Birlikte seçelim, birlikte okuyalım, isteyen ve okuyanla birlikte tartışalım📖📚📒
Ocak ayının son günü ilk yorumu yapayım dedim, okuyunca sizler de yorumlarınızı eklersiniz :)
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın okuduğum 3.kitabı; ilk Huzur kitabını okumuştum sonra da Saatleri Ayarlama Enstitüsü kitabını. Zaten hayatta iken kitap olarak çıkabilmiş iki romanı bunlarmış. Diğer kitapları hep yarım kalmış ve yıllar sonra bıraktığı notlar ve günlüklerle bir araya getirilerek çıkarılmış.
Ahmet Hamdi Tanpınar, büyük bir kısmını yazdığı Aydaki Kadın romanının müsveddelerini, üzerinde çalıştığı diğer bazı eserleri ile birlikte çalışma masasında bırakarak 24 Ocak 1962'de vefat etmiş. Tanpınar'ın vefatından sonra, öğrencisi Güler Güven, müsvedde halinde kalmış olan Aydaki Kadın'ı Amerika'da basılan bir süreli yayında, notlarla birlikte yayımlamış. Romanın kitaplaşması 1987 yılını bulmuş.
Aydaki Kadın, karakteristik Tanpınar romanının hemen bütün özelliklerini taşıyor. Hatta yazarın, Huzur romanı ile örtüşen pek çok noktaları da var. Huzur gibi Aydaki Kadın da, yirmi dört saatlik bir zaman diliminde geçer. Yine Huzur romanında olduğu gibi bu romanda da karakterler, onların hayat akışları, Türkiye'nin meseleleri, kültür ve sanat bahisleri ve Boğaz tasviri ağırlıktadır. Romanın baş erkek kahramanı Selim, Mümtaz gibi kültürel açıdan oldukça donanımlı. Sanattan zevk alır ve onun gibi bir roman yazmaya çalışır. Zaten Tanpınar'ın diğer eserlerinden farklı bir çizgide yeni bir roman yazma hayali de olmamış. Kitabın sade sayılabilecek bir konusu vardır. Romanın merak unsurları gibi ana-ara düğümleri de kuvvetli değil. Bunlardan doğabilecek boşlukları, üslupçu Tanpınar ustalıkla örtüyor. Leyla-Selim ilişkisi ne olacak, Selim içinde bulunduğu ruhsal çöküntüden kendisini kurtarabilecek mi gibi sorular, zihnimizi çok fazla meşgul etmez. Romanda, olaylardan ziyade, çeşitli meseleler ve kahramanların ruh halleri ön planda.
Bazıları Ahmet Hamdi Tanpınar'ın üslubunu sevmeyebilir ama ben seviyorum, kitaplarını okurken kendimi bir dönem filmi içerisindeymiş gibi hissediyorum :) Eski Türkçe kelimeler kullanıyor ve yer yer araya İngilizce ve Fransızca kelimeler de girmiş. Türkçe'deki karşılıkları kelimenin tam anlamını vermediği için kitabında bu kelimeleri kullanmış olabileceğini düşündüm.
Neyse, sizler de okuyun da üzerine konuşmaya devam ederiz :)
Ben kitaba henuz baslayamadim maalesef :( kitap elime çok geç geçti sonrasinda hastalik derken baslayamadim. neyse gec olsun güç olmasın
Günaydın
Geçmiş olsun Bilge.
Maalesef bu ay ki kitaba bende yetişemedim. Ayın başında anlamştım ama yetişemeyeceğimi. Hastalıklar bu ay beni de aslında sekteye uğrattı, yoksa ne yapar eder yetiştirmeye çalışırdım.
Seher kitapla ilgili verdiğin bilgiler için teşekkür ederim.
Görüşmek üzere.
Bilge ve Özlem ikinize de çok geçmiş olsun..
Ne demek Özlem, senin yokluğunu aratmayayım dedim biraz araştırıp ufak tefek bilgiler de verdim. Sizler de okuduktan sonra detaylıca konuşuruz zaten,
Herkese bol okumalı günler :)
Geçmiş olsun arkadaşlar. Aydaki Kadın'ı ben de bitiremedim henüz, hafta sonu bitirebilirim umarım.
Bu arada bu haftanın öyküsünü dün akşam gidip kütüphanedeki eski basım Tagore kitabından taradım sizlere göndermek için ama iki sayfa bulanık çıkmış, o yüzden göndermedim. Yarın tekrar geçeceğim oradan, o iki sayfayı da düzeltip maille iletirim sizlere:) Bilge sağolsun kaç haftadır paylaşıyor öykülerimizi, bu hafta da ben göndereyim, biraz geç olacak ama. Haftaya iki öykü birden konuşabiliriz belki.
