Birlikte seçelim, birlikte okuyalım, isteyen ve okuyanla birlikte tartışalım📖📚📒
Merhaba herkese mutlu hafta sonları.
Gecikmelide olsa bu haftaki öykümüzü de okudum. Yazarı hakkında bir kaç bilgi yazıp yoruma geçeyim.
iovanni Papini, 20. yüzyıl İtalyan edebiyatının en önemli isimlerinden ve en tartışmalı edebi kişiliklerinden biri.
1881 ile 1956 yılları arasında yaşayan Papini; gazeteci, edebiyat eleştirmeni, şair ve yazardı.
Kavgacı yapısı, aykırı düşünceleri ve çelişkili ideolojik eğilimleri sebebiyle yaşamı boyunca çok kez eleştirilerin odağı oldu.
Giovanni Papini, Garibaldi Hareketi’nde yer alan babası, babasına nazaran daha inançlı ve sakin bir yaşam süren annesi ve kardeşleriyle büyüdü.
Çocukluğundan itibaren, kardeşleriyle ya da arkadaşlarıyla vakit geçirmek yerine kendi kabuğuna çekilerek okumayı tercih etti. Papini’nin, kitaplara olan düşkünlüğü diğer insanlardan uzaklaşmak için de bir yöntemdi.
Babasının kitaplığı sayesinde, ilk olarak Voltaire, Hegel, Alfieri, Spencer, Kant ve Nietzsche gibi yazarlarla tanışmıştı.
Bu dönemde hem ufkunu genişletme şansı bulmuş hem de okuduğu kitapların etkisiyle İtalya’nın bütünlüğünü savunan ulusalcı bir ideolojiyi benimsemişti.
Gençlik yıllarında, babası gibi cumhuriyetçi tarafta yer alan Papini, hükümetin çıkan olaylara sert bir şekilde müdahale etmesi ve olayların daha da büyümesi üzerine duruşunu değiştirmişti.
Küçük yaşlarından itibaren büyük bir merak ve keşfetme arzusuyla entelektüel gelişimine yatırım yapan Giovanni Papini, yaşamı boyunca diğer insanlardan farklı olduğunu göstermek ve ortaya yepyeni bir şey çıkartmak için çalıştı.
Floransa’da, büyük sanatçıların izlerini takip etme şansı bulan Papini, henüz 15 yaşındayken bir ansiklopedi yazmaya karar verdi. Ansiklopedi çalışmalarına başladıysa da Yunanca bilmediği için bazı konulara açıklama getiremedi. Bu yüzden, büyük girişimi başarısızlıkla sonuçlandı.
Ardından daha dar bir alanda kitap yazmayı denedi, ancak bu sefer de Victor Hugo’nun taklitçisi oldu.
Papini’nin yaşamındaki önemli isimlerden biri, öğretmeni Diego Garoglio’ydu.
Garoglio’nun kütüphanesinden yararlanma şansına sahip olan Giovanni Papini, öğretmeni aracılığıyla geleceğin edebiyat dünyasında önemli yere sahip olacak kişilerle de tanışma ve arkadaş olma fırsatı elde etti.
Instituto di Studi Superiroir’de eğitim gören Giovanni Papini, 1900’lü yılların başından itibaren çok sayıda önemli topluluk ve dergi kurdu:
Il Leonardo, 1903-1907
L’Anini a, 1911
La Voce, 1912
Lacerba, 1913-1914
Dergicilikle uğraştığı dönemde hikayeleriyle de isminden söz ettiren Papini, 1912 yılında, edebiyat dünyasına kabul edilmesini sağlayan Bitik Adam’ı yayımladı.
Edebiyat dünyasına girmesine rağmen bilime olan ilgisi devam eden Giovanni Papini, tüm bunların yanı sıra, yazarları kendi dillerinde okuyabilmek için yabancı dil öğrenmeye de başlamıştı.
Papini, özellikle felsefe alanında yaptığı araştırmalardan elde ettiği bilgileri eserlerine açıkça yansıtmıştır.
Papini’nin düşünceleri ve eğilimleri yıllar içinde giderek daha karmaşık bir hale geldi ve sıklıkla değişti.
1920’li yıllara gelindiğinde, önce gençlik yıllarında reddettiği Katolikliğe yöneldi. 1921 yılında, İsa’nın Yaşamı isimli kitabını yayımladı. Bu eser pek çok dile çevrildi ve yazarın isminin duyulmasını sağladı.
