Bazen elimizde birçok kitap oluyor ve hangisini okuyacağımıza karar veremiyoruz. Bazen de canımız bir kitap okumak istiyor ama bu kitabın ne olduğuna dair bir fikrimiz olmuyor. İşbu sebeple kurulan bu grupta, okuduğumuz kitaplar hakkında birbirimize yardımcı olabilir, okumak istediğimiz kitaplar hakkında fikir teatisinde* bulunabiliriz diye düşündüm.
* Hep cümle içinde kullanmak istemiştim buraya kısmetmiş.
Biraz da Yaşar Kemal;
Ünlü dil bilimci Ali Püsküllüoğlu’nun yalnızca Yaşar Kemal eserlerini anlayabilelim diye yazdığı bir “ Yaşar Kemal Sözlüğü” vardır. Yaşar Kemal okuyanlar bilirler ki onun Dede Korkut’a dek uzanan sözcüklerini anlamak hayli güçtür.
Dünyada çocukların okuma oranının araştırılması yeni bir bilim dalı olarak kabul edilmesi kararlaştırıldı.
Türkiye’de 100 kişiden sadece 4 kişi kitap okuyor.
Maalesef Türkiye’de ihtiyaç malzemeleri sıralamasında kitaplar 235. Sırada yer almaktadır.
CHRİS CLEAVE kundakçı isimli romanında hiç noktalama işareti kullanmamıştır. aynı şekilde Türkçede de bu şekilde basılmıştır.
Kanımca dünya edebiyatının en iyi öyküsü olan - Yolları Çatallanan Bahçe- öyküsüne Borges metafizik bir mesele koyar, paralel evrenlere göndermelerde bulunarak ve labirent kitaplar izleğini anıtlaştırır. Tek bir öyküye bunca kavramı kargaşaya mahal vermeden sunan Borges 20. yüzyıl edebiyatının yapı taşı eserlerinin de ortaya çıkmasını sağlar. E ilham zerk eden Borges olunca ortaya konulan eserlerin gücü de şaşırtmaz. Oulipo'da bu ilhamın meyvelerindendir ya zaten.
1941 yılında yayımlanır bu öyküsü Borges'in.
Hakkını yemeyelim 1939 yılında James Joyce, Finnegans Wake romanıyla edebiyat tarihinin en büyük muammasını ortaya serer. Beckett bu eser için, "bir şey hakkında değil, bir şeyin ta kendisi," yorumunda bulunur.
Sovyet Rusya'nın gerilimlerinden kaçmış olan Vladimir Nabokov 1962 yılında labirent metinin mühim örneklerinden Solgun Ateş'i yayımlar. İçinde bir şiir ve o şiiri açıklayan çılgın bir adamın yorumlarıyla romanlaşan bir hikayeye döner. Ki en sevdiğim 10 kitap arasındadır burada adı geçecek kitaplar gibi Solgun Ateş.
Hemen bir yıl sonra yıllar 1963'e tekabül ettiğinde öykücülüğü ile Borges'in yanında Dünya Edebiyatını sarsan Julio Cortazar'ın bu defa Seksek isimli romanı hayret verir. Sıçramalı bir okuma tecrübesi sunan bu romanda Cortazar metnin pek çok farklı biçimde okunabileceğini ifade eder. Sabırsız okura normal düzende devam etmesini, 63. (emin olamadım bölümden) bölümden sonrasını okumakta zorunlu olmayacağını söyler. Ve Seksek sunduğu diyalog zinciri ve takip edilebilecek otobiyografik yanlarıyla Julio Cortazar'ın katkı sağladığı edebiyat mitlerinden biri haline gelir.
1978 yılında ise Georges Perec kendi başyapıtı olan 'Yaşam Kullanma Kılavuzunu' yayımlar. Kitap satrançtaki bir atın tüm hareketlerine göre bir apartmanda yaşayanların hikayelerini, onlardan önce yaşayanların ve hatta eşyaların hikayelerine kadar okura anlatır. Ve bakmasını söyler, belki de Finnegans Wake'in peşi sıra edebiyat tarihinin en büyük bulmacalarından birini ortaya çıkarır.
Bilgiler Armağan Ekici'nin blogundan alınmadır, ancak blog içerisinde içeriği aramaya üşendim.