Seher sen ben olarak düşünme. Biz güzel bir grup olduk, tamamlayıcı, destekleyiici. Hülya da öykü araştırmasına girmiş ne güzel. Değer vermek böyle birşey, çok keyifliyim sayenizde:)
Merhaba.
Romanı okumayı bitirdim nihayet ama hiç de bitirmiş ve anlamış gibi hissetmiyorum. Belki tekrar okumak ve tavsiye edildiği gibi Tanpınar'ın günlükleriyle birlikte değerlendirmek gerek romanı. Ayrıca kitabın sonundaki Güler Güven'in açıklamalarını da okuyunca ne kadar zor bir iş başarıldığını da anlıyor insan. Dört bin sayfalık müsveddeler-çalışmalar içinden çıkmış bu kitap. Tekrar yazılan bölümler, sayfa numaralarının olmaması, planda yer alıp sonra değişen şeyler vs. Hem de bu sayfaların büyük bir çoğunluğu oldukça karmaşık bir şekilde Arap harfleriyle yazılmış. Keşke Tanpınar'ın ömrü yetseydi de tamamlayabilseydi, eminim bazı şeyler değişirdi ama ellerinden geleni yaptıklarına inanıyorum.
Kitaba gelince, Seher'in yazdığı gibi romanın baş kahramanı Selim'in tek bir günü anlatılıyor kitapta ama bir güne ne anılar, ne yıllar sığıyor.
En dinamik bölümler kitabın başlarındaydı bence. Özellikle Selim'in gençliğinden bahsedilen bölümler. Selim'in kızkardeşi Nevzat ile ilişkisi, onunla o kadar iyi arkadaş olmaları çok dokunaklıydı, sonrasında Nevzat'ın başına gelen talihsizlikler de Selim'i çok sarsmış gibi duruyordu başlarda. Selim'in lise arkadaşlarıyla katıldığı Asım'ın aşiret evi havasındaki evinde yaşanan diyaloglar, gençlerin gelecek için hayalleri ve sonra onların gelecekte neler yaptıklarını görmemiz de hoştu.
Bunun haricinde karakterlerimizin İkinci Dünya Savaşı yıllarında Kırklareli'ndeki buluşması ve güncel zamanda geçen Leyla-Refik çiftinin yalısındaki davet vardı. Kırklareli'nde geçen olaylar Leyla ile Selim'in tanışmaları anlatıldığı için önemliydi, bir de bu ilişki için sembolik bir önemi olduğunu düşündüğüm köpek Emir'in ortaya çıkışı. Güncel zamanda geçen davete ise epey yer verilmiş kitapta ve bence ağır bir şekilde işlenmiş. Bu bölümde pek çok karakterle tanıştırıldık, geçmişten anılarla karşılaştık ve sanattan siyasete pek çok konuya değinildi. Bu karakterler içinden kitabın adına ilham olan olayı anlattığı için en çok Fatma'yı da dikkatle izlemeye çalıştım fakat az değinilmişti ona, asıl mesele uzay konusunu açmaktı galiba. Uzay hakkında Selim'in fikirleri vurucuydu, kendi şartlarımızı götürecek olduktan sonra uzaya gitsek neye yarar gibi karamsar bir bakış açısı vardı. Yine de uzaydan bahsedilmesini okumak hoş. Sanatla ve hayata bakış açsıyla ilgili konuşmalar da gerçekten düşündürücüydü. (Bugün yalı sahiplerinin buluştuğu sosyetik partilerde Goya'nın tablosundan bahsedildiğini sanmıyorum, yalı sahiplerinden birinin Reza Zarrab falan olduğunu düşünürsek...)
Kitaptaki sanat ve siyasetle ilgili görüşlerin Tanpınar'ın kendi görüşleri olduğunu düşünüyor insan bu arada. Örneğin figüratif resim mi nonfigüratif resim mi konusu konuşuluyor. Genç ressam Suat ikisini de canı istediği gibi kullanmaktan yana, Selim de ikisini de kabullenmiş görünüyor. Sanat toplum için mi yoksa sanat için mi yapılır diye sorulsa, ikisi için de derdi sanırım Tanpınar. (Baktım şimdi internetten, "sanat insan içindir" demiş Tanpınar :) Ne kadar yerinde...)
Kitap aslında daha çok ayrıntıyı düşündürüyor ama hepsini yazsak uzayabilir, diğer okuyan arkadaşlar konuları açarsa konuşabiliriz tekrar.
