Birlikte seçelim, birlikte okuyalım, isteyen ve okuyanla birlikte tartışalım📖📚📒
Merhabalar.
Öncelikle yine öykü ve yorum ve bilgiler için teşekkürler hepinize.
Ben de bu öyküde Çehov'un, ast-üst ilişkilerini ve memurların takıntılı-zayıf hallerini eleştirdiğini düşünüyorum. Hatta öykünün ilk paragrafındaki "Aksırmak hiçbir yerde, hiçbir kimseye yasaklanmamıştır." cümlesiyle tek bir insanın psikolojisini anlatmaktan ziyade, genel olarak memurların üstlerine karşı gereksiz korku ve ezikliklerini eleştirdiğini belli etmiş bence Çehov. Bu Çehov'un eserlerinde işlediği önemli konulardan biri sanırım ve minnettarım böyle konuları işlediği için. Bu arada hikayedeki durum memurun kendi çalıştığı daireden amiriyle ilgili bile değil, bir de kendi amiri olsa durum nasıl olurdu düşünemiyorum:)
Bunun dışında öyküde anlatıcının sözleri ya da açıklama, tasvir vs çok az, çoğunlukla konuşmalar ve karakterin direkt düşünceleri yer alıyor. Buna rağmen tiyatro salonundan memurun evine, oradan bakanlık görevlisinin odasına kadar her şey yerli yerinde sanki, kafada canlandırmak hiç zor olmadı. Bunun sebebi çok fazla Rus edebiyatı eseri okuyup kolayca bir Rus memuru, evi, dairesi vs hayal edebilmek olabilir ya da Çehov'un böyle bir yeteneği var:) Çehov'un böyle bir yeteneği olduğu söylenir zaten: Anlatmaktan, açıklamaktan çok gösterir sahneyi... Böyle de olmuş bence.
Merhabalar,
Özlem yazar ve dönemi hakkında bilgi vermen çok güzel olmuş, teşekkürler ve 'Rusya da o dönemdeki toplumsal yaşam edebiyatın tam ortasında. Ast-Üst ilişkisi, sınıf farklılıkları, işini kaybetme..' yazmışsın, yüzyıl da atlasak ast-üst ilişkisi, sınıf farklılıkları ve işini kaybetme korkusu durumlarının düzelmediği aşikar o yüzden Çehov bu hikayeyle günümüze de hitap ediyor, keşke bir şeyleri düzeltebilmeyi başarmış olsaydık.
Hülya 'Bu arada hikayedeki durum memurun kendi çalıştığı daireden amiriyle ilgili bile değil, bir de kendi amiri olsa durum nasıl olurdu düşünemiyorum:)' demişsin. Bir memur olarak cevap veriyorum :), şanslıyım kendi amirimle ast üst ilişkisinden ziyade saygı özellikle mesleğe ve yaptığımız işe saygı çerçevesinde bir ilişkimiz var ve bu konuda şanslı olduğumu düşünüyorum; çünkü aynı şehirdeki diğer meslektaşlarımın amirleri ile ilgili çok problemleri var. Gel gör ki bu kadar saygı duyduğum amirin bir gün odama Kaymakamı getirip, onunla ilgilenmemi rica etmesi ve poliklinik süresince Kaymakamın yanında otururken sıkılıp çekinmesi beni çok germişti. Amirimin adam (Kaymakam:)) odaya girer girmez, kabanını alıp dolabıma asması ve hemen çay getirtmesi, kenarda duran sehpayı alıp zatın önüne koyması ve yanında elleri bacakları arasında utanıp sıkılarak oturması vs..... Kızdım mı evet çünkü ben hiçbir hastama böyle davranmıyorum, hepsine aynı saygı ve resmiyeti kullanıyorum çünkü benim için hastanın mertebesi önemli değil karşımda herkes insan olarak durur. Ama o kadar saygı duyduğum amirimi bu şekilde görmek beni hem üzdü hem tedirgin etti, ben de işimi rahat yapamadım haliyle. Kızdığım amirim değil onu bu şekilde davranmaya mecbur hissettiren bu düzen. Kaymakam mı, o da aynı Aziz Nesin'in 'Adamı Zorla Deli Ederler' hikayesindeki gibi kendisine el pençe divan olunmasından gayet hoşnut, kurum kurum kurumlanarak geldi ve gitti. Ne diyeyim umarım bir gün bu zihniyeti yıkmayı başarabilliriz, herkese saygı göstermeyi ve herkese insan olarak bakmayı öğrenebiliriz, umarım, bir gün...