@nesterm Süreyya Evren'le girdikleri bir iddia sonucunda değiştirdiğini lisedeki edebiyat öğretmenimden duymuştum, o zaman çok ilgimi çekmişti ve konuyu görünce ilk aklıma gelen bu oldu. Senin yazını okuduktan sonra da araştırdım ve vikipedi'de bunu buldum; Süreya'nın üvey kızı Gonca Uslu'nun aktardığına göre iddiaya girmeyi çok seven şair arkadaşıyla bir telefon numarası üzerine iddiaya girmiş, kaybederse soyadındaki "y" harfinden birini sildireceğini söylemiş. İddiayı kaybetmiş ve Süreyya olan soyadını Süreya olarak değiştirmiş. "Süreya" soyadı ilk kez 1956 yılında yayımlanan "Elma" şiirinde görüldü. Hangisi doğru bilemiyorum ama senin yazdığın daha bir ilgi çekiciymiş :)
Okuyucunun devrelerini yakan adam: James Joyce
İstedik, gerçekten çok istedik. Neyi mi? Elbette Ulysses’i okuyup bitirebilmeyi… Takıntılı bir adam olduğu Ulysses’ten belliydi zaten. Bir adam 800 küsur sayfa boyunca tek bir günü anlatır mı? Evet takıntılı bir adamdı James Joyce; mutlaka yatağında, yüzüstü, büyük mavi kalemiyle, beyaz giysiler içinde yazardı. Yazmak bir ritüeldi sanki onun için. Bunların biri eksik olsa olmazdı. İçinde hiç kelime tekrarı ve isim tamlaması olmayan 500 kelimelik tek bir cümle yazmayı başarabilmiş, bu, nevi şahsına münhasır yazara şapka çıkarıyor “Abi sen çekmişin, bize çektirme” diyoruz.
Şu siteden alıntıdır, daha fazlasını da okuyabilirsiniz :)
http://listelist.com/unlu-yazarlarin-hayati/
Raif Efendi'nin sergide uzun süre bakakaldığı tablo gibi ;
Sabahattin Ali'nin 1943 tarihli romanı Kürk Mantolu Madonna'daki Maria Puder isimli karakter, Madonna delle Arpie tablosundaki Bakire Meryem'e benzetilerek tasvir edilmiştir.
Madonna delle Arpie, 1517 yılında Andrea del Sarto tarafından çizilen ve Sarto'nun Yüksek Rönesans sanatına yaptığı en büyük katkı olarak gösterilen resim.
Yanında melekler ve azizler (Aziz Bonaventura ve Evangelist John) olduğu halde, bir kaide üzerindeki Bakire Meryem ve çocuğu tasvir eden resimde, Leonardo'yu anımsatan bir hava ve piramit biçimi bulunuyor. 1517'de San Francesco dei Macci'nin manastırı için tamamlanan eser, şimdi Uffizi'de sergileniyor.
http://tr.wikipedia.org/wiki/Madonna_delle_Arpie
@NyksS bilmiyorum bu konu üzerinde baya bir varsayım var .Benim okuduğum ve çok daha mantıklı gelen ' EKSİK Y ' serüveni ise şöyle ;
cemal süreya ve sezai karakoç üniversitede sınıf arkadaşıdır. ve sınıflarında ''muazzez akkaya'' isminde bir de kız varmış. ikisi de bu kızı gizliden gizliye severlermiş. sınıfta gün boyu aynı kıza duydukları ilgiyi birbirlerine anlatırlarmış. hatta muazzez'e yazdıkları şiirleri birbirlerine okurlarmış.. sonra bu aşk, zamanla kızışmış ve birbirlerine 'ben elde ederim, sen edersin' derken 'kim elde edecek?' diye iddiaya tutuşmuşlar.
kaybeden büyük bir bedel ödeyecek demişler. ve bu bedel ömrü boyunca üzerlerinde kalıcak. bedene fiziksel bir zarar olmayacak diye de karar kılmışlar. ve sonunda soyadını değiştirmeye gelmiş olay..
cemal sürey(y)a kazanırsa ;sezai karakoç'un soyadı ''karkoç'' olucak..
sezai karakoç kazanırsa ; cemal süreyya'nın soyadı 'süreya' olucak.
ve tabi kızı sezai karakoç elde eder ve onunla çıkmaya başlar. cemal süreya da gidip tek 'y' harfini attırır soyadından..
işte süreyya'dan süreya'ya geçiş dönemi böyle olmuştur..
ileri ki zamanlarda muazzez akkaya bir iddia sonucu sezai karakoç'un kendisi ile çıktığını öğrenir. biraz da sorunları olan muazzez bunu kaldıramamış, okulu bıramış ve memleketi olan geyve'ye gitmiştir..
sezai karakoç bu duruma çok üzülür ve muazzez akkaya'ya ithafen (bkz: mona rosa)şiirini yazar. şair karakoç,1950 yılında mülkiye'de öğrenci iken yazmıştır bu şiiri. ancak 2002 yılına kadar yayımlanmamıştır.
"mona roza" türk edebiyatının en mahrem akrostiş şiiridir.
Mona roza, siyah güller, ak güller ...