Birlikte seçelim, birlikte okuyalım, isteyen ve okuyanla birlikte tartışalım📖📚📒
Okuduğum öyküye gelince...
Masal tadında bir öykü okudum. anlaşılır bir dil ve ne anlatmak istediğini bir yazar. Maddesel dünyanın manevi dünyadan hiç bir zaman üstün gelemeyeceğini, fiziksel görüntünün aklın/bilginin göstergesi olmadığını; İnsanın kendini gerçekleştirmesinin "insan" olma yolunda ne kadar önemli olduğunu ve en önemlisi İyi Nedir? Doğru nedir? gibi felsefi soruların "bence" değişmeyen ortak tanımlamaları olduğunu gösteren güzel bir öyküydü.
"Yüzü her zaman olduğu gibi çirkin ve anlamsızdı. Ne düşündüğünü bilemezdiniz. Oysa suda boğulmuş küçük Fino'sunu, boğularak öldürülen papağanı, insan olsun hayvan olsun tüm varlıkların her an yok olmaya çok yakın olduklarını ve bu dünyada hiçbir şeyi ölümün kesinliği kadar iyi görüp anlayamayacağımızı düşünüyor; babasını, vatanını ve tüm yaşamını gözünün önüne getiriyordu. Çoğu zaman bilge insanların aptallara hizmet ettiklerini ve çoğu insanın yaşamının kötü bir güldürüden öte bir şey olmadığını düşünürken, yüzüne bir anlığına bir gölge düşer gibi oldu. Gözü pahalı giysisine
takıldığında da kendini gülmekten alıkoyamadı."
Birçok şeyi bir paragrafta özetlemiş yazar. Haksız mı?
Keyifli okumalar:)
Merhaba İyi haftalar herkese.
Yazarımızı tanıyalım...
2 Temmuz 1877’de Almanya'nın Württemberg eyaletine bağlı Calw şehrinde doğmuştur.Hıristiyan bir misyoner aileden gelmekle beraber tutucu ve entelektüel bir aile ortamı içinde büyümüştür.Babası Rus İmparatorluğu'nun bir Baltık Alman vatandaşı olduğu için (Estonya o zamanlar Rusya'ya bağlıydı.) Hermann Hesse de köken olarak Rus uyrukludur. Johannes Hesse, 1873'den beri Calw şehrindeki "Calw Yayınevi" cemiyetinin bir üyesiydi.Hesse, çok yaratıcı bir çocuk olduğu gibi güçlü bir ifade mizacına da sahipti. Yeteneği daha erken yaşlarda fark edilmiştir. Şiire ilişkin herhangi bir fikir eksikliği olmayıp harika resimler yapardı.Hermann Hesse'nin yaşamının ilk yıllarını sürdürdüğü dünyasında, bir taraftan Suabiya'daki (Suabiya Almanya'nın güneydoğusunda bulunur, dili Suabiya dilidir.) aşırı dindarlık ruhundan etkilenmiştir. Hesse gençlik zamanında, eski dönemdeki Gerber’in locasından oldukça etkilenmiştir. Hesse’nin Calw şehrinde en sevdiği yer Nikolaus köprüsüydü ve sık sık oraya gider ve orda otururdu.