Sana son derece katılıyorum Hülya :) Eskiden hükümetin yönetimdeki aksaklıklarını, siyasetteki yanlışları, ekonomideki problemleri vs. rahatlıkla eleştirebildiğimiz bir dönem vardı; sanat ve sanatçının, gazeteci ve yazarların işi de budur zaten, içinde bulundukları toplumun aksaklıklarını gerek mizah gerek eleştirel yolla göstermek.. Hiçbir şeyi kanıksamadık bence, sadece artık bir korku toplumu yaratıldı. Herkes konuşmaktan da eleştirmekten de korkar oldu. Farklı sesler ve farklı renkler halk içinde sessiz kaldı, sessiz kalmayan da ya hapiste ya da adliye koridorlarında. Artık düşünce özgürlüğü olmayan bir toplumuz; sürü başı bugün bir duruma beyaz diyor, evet evet beyaz diyerek onaylıyoruz ve peşinden gidiyoruz, yarın aynı duruma siyah diyor ve biz de evet evet tabi ki siyah diyerek sürüden ayrılmıyoruz. Kimse de ama dün bu beyazdı niye bugün siyah demiyor, diyemiyor. Toplumumuzda özgür düşünce yok ama özgür insanlar olduğumuza inandırılıyoruz. Çok konuştum ve susuyorum :)))
Seher, iyi dileklerine katılıyorum. Anlattığın olaya da hiç şaşırmadık tabii ki...
Bütün bu konuştuklarımız bana da geçmişi hatırlattı. Eskiden daha berraktı sanki her şey. Yıllar önce az sayıda tv programı varken Şener Şen filmleri ya da Levent Kırca parodileri izlerken ilkokul çocuğu olarak bile siyasetin kötüye kullanıldığını, rüşvetin suç olduğunu, torpilin ve yalakalığın kötü şeyler olduğunu biliyorduk. Şimdi böyle şeyler hiç konuşulmuyor bile artık, kanıksandı sanki her şey.
Bu arada amirin üzerine hapşırıp özür dileme olayını abartma meselesini bir filmden hatırlıyorum diye düşünüyordum, Şener Şen'in oynadığı Namuslu filminde varmış bu sahne, filmin beşinci dakikasında görülebilir:)
Merhaba:)
Rus edebiyatının önemli yazarlarından biri Çehov... ki Rus Edebiyatı dünya edebiyatı için çok önemli. Çehov, birçok önemli isimle Dostoyevski, Tolstoy gibi aynı dönemde yaşamış ve arkadaşlık etmiş. Taşrada doğmuş, ekonomik sıkıntısı olan bir ailede büyümüş, hem çalışmış hem de okumuş bir yazar. Tıp eğitimini tamamlayıp doktor olsa da, edebiyat onun yaşamı oldu. Çok erken denebilecek yaşta -44 yalında- tüberküloz sebebiyle tam da yukarıda okuduğumuz öyküsündeki memur gibi son şarabını içtikten sonra yattı ve bir daha uyanamadı...
Çehov öyküyü 1880'li yıllarda yazdığı biliniyor. Sıradan bir memur, bir asker -Paşa- derin bir psikoloji. Bu öyküyü okuduğumda aklıma Gogol'un Palto'su geldi.
Çerviakov aslında belki de herkesin başına gelebilecek bir durum yaşıyor. Ama kendisini Paşa karşında o kadar küçük/ ezik görüyor ki kendini anlatmaya çalışırken her defasında daha anlaşılmaz daha da bunaltıcı görünüyor paşaya...Tersliyor, bağırıyor ve en sonunda kovuyor. Tüm bunları anlamlandıramayan ve derin bir korkuya kapılan Çerviakov eve gidiyor ve ölüyor.
Rusya da o dönemdeki toplumsal yaşam edebiyatın tam ortasında. Ast-Üst ilişkisi, sınıf farklılıkları, işini kaybetme...
