Birlikte seçelim, birlikte okuyalım, isteyen ve okuyanla birlikte tartışalım📖📚📒
Ana karakterin normalde şüpheci olmasına rağmen kendisine miras bırakılacağı zamanki şüphecilikten uzak düşünceleri dikkate değer. İnsanlar böyle dolandırılıyor galiba.
Hikayenin sonu insanın içini rahatlatıyor çünkü sahtekar ihtiyar da istediğine ulaşamıyor.
Şunu sorgulamak gerekiyor, tekte istediğimiz şeyler aslında istediğimiz şeyler mi? Ben 'köy yaşamını, tarımı, hayvancılığı bilmeyen insanların şehirden kaçıp kendi üretimi ile yaşama güzellemesi yapmasına' benzettim bu durumu biraz.
Bir öykü gününden de herkese merhaba:)
Kısaca yazarımızı anlatalım,
Herbert George Wells 21 Eylül 1866’da Bromley, İngiltere’de işçi sınıfı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Profesyonel bir kriket oyuncusu olan babası aynı zamanda hırdavatçıydı. Henüz 7 yaşındayken hayata gözlerini yuman kız kardeşi gibi George da çok sağlıklı bir çocuk değildi ve ailesi onu da kaybetmekten çok korkuyordu. Birkaç ay boyunca yatağa bağlı kalmasına sebep olan bir kaza, Washington Irving ve Charles Dickens gibi isimlerin eserleriyle tanışmasını sağlamıştır. Yatakta okuyarak geçirdiği bu dönem, aynı zamanda edebiyat tarihine H. G. Wells adını yazdıran sürecin başlangıcı olacaktır.
İlerleyen zamanlarda hırdavatçı dükkanlarının kapanmasıyla Wells ailesi ekonomik yönden zor bir döneme girdi. Çocuklar bir manifaturacının yanında çırak olarak çalışmaya başladı. Annelerinin temizliğe gittiği evdeki geniş bir kütüphane, George için büyük bir keşifti. Orada Jonathan Swift ve Voltaire’in de dahil olduğu Aydınlanma Dönemi eserleriyle tanıştı. Zamanla manifaturacıdaki işinden nefret etmeye başladığı için işi bıraktı ve Normal School of Science‘tan burs kazanıp eğitimine devam etti. Burada diğer konuların yanında fizik, kimya, astronomi ve biyoloji eğitimi aldı. Aldığı eğitimin yanında yazar olabilmek için de çok çaba harcadı. Okul yıllarında, zaman yolculuğuyla ilgili bir kısa hikaye yayınladı. The Chronic Argonauts adlı bu hikayesi, gelecekteki başarılarının da habercisi olmuştur.
Wells’in edebiyat dünyasında bilinen bir yazar haline gelişi, 1895 yılında The Time Machine romanının yayınlanmasıyla olmuştur. Zaman makinesini icat eden bir İngiliz’in hikayesini anlatan kitap, okuru eğlendirmesinin yanı sıra buluşun sosyal ve bilimsel yönünü de açıklamaktadır.Wells, bazıları tarafından bilimsel olarak adlandırılsa da aslında bilmkurgunun ilk örnekleri olarak gösterilebilecek kitaplar yazmaya devam etti. Kısa süre içinde The Island of Doctor Moreau (Doktor Moreau’nun Adası, 1896), The Invisible Man (Görünmez Adam, 1897) ve The War of the Worlds (Dünyaların Savaşı, 1898) kitaplarını yayınladı.
Hayatı boyunca sosyalist fikirleri destekledi. Sosyal reformları ve sosyalizmi savunan Fabian Society grubuna üyeydi. Toplumsal sorunları ve ekonomik eşitsizlikleri yapıtlarına da taşıdı. Wells’in en beğendiği çalışması olan Kipps (1905) bunlardan biridir.