Çeşitli kurumlar ve okullar arasındaki macera yolculuğunun başlamasıyla, anne ve babasıyla şiddetli tartışmalar içerisine girmiştir. Hermann Hesse kötü bir dönem geçirmiş ve 20 Mart 1892 tarihli mektubunda da intihar düşüncesini dile getirmiştir. İntihar girişiminde bulunduktan sonra, Christoph Friedrich Blumhardt kontrolünde bulundurmak üzere Mayıs 1892'ta Bad Boll isimli enstitüye yatırılmıştır.Carl Jung’un öğrencisi Lang’ın tedavi ettiği Hesse’nin ruhbilime ve Jung'a duyduğu ilgi bu durum sonrasında körüklenerek iç dünyasının zenginleşmesine neden olmuştur. Hesse on beş yaşında bir gençken, davranışları sebebiyle anne ve babası tarafından Stuttgart yakınlarındaki Remstal Stetten'de sinir hastalıkları hastanesine getirilmiş, burada bahçede çalışmış ve zihinsel engelli çocukların eğitimi konusunda yardımcı olmuştur. Burada buluğ çağına girmesiyle beraber, ailesinin kendisini pek anlamadığı duygusu ve yalnızlığıyla, 14 Eylül 1892 tarihinde babasına bilindik ve suçlayıcı bir mektup yazmıştır, ona yazmış olduğu mektupta öncekinin aksine artık kendisinin, oldukça açık yüreklikle kendini ifade ettiği ve bundan böyle daha mesafeli duracağı söz konusuydu. Dipnot olarak da şunu eklemiştir: "Bu olayda artık kimin aklının eksik olduğu konusunda endişelenmeye başladım". Anne babasını ve dünyayı geride bırakıp gitmek için Tanrıya yalvarıyordu ve ailesinin tutucu dini gelenekleri arkasında sadece ikiyüzlülüğü görmüştür.
1892 yılının sonunda eğitimine devam etmek üzere Cannstatt’taki liseye başvurmuştur. 1893 yılında girmiş olduğu sınavı geçmesine rağmen, okula devam etmemiştir.
Deneyimleri (1894 – 1895)
Eğitim sistemindeki kısıtlamalar ve misyoner babasının dinsel baskıları Hesse'yi çok rahatsız ediyordu. Bu yüzden kendi yolunu bulmak için uzun süre mücadele etmek zorunda kalan Hesse, bir kitapçıda çalışmaya başladı. Neckar Esslingen şehrinde üç gün süren kısa kitapçılık işinden sonra, Hesse 1894 yılının yaz başlarında Calw şehrindeki saat kulesi fabrikasında 14 ay kadar makinist çıraklığına başlamıştır. Lehim yapan Hermann Hesse, işin mekanik yapısından bunalmış ruhunda çıkış noktaları aradığı bir dönemde edebiyata ve entelektüel bir tartışmaya yönelmiştir.1895 yılının ekim ayında Tübingen’de yeni bir kitapçıda ciddi olarak çalışmaya başlamıştır. Daha sonra gençlik döneminde yaşadığı deneyimlerini "Çarklar Arasında" isimli romanında işlemiştir.
Uzun zamandır kan kanseri olduğunu bilmeyen Hermann Hesse 9 Ağustos 1962’de beyin sektesinin sebep olduğu uykusundayken öldü.
Edebi Yönü:
Hesse'nin ilk eserleri 19 yüzyıl geleneği doğrultusundadır: Şiiri Romantizm akımının etkisi altındadır aynı şekilde “Der Grüne Heinrich“in yazarı Gottfried Keller’in sonrasında gelişim romanı olarak bilinen türde yazdığı “Peter Camenzind“ kitabının dili ve üslubu da Romantizm akımının yansımalarını gösterir.Hesse, içerik olarak Yaşam Reformları’nın ve Gençlik Hareketleri’nin bir yönelimini benimsediği, büyüyen sanayileşme ve şehirleşmeye karşı hareketlerin içinde bulunmuştur. Özellikle Gusto Gräser’ın yaşadığı civardaki Monte Verita onun için sembol olmuştur. Biçimdeki ve içerikteki yeni romantikçi bu tutumdan Hesse daha sonraları vazgeçmiştir. Şehir ve kırsalın karşılaştırılması ve kadın erkek zıtlığında kendini gösteren “Peter Camenzind”in tezatlı yapısı buna karşılık Hesse’nin sonraki önemli eserlerinde de (örneğin “Demian” ve “Bozkırkurdu” eserlerinde) hala görünmektedir.
Psikolog Carl Gustav Jung’un prototip öğretisiyle tanışıklığı, hatta Jung’un psikoloji çalışmalarına olan bu ilginin Hesse’nin eserleri üzerinde somut etkisi olduğu, ilk olarak “Demian” romanında kendini gösterir. Kendi kendini keşfetme ve ruhsal evrende gizemli olanın ardında öz kimliği yaratma çabaları ile Jung Psikolojisine doğrudan bağlantılar, Hesse’nin arkadaşı Gusto Gräser’in de işaret ettiği bir durumdur. Genç bir insana kendine giden yolu açan eski arkadaşı ya da ustası, kitabın merkezi konusu halindedir.