Çehov yaşadığı dönemde de toplumsal olaylardan bağımsız hareket edememiş, Tolstoy 'dan etkilenmiş ve yenilikçi, batılılaşma yanlısı bir edebiyatçı olmuş,
Öyküsündeki karakterle de aslında sıradan bir memura karşı eleştirel bir öykü yazmış. abartılı bir son gibi görünse de , korku psikolojisi hiç de basit bişey olmasa gerek diye şimdilik noktalayayım:)))
bu hafta da böyle ayrıntılı bir yazı yazayım dedim. Aslında önce ki haftalarda da bu şekilde biraz daha Yazar ve yaşadığı döneme ait bilgilerle paylaşım yapmak istiyordum da mümkün olamadı. Bundan sonra buna dikkat etmeye çalışacağım kendimce, çünkü aslında öykü okumalarımızı yazar ve ülke bazında yapıyoruz belki biraz daha ayrıntılandırmalıyız diye düşünüyorum.
Gündelik hayatta olabilecek bir olayın faili tarafından takıntı haline getirilmesi üzerine bir hikaye. Kusur büyütülüyor ve karşı taraf ne derse blr kulp takılarak olaya dair takıntı büyütülüyor. Ölüm kısmı abartı da olsa bazı şeyi kafaya çok takmanın insana büyük zararlar verdiği aşikar.
İnsana gündelik hayatta meşgul eden gereksiz ayrıntılardan uzaklaşmayı öğütlüyor gibi
.Nezaketin de fazlası zarar.
Güzel bir akşam vaktiydi. Yazı işlerinde memurluk yapan İvan Dimitriç Çerviakov tiyatroda önden ikinci sıradaki bir koltuğa oturmuş, dürbünle “Kornevil' in Çanları” adlı oyunu izliyordu. Adamın oturuşuna bakılırsa mutluluğun doruklarında olmalıydı. Derken, birdenbire... Öykülerde sık sık rastlanır “derken, birdenbire,” sözüne. Yazarların hakkı var, yaşam beklenmedik şeylerle öylesine dopdolu ki!.. İşte sevimli Çerviakov’un suratı böyle birdenbire buruştu, gözleri kaydı, soluğu daraldı. Dürbününü gözünden indirdi, öne eğildi ve hapşu!!! Aksırmak hiçbir yerde, hiçbir kimseye yasaklanmamıştır. Köylüler de aksırır, emniyet müdürleri de, hatta müsteşarlar da. Yeryüzünde aksırmayan insan yok gibidir.
Çerviakov hiç utanmadı, mendiliyle ağzını, burnunu sildi; kibar bir insan olduğu için, birilerini rahatsız edip etmediğini anlamak amacıyla çevresine bakındı. İşte o zaman utanılacak bir durum olduğu ortaya çıktı. Tam önünde, birinci sırada oturan yaşlı bir zat başının dazlağını, boynunu mendiliyle çabuk çabuk siliyor, bir yandan da homurdanıyordu. Çerviakov, Ulaştırma Bakanlığı’nda görevli sivil paşalardan Brizjalov' u tanımakta gecikmedi.
“Tüh, adamın üstünü kirlettim! Benim amirim değil ama ne fark eder? Bu yaptığım çok ayıp, kendisinden özür dilemeliyim.” diye düşündü. Birkaç kez hafifçe öksürdü, gövdesini biraz ileri verdi, paşanın kulağına eğilerek;
– Bağışlayın, beyefendi! diye fısıldadı. İstemeyerek oldu, üzerinize aksırdım.
– Zararı yok, zararı yok...
– Affınıza sığınıyorum, efendim, hoş görün bu hareketimi. Ben... ben, böyle olmasını istemezdim.
– Oturunuz, lütfen! Rahat bırakın da piyesi izleyelim.
Çerviakov utandı, alık alık sırıttı, sahneye bakmaya başladı. Temsili tüm dikkatiyle izliyor ama artık zevk almıyordu. İçini bir kurt kemirmeye başlamıştı. Perde arasında Brizjalov’un yanına sokuldu, yanından şöyle bir yürüdü, çekingenliğini yenerek;
-Efendimiz, üstünüzü... şey... Bağışlayın! Oysa ben... böyle olmasını istemezdim...
Paşa öfkelendi, alt dudağını gevelemeye başladı.
– Yeter artık siz de! Ben onu çoktan unuttum, oysa siz...
