Bazen öyle bir cümleye rastlarız ki kitapta, o tek cümleden koca bir roman yazılabilir... Bu grup, işte o sözler için...
Dip Not: Her kitap için ya da her yazar için bir konu açıp, o kitaptan veya yazardan alıntıları ekleyebilirz. Bol konulu, bol alıntılı, boooollll paylaşımlı bir grup olması dileğimle :)
‘’ Şirk, tanrısızlık demek değildir; zira müşriklerin bizden daha çok tanrıları vardır. Müşrik, bir tanrıya inanmayan ve ona ibadet etmeyen kişi değildir. Bildiğimiz gibi İsa, Musa ve İbrahim peygamberlerin karşısında tanrısızlar değil, müşrikler vardı. Peki, müşrikler kimlerdir? Müşrikler, tanrıya inanmayanlar değil, birden çok tanrıya inanan ve tapan kimselerdir. Öyleyse onları, dinî inançları ve duyarlılıkları olmayan kimseler olarak nitelendirmek mümkün değildir. Zira onların bir değil, pek çok tanrıları vardır ve onlar, tapındıkları bu tanrılarının, kendilerinin ve evrenin yazgısı üzerinde etkili olduklarına inanırlar. Zaten biz Allah’a hangi gözle bakıyorsak onlar da tanrılarına o gözle bakarlar. Öyleyse müşrik, duygu bakımından dindar bir bireydir; fakat bağlandığı din yanlış bir dindir. Yanlış bir dine mensup olmak, dinsiz olmaktan farklı bir durumdur. Demek oluyor ki şirk bir dindir; hatta insanlığın tanıdığı en eski din şekillerinden biridir.’’
‘’ “Siz kendi yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?” Ayeti ise, şirk dinindeki tapınma biçimini ifade eden genel bir ilke ve açıklamadır. Şirk dini, tarih boyunca tevhid dini ile birlikte, iki saf halinde adım adım ve omuz omuza var olagelmiştir. Şirk dini, Hz. İbrahim’in ve İslâm’ın zuhuru ile birlikte son bulmamış, bilakis yaşamaya devam etmiş ve hala da devam etmektedir.’’
‘’ Diğer yandan, tevhid inancı insana mahsus bir inançtır. Bir güce ibadet ve kutsal bir varlığa (Durkheim’in ifadesi ile) ya da gayba (Kur’an’ın ifadesi ile) inanma duygusu, insanda fıtrî olarak mevcuttur.
Bu fıtrat, baş tan beri insanla birlikte var olagelmiştir. İnanma ve ibadet duygusunun, insan fıtratında bulunduğunun göstergesi, bu duygunun devamlı olması ve her zaman ve her yerde yaygın bir şekilde mevcut olmasıdır. Tarihe baktığımızda, tümüyle ibadetten uzak yaşayan hiçbir millet yoktur. Yine, yeryüzünü gözden geçirdiğimizde görürüz ki ibadet, her yerde vardır. İşte bu durum, ibadetin fıtrî bir olgu olduğunun delilidir.’’
‘’ İslâm peygamberine bir bakın! Uhud’da, Tâif’de, Hevâzin’de, Mekke’de, Bedir’de ona kılıç çekenlerden kaç kişi ateist ya da dinsiz idi? Bir kişi bile bulmak mümkün değildir. Hepsi de doğru ya da yanlış, bir şekilde inanıyorlardı; fakat Hz. Muhammed (s) ve ona inananları yok etmek de istiyorlardı. Neden böyle yapıyorlardı? Çünkü –onların iddiasına göre- Muhammed, Hz. İbrahim’in evine olan saygınlığı bitirecek, onların dini inançlarını ve kutsallarını yok edecek, kutsal Mekke şehrini yıkacak ve Allah katında kendilerine şefaat edecek ve aracılık yapacak olan putları kıracaktı.
Onların bahaneleri buydu. Binaenaleyh, gerek Kureyş müşriklerinin bu tavırları olsun, gerek diğer Arap kabilelerinin Hz. Muhammed (s)’e karşı yaptıkları savaşlar olsun, ‘dine karşı din’ çerçevesinde ortaya çıkan vakalardır.
Bu anlayış, Peygamber (s)’den sonra da farklı biçimlerde devam etmiştir. Hz. Ali’ye ve İslâm’ın özünü yaşatmak ve devam ettirmek isteyen harekete karşı çıkanlar, kâfir, inançsız ya da dinsiz kimseler miydi? Yoksa Allah mı inkâr edilmişti? Ya da Emevîlerle Ali taraftarları arasında ve Abbasîlerle Ehl-i Beyt arasında yine, dine karşı yeni bir dinin karşı çıkışı mı söz konusuydu?