Aynı dönemde, İtalya’da yükselmeye başlayan faşist dalga Papini’nin hayatını tamamen etkiledi. Ve Papini, gençlik yıllarında şiddetle karşı çıktığı faşizme yöneldi, Mussolini İtalya’sını savundu.
Papini’nin bu yeni politik duruşu onu, çocukluk yıllarında olduğu gibi büyük bir yalnızlığa sürükledi.
Papini’nin 30’lu yaşlarının sonuna kadar çizdiği profil; çelişkili ve karmaşık düşüncelerle çevrelenmiş, pek çok akımın etkisinde kalmış ve kimliğini arayan bir yazar resmidir.
Birinci Dünya Savaşı’yla birlikte ise, savaşın getirdiği acı ve sorunlarla zihni biraz daha berraklaşmış, dine yönelmiş bir insandır.
1935 yılında, Mussolini yönetimi sırasında, Bologna Üniversitesi İtalyan Edebiyatı Bölümünde profesör olan Giovanni Papini, akademik çalışmalarına burada devam etti.
Aynı zamanda, İtalyan Dili Sözlüğü çalışmalarında da yer aldı.
Çalışmalarına ara vermeden devam eden Papini’nin sağlığı 1944 yılından itibaren hızla bozulmaya başladı. Buna rağmen zor da olsa kitap yazma çalışmalarını ölümüne kadar sürdürdü.
Öldüğünde ise, ardında tamamlanmamış ve düzenlenmemiş çok sayıda kitap bıraktı.
Hayatına dair derli toplu bulduğum tek bilgi bunlardı.Site de şu şekilde: https://10layn.com/giovanni-papini-duzyazinin-dantesi/
Bence hayatını siteden okuyun, çünkü resimlerle ve kitaplarından bazı bölümlerle süslenmiş, gerçekten daha iyi. Bitik Adam kitabını ve Kaçak Ayna öyküsünü merak ettim. Kaçak Ayna öyküsü okuduğumuz kitapta var ordan okurum birazdan:)
Öykümüze gelince:
Yaşamımızın ki özellikle gençliğimizin bir gününün bile ne kadar kıymetli olabileceğini anladık sanırım:)) gerçi her ne kadar 40 a merdiven dayamış olsam da bugünden itibaren daha özenle baksam kendime daha iyi olacak sanki :))
zaman geçip de sona çok yaklaştığımız o bir güne bile ne kadar özlem duysak az. Hayatımızın her anını önemsemeli ve bedenimize, zihnimize ve ruhumuza iyi bakmalı. Statülerimizin, maddiyatımızın değiştiremeyeceği bir şey var ki oda ölüm. Hayatımız kıymetli ve sanırım belli bir yaştan sonra daha da kıymetli hale gelecek, o an bir çok için çok geç olacak. Doya doya yaşamak ve yaşlanmak gerektiğini düşünüyorum:)
Benim papini'nin hayatı bayağı meraklandırdı. detaylı bir araştırma yapmak istedim nedense:) Neyse, şu kaçak aynayı okuyayım bir, yine konuşuruz:)
Külkedisi masalı okur gibi okudum.
12 den önce kimse yaşlılığını görmesin diye balodan kaçıyor bizim prensesimizde. Halbuki Seher seninde değin gibi, her yaşın ayrı güzelliği ve kendine has özeliği var değil mi? Gençlik yılları güzeldir ama akılda bir karış havadadır. Har vurup harman savurur insan . Ki doğal budur bence. Genç olduğu halde çok olgun davranan gençlere takılmaz mıyız;" zaten bir gün yeterince olgunlaşacaksın, gençliğinin sana tanıdığı uçarılık hakkını kullan."
Ama yaşamak yaş almak gerçekten ağır bir yük. İnsan olmak aslında kolayda bir iş değil. Hayırlısı bakalım.
Özelmcim konu başlığı ve bilgiler için çok teşekkürler.