Çerviakov paşaya kuşkuyla bakarak, “Unutmuş! Ama gözleri sinsi sinsi parlıyor, benimle konuşmak bile istemiyor! Aksırmanın çok doğal bir şey olduğunu söylemeliydim ona. Yoksa kasten tükürdüğümü sanabilir. Şimdi değilse bile sonradan böyle gelir aklına. Oysa hiç istemeden oldu.” diye düşündü.
Çerviakov eve gelir gelmez, yaptığı kabalığı karısına anlattı. Ancak karısı, görünüşe bakılırsa, bu işe gereken önemi vermedi. Başlangıçta biraz korktuysa da paşanın başka bir bakanlıktan olduğunu öğrenince pek umursamadı.
– Gene de gidip özür dilesen iyi olur, dedi. Toplum yaşamında nasıl davranılacağını bilmediğini sanabilir.
– Ben de bunun için çabaladım durdum. Ondan birkaç kez özür diledim ama o çok tuhaf davrandı, beni yatıştıracak tek söz söylemedi. Hoş, konuşacak pek vakti yoktu ya...
Ertesi sabah Çerviakov güzelce tıraş oldu, yeni üniformasını giydi, Brizjalov’u makamında görmeye gitti. Kabul odasına girince orada toplanan birçok dilek sahibini dinleyen Brizjalov’la karşılaştı. Paşa önce gelenlerle konuşuyor, onların isteklerini dinliyordu. Sıra Çerviakov’a gelince paşa gözlerini ona çevirdi.
– Dün gece Arkadi tiyatrosunda... Eğer anımsamak lütfunda bulunursanız, aksırmış ve... istemeden üstünüzü... şey... özür... dilerim, diye konuşmaya başladı.
Çerviakov; – Gene mi siz? Böylesine bir saçmalık görmedim! dedikten sonra başka bir dilek sahibine döndü.
– Siz ne istiyorsunuz?
Çerviakov sarardı, “Benimle konuşmak istemiyor, çok kızdığı belli. Ama yakasına bırakmayacağım, durumumu anlatmalıyım.” diye düşündü. Paşa son dilek sahibiyle konuşmasını bitirip odasına yöneldiği sırada arkasından yürüdü.
– Beyefendi hazretleri! Zatınızı rahatsız etmek cüretinde bulunuyorsam, bu, yalnızca içimdeki pişmanlık duygusundan ileri geliyor. Siz de biliyorsunuz ki, efendim, isteyerek yapmadım.
Paşanın suratı ağlamaklı bir duruma girdi, adam elini salladı.
– Beyim, siz benimle alay mı ediyorsunuz?
Bunları söyledikten sonra kapının arkasında kayboldu. Çerviakov eve giderken şöyle düşünüyordu: “Ne alay etmesi? Niçin alay edecekmişim? Koskoca paşa olmuş ama anlamak istemiyor. Bu duruma göre ben de bir daha bu gösteriş budalası adamdan özür dilemeye gelmem. Canı cehenneme! Kendisine mektup yazarım, olur biter. Yüzünü şeytan görsün!”
Evine giderken düşündükleri böyleydi. Gelgelelim paşaya bir türlü mektup yazamadı, daha doğrusu iki sözü bir araya getirip istediklerini anlatamadı. Bunun üzerine ertesi gün gene yollara düştü. Paşa soran bakışlarını yüzüne dikince Çerviakov;
– Efendimiz, dün buyurduğunuz gibi kesinlikle sizinle alay etmek gibi bir niyetim yoktu, diye mırıldandı. Aksırırken üstünüzü berbat ettiğim için özür dilemeye gelmiştim. Sizinle alay etmek ne haddime? Bizler de alay etmeye kalkarsak, efendime söyleyeyim, artık insanlar arasında saygı kalır mı?
Suratı mosmor kesilip zangır zangır titreyen paşa;
– Defol! diye bağırdı.
Korkudan Çerviakov' un beti benzi atmıştı. Ancak; – Ne? Ne dediniz? diye fısıldayabildi. Paşa ayaklarını yere vurarak; – Yıkıl karşımdan! diye gürledi. Çerviakov’un karnının içinden sanki bir şeyler koptu. Gözleri bir şey görmeksizin, kulakları hiçbir ses işitmeksizin geri geri dış kapıya doğru gitti, sokağa çıktı, yürüdü... Kurulmuş bir makine gibi evine gelince üniformasını bile çıkarmaksızın kanepenin üzerine uzandı ve oracıkta can verdi.
Çeviren: Mehmet Özgül