‘’ Bu din, insanlığı Allah’a teslim olmaya ve Onun dışındaki her şeye isyan etmeye çağırırken; şirk dini, evrendeki ilahî kanuna ve her şeyin özü, başı ve sonu olan Allah’a çağırmak anlamında olan İslâm’a isyan etmeye davet eder. Bununla da kalmaz, Allah dışındaki yüzlerce güce teslim olma ve kulluk yapma çağrısında bulunur. Şirk, bir taraftan insanı Allah’a kulluk yapmaktan alıkoyarken, diğer taraftan da, pek çok puta teslim olmaya, boyun eğmeye ve insanı köleliğe mecbur eder. Bunu yapan, kâinattaki yüce kudrete karşı gelen ve insanların, kendi elleriyle yontup ürettikleri putlar olan tağuttur. Her şey put olabilir; Lât, Uzzâ, araba, üstünlük taslama, sermaye, kan, soy… Her dönemde farklı bir tağut Allah’a karşı isyan etmiştir.’’
‘’ Mesela, bu günkü kaza-kader inancımız, Muaviye’nin oluşturduğu ve bize bıraktığı bir hediyedir.Tarih açıkça göstermektedir ki, kader ve cebr inancı, Emevîlerin oluşturdukları bir inançtır. Bu inanç sayesinde Müslümanları, her türlü sorumluluktan, teşebbüs ruhundan ve eleştiriden alıkoymuşlardır. Zira cebr, var olan ve sunulan her şeyi kabul etmek demektir. Oysa Hz. Peygamber’in ashabına baktığımızda, onların, her an için toplumsal sorumluluk duygusuna sahip olduklarını görürüz.’’
‘’ Şirk dininin temeli, bir grup insanı zenginleştiren, diğerlerini ise fakir bırakan ekonomik anlayıştır. Bu ekonomik sistem, var olabilmek ve varlığını sürdürebilmek için dine ihtiyaç duymaktadır. Zira din kadar insanları kendiliklerinden boyun eğmeye sevk eden güçlü hiçbir etken yoktur. Bu görevi daima, şirk dini, statükoyu muhafaza ederek yerine getirmiştir. Şirk dini bu görevi iki şekilde yapmıştır:
1-İnsanlara, egemen güç ve aileler sayısınca tanrı inancını aşılayarak…
2-Kendine mensup olan egemen sınıfa, alt tabakadaki insanlara karşı imtiyazlar sağlamak ve bu imtiyazları tarih boyunca muhafaza etmek suretiyle…’’
‘’ Mesela Mürcie mezhebine bakın; bu mezhep, İslâm toplumundaki günahkâr ve suçluların, bu durumlarından sorumlu olmadıklarını iddia etmektedir. Mürcie’nin görüşü şudur: “Allah (c) mahşerde, Ali ve Muaviye’nin hesabını görmek için terazi kurar.” Bu şu demektir: Allah (c), hesaplarını göreceğine göre, Ali ve Muaviye hakkında bir şey söylemek sana düşmez; sen, neyin doğru neyin yanlış olduğuyla ilgilenmeden hayatını yaşamaya bak!’’
‘’ İsa’yı (a.s) öldürmek isteyen, ona karşı çıkan ve putperest Rum Kayseri ile el ele, omuz omuza, tevhide karşı mücadele eden güruhun içinde, Musa’ya (a.s) inananların takipçisi olan kimseler de vardı. Bel’am-i Ba’ur ve Sâmirî, Musa’nın (a.s) getirdiği dinin kisvesi altında sahneye çıkmışlardır.’’
‘’ Hal böyle olunca 19. yüzyılda din hakkında söylenen şu sözün doğruluğunda hiçbir şüphe yoktur: “Din, insanların, ölümden sonraki hayat ümidiyle bu dünyadaki fakirlik ve mahrumiyete karşı tahammül edebilmeleri ve yaşadıkları her sıkıntının ve kendilerine sunulan her durumun tanrının iradesi ile olduğuna, dolayısıyla da bu durumu değiştirmelerinin mümkün olmadığına inanmaları için bir afyondur.” Yine 18 ve 19. yüzyıldaki bilginlerin söylediği şu sözler de doğrudur:
“Din, insanların, bilimsel gerçekler konusundaki cehaletlerinden doğmuştur.”
“Din, insanların mevhum korkularının ürünüdür.”
“Din, feodal yapıdaki ayrımcılık, sermayedarlık ve fakirlik sonucu ortaya çıkmıştır.”
Peki, bu hangi dindir? Bu din, gizli kalmayan hemen tümüyle tarihe geçmiş olan şirk dinidir. Bu din, kimi zaman tevhid, Musevilik, İsevîlik adlarını kullandığı gibi hilafet, Abbasîlik ve Ehl-i beyt adlarını da kullanmıştır. Aslında bunlar, tevhid, cihad ve Kur’an kisvesi altındaki şirk dinleridir.’’