek mümkün olmadığı yüzlerdi bunlar.”
(Frédéric Gros, " Kentli Flâneur”, Yürümenin Felsefesi)
“Üçüncü unsur kapitalizmdir, ya da daha açık bir ifadeyle, Walter Benjamin’in nazarında metanın saltanatıdır. Benjamin’e göre kapitalizm, meta kavramının endüstriyel ürünler dışında sanat eserleri ve insanlar için de geçerlilik kazanmasını sağlamıştır. Dünyanın ticarileştirilmesidir bu; her şey tüketim ürününe dönüşür, her şey alınıp satılır, sınırsız talep pazarında yerini alır. Genelleştirilmiş fahişeliğin, satmanın ve kendini satmanın saltanatı.”
(Frédéric Gros, " Kentli Flâneur”, Yürümenin Felsefesi)
“Flâneur yalnızlığı, hızı, çıkarcılığı ve tüketimciliği yıkar.”
(Frédéric Gros, " Kentli Flâneur”, Yürümenin Felsefesi)
“Baudelaire’ci flâneur’lüğün bir sürü torunu vardır. Bunlardan biri, flâneur’lük sanatına iki yeni boyut katan gerçeküstücü aylaklıktır: rastlantı ve gece (Le Paysan de Paris içinde But-tes-Chaumont’daki Aragon, Nadja’nın aşkının peşine düşmüş Breton). Bir diğeriyse, Guy Debord’un kuramlaştırdığı Sitüasyonist “sürükleniş”tir: Farklılıkların hassasiyetle keşfedilmesi (çevre unsurlar tarafından dönüştürülmek). Burada karşımıza şu soru çıkar:Tek tip markaların (hiç ironi yapmadan “zincirler” dediğimiz, etrafımızda pekişen özdeş halkaların) yaygınlaşması ve trafiğin saldırgan istilası, günümüzde flâneur’lüğü daha zor, daha tatsız ve daha az şaşırtıcı hâle getirmemiş midir? Mecburen gezmek zorunda olduğunuz alanlar da yaratılıyor ama oralarda gezmek ne kadar çok alışveriş yaptığınıza bağlıdır.”
(Frédéric Gros, " Kentli Flâneur”, Yürümenin Felsefesi)
“Birçok spor faaliyetinde, yerçekimine meydan okumaktan; hız, yükseklik, cesaret, daha da iyisini yapma hırsıyla yerçekimine karşı zafer kazanmaktan sevinç duyulur. Yürümekse her adımda yerçekimini, dünyanın kaçınılmaz kütle çekim kuvvetini tecrübe etmektir. Koşudan dinlenme aşamasına geçmenin etkileri şiddetlidir. Yanlarınızı tutarsınız, kan ter içindesinizdir, yüzünüz kıpkırmızıdır. Bedeniniz tükendiği, nefesiniz kesildiği için durursunuz. Yürürken durmaksa doğal bir tamlamadır: Yeni bir görüntüyü bağrınıza basmak,
manzarayı içinize çekmek için durursunuz. Sonra yeniden yürümeye
başladığınızda sanki hiç durmamışsınızdır. Yürümekle soluklanmak arasında bir devamlılık vardır, çünkü mesele yerçekimine karşı gelmek değil, onu tamamlamaktır.”
(Frédéric Gros, " Yerçekimi”, Yürümenin Felsefesi)
“Dolayısıyla yürümek durmadan faniliğimizi hatırlatır bize; kaba ihtiyaçlarla ağırlaşmış bedenlerimiz nihayetinde toprakla bir bütündür. Yürümek kendimizi topraktan yukarılara taşımak, yerçekimini yenmek veya hız ve yüksekliğin aldatmacasıyla faniliğimizi unutmak değildir; yerin kütlesiyle, bedenin kırılganlığıyla ve bu yavaş yavaş gömülmeyle uzlaşarak faniliğe alışmaktır. Yürümek ayakta, öne eğilmiş bir bedenden ibaret olmayı kabullenmektir. Ancak şaşırtıcı olan şudur ki, bu yavaş teslimiyet, bu müthiş dermansızlık bize var olmanın, o eğilmiş bedenden fazlası olmamanın ermiş sevincini yaşatır.
Kurşundan bedenlerimiz, orada yeniden kök salacakmış gibi, her adımda düşer toprağa. Yürümek, dimdik ölmeye yapılan bir çağrıdır.”