Ek olarak Selim karakterinin kitabın başında evdeki yardımcısından müzikle uyandırılmayı istemesi de ne kadar şanslı olduğumuzu düşündürdü. Şimdi bunun için bir yardımcıya ihtiyacımız yok, telefonumuzun uyandırma sesine istediğimiz şarkıyı ekleyebiliriz, çağımızın nadir güzelliklerinden biri.:)
İyi okumalar herkese, yeni kitaplarda daha kalabalık olarak buluşmak umuduyla...
Kitabı geçen hafta bitirdim ancak içimde hep yarım kalmışlık hissi ile dolaşıyorum bir haftadır. Tanpınar öldükten sonra notları arasından derlenen kitap eksik notlar dolayısı ile bu hissi veriyor insana. Aslında 24 saatlik bir sürede geçen romanda Selim'in çocukluk,gençlik ve olgunluk dönemi düşünceleri le haşır neşir oluyoruz.
Tanpınar öylesine yoğun ve girift duygulara sahip ve bunu eserlerinde o kadar ustalıkla kullanan bir sanatçı ki onun tekniğine hayran olmamak mümkün değil. Müzik, resim, şiir... Eserlerinde bir harman. Onu okurken müziğin somutlaştığını ve size temas ettiğini hissediyorsunuz adeta. resim sanatı ise onun vazgeçilmezi tabi. Eserlerinde sürekli metnilerarasılık tekniğini kullanması onun romanlarını kat kat açan güle benzetiyor. Her katında yeni bir dünya keşfediyorsunuz. Ancak onu okumak ve anlamak bir o kadarda yorucu. Bazen bir satırı onun düşünce dünyasına girebilmek için bir kaç kez okumak gerekiyor.
Manevi açıdan en etkilendiğim kitabı Huzur dur. Huzur kat kat ihişamıyla göz dolduran ama bir o kadar hafifi ipek kumaşları, organzeleri hatırlatır bana . Saatleri Ayarlama Enstitüsü ise onun nasıl bir deha olduğunu anlatan kitaptır. İnce espri anlayışı, kurgulamadıki üütün yeteneği, üslubu. Ve tabi ki yine sanat zevki.
Dünyada koşarak hiçbir şey görülmez. Düşünmek için durmak lazımdır, der Fransız felsefeci Alain. Tanpınar, durur, düşünür, düşündürür. Derinleştirir.
Bu kitapta Selim ile yine derinlere daldık ama aradaki o kopukluklar maalesef zaman zaman Selimi derinlerde bırakıp yüzeye çıkmamıza o yüzden onunla aynı ihtişama göz atmamamıza sebep oldu.
Aynı zamanda kitapta önümüze serilmiş olan dönem resmide oldukça ilginç geldi bana. Mutlaka her sanatçı gibi Tanpınar'da beslendiği kökleri eserinde ustaca sergilemiş. Felsefe, sanat, müzik konularında dönem eşrafının zevkleri, hikayeleri , kadınların toplumdaki yeri hususunda değinilen konular, içinde bulunduğumuz dönemden ne kadar ileri. Politika yeni yeni hayatın içine sokulmaya, yeni yeni onu şekilllendirmeye başlıyor adeta.(Ne yazık günümüzde plastik gibi herbirimizi kalıplara sokmuş durumda.) Ve o hayatımızı şekillendirdikçe sanat, felsefe ve onların hayata enjekte ettiği estetik duygusu yavaş yavaş hayatımızdan uzaklaşıyor .
Kadınlar günümüzden daha ileri resmedilmiş dedim ancak yine de kapalı bir toplumdan cumhuriyet ile birdenbire tabiri caizsse gün yüzü görmeye başlayan kadın da bir parça dekoratif unsur gibi addedilmiş. Ona dair felsefik bir derinlik anlatılmıyor. Kitapta derin sayabileceğimz bir Leyla var. Onu da Selim'in gözünden erkeklerin doyuma ulaştığı bir nesne gibi inceliyoruz. Aslında Leyla kendi açısından durumu bize izah ediyor ama Tanpınar konuyu yavan bırakıyor. Keşke Leyla'yı daha derinlemesine irdeleseydi.
Kardeşi Nevzat var ki oda masumiyetin timsali. Diğer bahsi geçen kadınlar felsefik, ideolojik, fikirlerden yoksun olduğu gibi bir ideali de temsil etmiyorlar.
Herşeye rağmen okuduğuma memnun olduğum bir kitaptı. Bu kitap bana Huzuru bir kez daha okumam gerekliliğini hatırlattı.
Önerimi kabul edip okuduğunuz için hepinize teşekür edyorum, gecikmiş yorumdan ötürü özür diliyorum. Yeni kitaplarda buluşmak dileği ile..