Bazen öyle bir cümleye rastlarız ki kitapta, o tek cümleden koca bir roman yazılabilir... Bu grup, işte o sözler için...
Dip Not: Her kitap için ya da her yazar için bir konu açıp, o kitaptan veya yazardan alıntıları ekleyebilirz. Bol konulu, bol alıntılı, boooollll paylaşımlı bir grup olması dileğimle :)
Toprak artık doyurucu yaz kokularını tüketmiş, soğuk nem kokuyordu. Havada garip bir saydamlık vardı. Alacakargalar kırmızımtırak gökyüzünde bir an için görünüp kayboluyorlar, insanda hazin duygular uyandırıyorlardı. Her şey sessizdi. En ufak bir ses; bir kuşun, düşen bir yaprağın hışırtısı insana gürültü gibi geliyor, ürkütüyordu, ama sonra yeniden bütün yeryüzünü kucaklayan, içinizi saran bir sessizliğe dalıyordunuz.
Bu gibi anlarda insanda çok temiz, çok yüzeysel düşünceler doğuyor. Bunlar, bir örümcek ağı kadar ince ve şeffaftır ve kelimelerle ifade edilmeleri imkansızdır. Kayıp giden yıldızlar gibi parlayıp sönerler; ruhunuzu belirsiz bir özlemle yakar, okşar, meraka salarlar. Ruh ise kaynar, erir, hayat boyu koruyacağı şekli alır ve insanın gerçek yüzü ortaya çıkar.
Dedem beni bayıltana dek dövdü, birkaç gün hastalandım. Tek pencereli küçük bir odada, geniş, sıcak bir yatağın içinde yüzükoyun yatıyordum. Köşede, birçok ikonanın bulunduğu camekanın karşısında kırmızı, gece gündüz sönmeyen bir kandil yanıyordu. Bu hastalık günleri, hayatımın önemli günlerinden olmuştur. O süre içinde hızla büyüdüm ve farklı bir şey hissettim. O hastalıktan sonra bende insanlara karşı rahatsız edici bir dikkat belirdi; sanki kendime olsun, başkasına olsun, hakarete, ıstıraba karşı dayanılmaz derecede hassaslaşmıştım.
Ninem durdu, beni göğsüne bastırdı ve kehanette bulunur gibi fısıldayarak:
"Bu sözümü unutma. Tanrı bu adamın yüzünden bizi ıstırapla cezalandıracak," dedi.
Ninem yanılmadı. On yıl sonra ninem ebedi uykusuna dalınca beş parasız kalan dedem delirdi ve şehrin sokaklarında dolaşarak dilencilik yapmaya başladı.
Ruhumda sevgi duygularının canlı canlı parıldayan ve titreşen gökkuşağı giderek soluyor, yerine, sık sık her şeye karşı parlayan mavi, zehirli öfke alevleri titreşiyordu. İçimde derin bir memnuniyetsizlik hissediyor ve bu cansız, tek düze anlamsızlıklar arasında hissettiğim yalnızlık duygusu kalbimde daha çok yer ediyordu.
Çocukken kendimi bir kovana benzetiyordum. Çeşit çeşit, basit ve silik insanlar, arılar gibi içime, insana ve hayata dair bilgi ve duygularının balını taşır, her biri elinden geldiği kadar cömertçe, ruhumu zenginleştirirdi. Çoğu kez bu bal kirli ve acı olurdu, ama yine de baldı!