Merhaba, herkese hayırlı ramazanlar :)
Özlem teşekkür ederiz, çok güzel bir bilgilendirme ve yorum olmuş ;)
Prenses 20 li yaşlarında kendinden istenen 1 yıllık gençliğini rahatça verebilmiş, ki nitekim 1 yıl yaşlandığımı kimse fark etmedi bile diyerek belirtiyor bu durumu. 20 li yaşlarda öyleyizdir çünkü, 1 yaş bizim için çok da fazla bir şey değiştirmiyormuş gibi görünür. 30 lu yaşlarda da bir duruluyoruz sanki ve 40 lı yaşlarda geçen zaman özleniyor sıklıkla sanırım. Bilinçsizce harcadığımız ilk gençlik yıllarımız geri gelebilseydi eğer neler yapmazdık ki; şimdiki aklımızla tabi.. Bu da hayatın kavunu gibi, hayat hep bir kelek atıyor :))) Hikayeye dönersek Prenses de 40 lı yaşlarından sonra ayda bir ya da bir kaç ayda bir, borç verdiği 365 günlük gençliğinden tek tek kullanmaya başlıyor. İlk zamanlar bu ona çok iyi geliyor fakat zamanla, harcayacak gençliği azaldıkça, her sabah yaşlanmaya devam ederken aynaya bakıp bir gece önceki yani 23 yaşındaki haliyle şimdiyi kıyaslıyor ve kaybettiği gençliği daha da değerleniyor gözünde... Haliyle çok uzun süre beklettiği o son 1 günlük gençliğini de geri alamayınca üzüntüden veya şoktan ölüyor. Bu hikaye biraz, geçmişte yaşamanın da bize bulunduğumuz yaşın güzelliklerini kaçırttığını ve şimdiyi yaşayamadığımızı da anlatıyor sanki..
Her yaşın ayrı bir güzelliği var ve her yaşımızı zamanın akışının bilincinde olarak, keşke demeden, yarına ertelemeden, geçmişle barışık halde ve geleceğe de umutla bakarak yaşamalıyız sanırım. Benim yorumum da bu kadarcık olsun :)
Günaydın Bilgecim,
Masallar karışmış Pamuk Prenses 7 cücesi olan, seninki külkedisi yani Sinderella saat 12 den önce eve dönmesi gereken ;) ve cidden bizim prenses de bir nevi külkedisi olmuş.
Pudralı prensesler gerçekten Alman (günümüze göre Avusturyalı:)) galiba, cümlede bir hinlik var sanmıştım ama Viyana'ya gidip gelmesinden bahsediliyormuş, dikkat etmemişim. Memleketi orası demek, bu Alman prenseslerin gidip İtalya'ya yerleşme merakı var o zaman bu durumda:)
Öncelikle hoş geldin Hülya:) Bende sana yazmayı planlıyordum nerelerdesin diye:))
Evet "Kaçan Ayna"yı okudum. ve evet dendiği kadar varmış, bence de okumalı herkes. Geçmiş/ gelecek, ve bu zaman çizgisinde "BEN"... okuyun sizde:)
Merhabalar.
Öyküyü ben de yeni okuyabildim. Hatta Kaçan Ayna'yı da okudum, onu daha çok beğendim:) Papini'yi GOG adlı kitabıyla tanımıştım daha önce, bitiremediğim bir kitaptı diye hatırlıyorum ama çok renkli, farklı bir kitaptı. Her bölümde ana karakterin bilim-sanat dünyasından ünlü insanlarla yaşadığı çeşitli maceralar anlatılıyordu.
Antolojideki "Ödenmeyen Gün" öyküsüyle ilgili ise hepimiz hayatın değerini bilmek ile ilgili dersler çıkardık galiba. Gerçekten gençken o bir yılın önemi olmuyor ama yaşlanınca bir tek gün gençlik için neler vermiyor insan... Önceki haftalarda okuduğumuz H.G. Wells'in öyküsünde de gençliğin çalınması işleniyordu, biraz onu da hatırlattı konu olarak.
Öyküdeki karakterler de ilginçti bence. Hayatını danslarla, eğlencelerle, sürekli değişen sevgililerle geçirmiş yaşlı prensesler mesela, ironik bir şekilde belirtildiği kadarıyla hepsi Almanmış:) Ruslar Almanları eleştiriyorlar hep altan alta, İtalyanlarda da tam tersine Alman olmaya özenmek mi söz konusu acaba, bunu merak ettim gerçekten. Ve kızı için ömür bankacılığı yapan adam da çok ilginçti. Sözünde duran ve evladını seven iyi bir insan olduğu izlenimini çok güçlü verebiliyordu. Yaptığı iş de ilginç, tıpkı bir banka gibi, birinden alıp diğerine veriyor, diğerine ödeyeceği zaman gidip başkasından alıyor. Bu hesapta kızının ayakta kalmasını sağlayan şey yeterince çok müşterisi olması ve ömürlerini talep etmeyip mevduat olarak tutmaları. Tıpkı gerçek anlamda hiçbir şey üretmeyen bankaları ayakta tutan biz olduğumuz gibi.
-
Özlem Kaçan Ayna'yı da okudun mu? Öyküde geçen gelecek ile ilgili tirada bayıldım. Okumayan varsa tavsiye ederim, Özlem kitabın tamamını göndermişti zaten sağolsun:)