1920 yılında yayınlanan The Outline of History (Cihan Tarihinin Umumi Hatları), yaşamı boyunca en çok satan yapıtıdır. Üç ciltlik eserde, tarih öncesi dönemlerden 1.Dünya Savaşı’na kadar olan sürede geçen olaylar anlatılır. Bu kitap, M. Kemal Atatürk tarafından değerlendirilmiş ve “kalıcı dünya barışı için uluslararası hükümet” görüşü Nutuk‘ta yer almıştır. Wells, ilerleyen yıllarda bir savaş daha olacağına inanıyordu. Küresel sosyalizm için lobi çalışmaları yürüttüğü sırada, tek bir dünya hükümeti kurulmasını önermişti. Bu dönemde Wells, politik yeteneklerini de geliştirmek için iki kez İşçi Partisi’nden milletvekili adayı olmuşsa da seçilememiştir.
Uluslararası üne sahip olan yazar, sık sık seyahat ederdi. 1920 yılındaki Rusya ziyareti sırasında Vladimir Lenin ve Leon Trotsky ile tanıştı. Yaklaşık on yıl sonra Josef Stalin ve Amerikan başkanı Franklin D. Roosevelt ile de tanışma şansı buldu. Radikal sosyal görüşü ile bilinirliği arttıkça konuşma yapmak için çeşitli bölgelere davet edildi. 1940 yılında Amerika’da bulunduğu sırada Two Hemispheres – One World başlıklı bir konuşma yaptı.
H. G. Wells, 1891 yılında kuzeni Isabel Mary Wells ile evlendi, fakat bu evlilik çok uzun sürmedi. Daha sonra Amy Catherine “Jane” Robbins ile başlayan ilişkisi, Isabel’le resmi olarak boşandıktan sonra evliliğe dönüştü. Çiftin George Philip ve Frank adında iki çocukları oldu.
Cinsellik konusunda oldukça açık fikirli olan yazar, evliliği başka ilişkiler yaşamak için engel olarak görmezdi. Birkaç ilişkisi daha olan Wells, sonraları Jane’den ayrı yaşamaya başlamıştır. 1909 yılında Amber Reeves ile olan ilişkilerinden Anna-Jane adında bir kız çocuğu dünyaya geldi. Feminist yazar Rebecca West’ten de Anthony adında bir erkek çocuğu vardır. Jane 1927 yılında kanserden hayatını kaybetmiştir.
Wells yaşamının son anlarına kadar üretmeye devam etti, fakat tutumu gittikçe karamsar bir hal aldı. 1945 yılındaki son çalışması olan Mind at the End of Its Tether makalesinde insanlığın sonundan bahsediyordu. Bazı eleştirmenler Wells’in kötüye giden sağlık durumundan dolayı bu kadar karamsar ve umutsuz bir gelecek tasarladığını düşünmüştür.
13 Ağustos 1946 yılında Londra’daki ölümünün ardından H. G. Wells yazar, tarihçi ve sosyalist bir kişi olarak anıldı. Eserlerinde öngördüğü birçok şeyin bugün gerçekleşmesi ona Geleceğin Babası unvanını kazandırmıştır. Günümüzde ise Bilimkurgunun Babası olarak bilinmektedir.
Hikayesi çok hoşuma gittiği için aslında okuduğum yerden tamamını aldım. saygısızlık olmasın makalenin kopyaladığım internet adresi
https://www.bilimkurgukulubu.com/edebiyat/yazarlar/sosyalist-bir-bilimkurgu-yazari-h-g-wells/
Özellikle Atatürk'ün geçtiği bölüm beni duygulandıran bir bölüm oldu. Atatürk'e ait bir şey, onun sevdiği bir şey, değer verdiği herhangi bir bilgi vs beni hep duygulandırır.
Hikayemize gelince sanırım hepimiz keşke o içkiyi içmeseydi demişizdir herhalde:)))
Kişinin kendisini benliğini/özünü koruyup bedenini değiştirmesi ve bunu bir oyun kurgulayıp karşısındakini de o oyunda kandırması.... gerçekten konu olarak çok ilgi çekici ve gerçekliğinin olması durumdan ise dehşet verici bir durum... Eden'in çaresizliği beni germedi değil...
Ölümsüzlüğün bu güne değin çok önemsenmesi ve araştırılması bana göre insan egosunun nerelere varacağını gösteren önemli arayışlardan biridir. Bulunmuş mudur bulunması yolunda önemli bir yol kat edilmiş midir bilmem ama bulunmaması temennimdir:))
İhtiyarın birkaç defa ister misin demesine rağmen gencin evet cevabı vermesi bu benzetmeyi hissettirdi bana Gerek çevremde gerek sosyal medyada gerekse daha gençken kendimde bu tarz yaşama(köy yaşamı) karşı mutluluk beklentili bir ilgiye şahit oldum. Detaylı düşününce ve bu işleri bilen arkadaşlarımla konuşunca işlerin aslında hayallerdeki gibi olmadığını anladım. Geçenlerde bir twitter paylaşımında görüp uzerine düşünürken hikayeyi okuyunca böyle bir bağlantı canlandı zihnimde.