(Frédéric Gros, " Yerçekimi”, Yürümenin Felsefesi)
“Thoreau, “Sanki sonsuzluğu yaralamadan zamanı öldürebilirmişiz gibi,” diye yazmıştı. Zamanı öldürmek için değil, bağrımıza basmak, yapraklarım, çiçeklerini teker teker, saniye saniye koparmak için yürürüz. Zaman öldürmeye, sıkıntıyı alt etmeye, bedeni ve zihni eğlendirmeye yarayan her şey çok ağırdır.”
(Frédéric Gros, " Temel Şeyler”, Yürümenin Felsefesi)
“Yürümek, kiri pası ovulmuş (toplumsal verniğin kazındığı), safrası atılmış, sosyal becerilerden kurtulmuş, kofluklardan ve maskelerden sıyrılmış bir hayat yaşamaktır.”
(Frédéric Gros, " Temel Şeyler”, Yürümenin Felsefesi)
“Zaruri olan, kullanışlı olanın bir kademe altındadır. Kullanışlı olan, eyleme geçme gücünü, faydaları çoğaltır, bir yeterliliği pekiştirir. Başkalarının takdirine veya insanın kendi gösterişine bağlı olan şeyler kullanışsız ve fuzulidir.”
(Frédéric Gros, " Temel Şeyler”, Yürümenin Felsefesi)
“Gandi’ye göre gerçek zıtlık Batı ile Doğu arasında değil, güçlerin bir araya toplandığı, hız ve makine uygarlığı ile gelenek, dua ve el işçiliği uygarlığı arasındadır. Yine de bu, geleneğin sakinliğiyle fatihlerin azgınlığı arasında değil, iki enerji -kadim olanın enerjisiyle değişim enerjisi- arasındaki ayrım anlamına gelir. Gandi için fark muhafazakar uyuşuklukla maceraperest gözü peklik arasında değil, dingin güçle durmak bilmez çalkantı arasında, sakin aydınlıkla kör edici parlaklık arasındadır.”
(Frédéric Gros, " Mistik ve Siyasetçi Gandi”, Yürümenin Felsefesi)
“Gandi’yle yürümek, dayanıklılığın sakin enerjilerini beslemektir. Yürürken ani eylemlerden, kazanmaktan ve sömürüden uzaklaşırız. Asıl yürüyüş Gandi'nin sevdiği o alçakgönüllülükle yapılır ve böylece ağırlığımızı, zayıflığımızı sürekli hatırlarız. Yürümek yoksulların harcıdır. Fakat alçakgönüllülük yoksullukla aynı şey değildir, sınırlarımızla barışmaktır: Her şeyi bilemeyiz, her şeyi yapamayız. Bildiklerimiz Hakikatin, yapabileceklerimiz de Gücün karşısında birer hiçtir. Bu kabul, haddimizi bilmeyi öğretir.”
(Frédéric Gros, " Mistik ve Siyasetçi Gandi”, Yürümenin Felsefesi)
“Yürümek, Gandi’nin mülkiyetsizlik (aparigraha) yollarından geçerek ömrü boyunca izini sürdüğü sadeleşmeyle de uyuşur. Gandi kusursuz beyefendiden Churchill’in alayla söylediği gibi “baldırı çıplak fakir”e dönüşürken, yaşamın bütün katmanlarından -giyim kuşam, barınma, beslenme, ulaşım vb.- sıyrılmanın peşindedir.”
(Frédéric Gros, " Mistik ve Siyasetçi Gandi”, Yürümenin Felsefesi)
Gandi her sabah Rabind-ranath Tagore’nin ürkütücü mısralarını okuyarak çıkar yola:
Yalnız yürü.
Çağrına kulak vermiyorlarsa eğer, yalnız yürü;
Korkar da dehşet içinde duvara dönerlerse yüzlerini,
Ah sen, kara bahtlı,
Aç zihnini ve yalnız konuş.
Yoldan cayar da, bırakırlarsa yabanda seni,
Ah sen, kara bahtlı,
Yolun üstündeki dikenleri çiğne ve
Kana bulanmış o yolda yalnız yürü.
(Frédéric Gros, " Mistik ve Siyasetçi Gandi”, Yürümenin Felsefesi)