Bende insanların hep ellerinde olmayan koşullarda mutluluk aradıklarını, sahip olduklarını anlamlandırmayı mutluluk nedeni olarak sahip çıktıklarını görmedim. Zenginlik ,mal ,mülk ,şan ,şöhret bunlar hep hayal edilen rol ve statüler. Toplumsal tabakanın alt üst tabakanın koşullarına sahip olmak ister, üst tabaka/burjuva da elindeki arttırıp hiç ölmemek ister!!! Kimse “birey” den bahsetmez. Maalesef hayat maddi gerçekler üzerine sürdürülen bir sahne.
İyi pazarlar🙋🏻♀️
Wells'in hikayeleri gerçekten ilginçmiş, okumak çok hoşuma gitti. Bilge kitabın tamamını göndermişti, okumaya devam edeceğim. Özlem, bilgiler için de eline sağlık yine. Atatürk ile ilgili bilgi de hoş gerçekten, bir devlet insanının böyle şeyler okuyup daha iyi bir dünya hayal edebilmesi ne kadar önemli bir şey, bunu daha iyi anlıyoruz. Bazı günümüz siyasetçileri gibi özet okumanın işe yaramadığı açık;)
Özlem ve Simurganka güzel bakış açıları getirmişler. Ölümsüzlüğü arzulayan insana en eski mitolojik öykülerde bile rastlıyoruz, temel problemlerinden biri insanın. Ve ölümsüzlüğü arzulayan insanların nasıl kötü olabileceğini de yine edebiyat sayesinde biliyoruz bence.
Simurganka'nın yazdığı şey de gülümsetti gerçekten, aynen böyle dolandırılıyoruz galiba, para havadan gelirken iyi, giderken haksızlık... Bu arada bilip bilmeden köy yaşamına güzelleme yapıyor olmamız konusu (ben de bu kişilerden biri sayılırım:)) öyküde Mr. Eden'in yaşlı filozofun geçmişini almayı bile isteyeceğini söylemesi üzerine mi geldi acaba?
Okurken öykünün bana en çok düşündürdüğü şeye gelince, Mr. Eden'den çok Mr. Elvesham'a odaklandım ve hasta bir insanın bedeninin kendine ihanet etmesine bozulmasını hissettim sanki. Hastalığı ve yaşlılığı bilen biri tarafından yazılmış gibi. H. G. Wells bu kitabı 1911 yılında yayımlamış, hikayeyi yazdığında çok yaşlı değilmiş ama yazarların hayal gücü yok mu... Her şeyi önceden bilebiliyorlar belki de.
Öyküyü cuma günü okudum, üzerinde biraz düşünüp fikir yürütebilmek amacıyla da hemen yazmadım. Ama düşündüm düşündüm yazacak çok bişey bulmadım:))
Yazar fikirleri itibari ile sosyalist bir insan. Hikayede de Bay Eden'e ait sözlerle metafizik olgulara inanmadığını söylemesine rağmen öykü metafizik bir kurgudan ibaret. Bu karşıt ilişki bana ilginç geldi aslında. Özlem'in alıntıladığı, yazarın biyografisinde ona bilimkurgunun babası yakıştırması yapıldığından bahsediyor. Öngördüğü pek çok şeyinde gerçekleştiğinden... Okul yıllarında zaman yolculuğu ile ilgili hikaye yazması sonrasında aynı konu ile ilgili kitabı, bilime olan ilgisi yazarın bu konuya metafizik bir yaklaşımdan ziyade gerçekleştirilebilecek bir proje gibi bakmasına sebep olmuş gibi geldi bana.
Hikaye durum hikayesi kategorisene girer sanırım. Nitekim yazar tarafından net bir hüküm verilmemiş. Bay Eden uyanıyor ve kendini Elvesham'ın bedninde buluyor . Bunu ispatlamaya çalışırken de ölüyor. Aynı zamanda Eden'in bedenine giren Elvesham' da hemen hemen aynı zamanlarda arabanın altında kalarak ölüyor.
Hikaye olarak bana Ömer Seyfettin'in erkek olmak isteyen Ayşe'nin gökkuşağının altından geçerek bu arzusuna kavuştuğu hikayeyi hatırlattı. İki öyküde de metafizik ögeleri içeren bir değişim söz konusu. Ancak Ö.Seyfettin öykünün sonunda Ayşe'yi bir rüyadan uyandırarak konunun imkansızlığına vurgu yapar. Ancak H.G.Wells bu tür bir sonuca varmamış. Öyküyü gerçek gibi değerlendirmemizi istemiş. Sadece iki isminde öldüğünü biliyoruz ama bu ölümlerde de farklı bir ima var sanki. Ruh değişse de beden ölünce geriye çok da anlamlı bir şey kalmıyor demek istermiş gibi...
Merhaba Arkadaşlar,
H.G.Wells'in ilk okuduğum kitabı Görünmez Adam. Daha sonra Zaman Makinesi'ni okudum, bu da okuduğum ilk hikayesi oluyor. Wells aldığı eğitimlerle bilimsel konulara ve olasılıklara vasıf bir yazar, bilim ışığında olabilecek şeyleri hayal edip yazmış ve çoğu bilim kurgu filmine de fikir babası olmuştur (Görünmeyen Tehlike (2000), Geleceğe Dönüş serisi vb.).
Hikaye bana tanıdık geldi şöyle ki, bir yaz kuzenimle sinemada anlık bir kararla (baş rolde de Kate Hudson olunca kötü olamaz deyip) İskelet Anahtar (2005) filmini izlemiştik ve kurgusuyla beni bayağı etkilemişti. Yaşlı birinin bedenini genç birinin bedeniyle değiştirmesini ilk bu filmde izlemiştim, ama bunu büyüyle yapmıştı. Daha sonra birkaç korku filminde de aynı konuyu gördüm, ama benim için en etkileyicisi İskelet Anahtar filmidir hala :) Bu filmlere göre olay metafizik gibi.
Wells'in Görünmez Adam kitabında ana karakter Griffin çok zeki bir bilim adamı, görünmezliği buluyor ve bunu ışığın kırılmasıyla açıklıyor. Yanlış hatırlamıyorsam şöyleydi kitapta; cisimlerin görülmesi ışığı kırma, emme ve yansıtma durumuyla alakalı olduğuna göre eğer cismin içinden ışığı kırmadan geçirebilirsek o cisim görünmez. Griffin albino, antisosyal ve çok zeki bir bilim adamı olarak görünmezliği kafaya takmış biri. Görünmezlik iksirini bulup deniyor ve görünmez olmayı başarıyor fakat bu seferde görünür olmayı beceremiyor. Aslında konu görünmezlik değil kitapta, görünmez olmayı başardığında yapabileceklerin.. Ve Wells bunu sempatiden uzak bir ana karakter üzerinden çok güzel vermiş.
Bunu niye anlattım peki :) Bence Wells bu hikayede de aynı şeyi yapmış; ortada bir iksir, bir toz var ve bedenler bu şekilde yer değiştiriyor büyük ihtimalle yani bir miktar bilimsellik olabilir (Elvesham Matematik Felsefesiyle de uğraşıyormuş örneğin) ama olay bu değil, olay bu durumun ahlaki olarak doğruluğu ve iki tarafında bu durumdan zararlı çıkması. Eden para için, haberi bile olmadan genç bedenini verdi; koskoca Felsefecinin bundan ne çıkarı olacağını düşünmeden, sorgulamadan sadece amaca yönelerek... Yaşlı Elvesham baştan beri hep şüpheli davrandı aslında, yer yer mimikleri ile içindeki kötüyü, kıskanç insanı ortaya çıkardı ama Eden bundan şüphelenmedi zenginlik hayalleri gözünü kör etmişti. Ama Elvesham'ın da düşünemediği bir şey var "Hayat sen planlar yaparken başına gelenlerdir", tekrar hayata başlayacağını düşünürken bir kazaya kurban gidebileceğini hiç hesaba katmamıştı..