Hesse’nin eserlerindeki başlıca diğer bir yaklaşım her şeyden önce (ama sadece) “Siddharta” romanında bulunan spiritüalizmdir. Hint bilgelik öğretileri, Gusto Gräser’in ona tanıttığı Taoizm ve Hıristiyan mistiği onun arka alanını oluşturmuştur. Birey üzerine bilgeliğe giden yolu açan ana eğilim paralelleri daha çok Theravada Budizm’inde bulunsa da Asya öğretisine hitap etmeyen tipik batı yaklaşımıdır. Bazı eleştirmenler, Hesse’ye, kendi kişisel dünya görüşünü ve ruhsal durumunu aktarmada edebiyatı kullandığına yönelik bir karşı argüman öne sürmüşlerdir.
Hesse’nin tüm eserleri güçlü bir otobiyografik bileşimi barındırır.
Hesse hayatı boyunca o zamanda bilgi aktarma, teşvik ve yapıcı eleştiri alanlarında onunkiler gibisini aratan kalite ölçütleriyle 60 farklı gazete ve dergi için yazdığı yaklaşık 3000 kitap eleştirisi hazırlamıştır. Thomas Mann gibi, Hesse de Goethe’nin çalışmalarıyla yoğun bir şekilde uğraşmıştır.
Hesse’nin kitaplarının eleştirileri o zamana dek tanınmayan yazarların kitaplarından Asya kültür çevrelerindeki felsefi çalışmalara kadar uzanmıştır. Bu çalışmalar bugün dahi varlığını sürdürmekte; özellikle 1970’li yıllarda batının da edebiyat, felsefe ve düşünce ortak mirası olmadan önce Hesse tarafından keşfedilmiş ve gerekli çalışmaları yapılıp kullanılır duruma getirilmiştir.
Özlemcim eline sağlık. Sayende yeni bir yazarı daha yakından tanıdık.
Öykü seninde bahsettiğin gibi masal tadında. Oryantalist bakış açısının hakim olduğu bir üslubu var yazarın. Doğunun gizemi, entrikaları, duygulardaki aşırılık hepsi öyküde yer bulmuş. Karakterlerde bir o kadar ilginç. Güzelliği ile meşhur bir kadın (prenses); gururlu, zor beğenen, bencil, maceraperest bir genç, denizci, yakışıklı, hercai, sadist ve egosit, çirkin ama bilge bir cüce.
Hesse bu kısa öyküsünde kader ve maddi manevi olgular üzerine düşüncelerini simgeler aracılığı ile aktarmış okuyucuya. Güzel ve yakışıklı kahramanların ruh dünyası olabildiğince boş ve çirkindir. Fiziksel özellikleri onları mağrurlandırır. Özgüvenleri tavan yapmıştır. Beri tarafta çirkin ama yine özgüveni yüksek bir cüce vardır. O da gücünü bilgeliğinden ve çirkinliğin ona tanıdığı umarsızlık hakkından alır. En yakın dostu gariptir ki insanlar aleminden değil canlılar alemindedir.
Egosit yakışıklı onu bu dostundan sadist bir biçimde ayırdığı için onunda karanlık yönü ortaya çıkar ve canı pahasında olsa intikamını alır. Bunun için sabırla o imkanın oluşmasını bekler. Bu durumda onunda çok masum olduğunu söyleyemeeyiz sanırım. Yani öykümüzde doğu masallarında olduğu gibi , iyiliğin gücü ile kazanan bir timsal bulunmamaktadır. (Bunun sebebide avrupanın aksak oryantalist bakış açsınıda gizli diye düşünüyorum. )
Aslında kendi canına kıymak gibi bir niyeti yoktur ama uyanık yakışıklı onun kendisine bilendiği düşünüp verdiği şarabı önce kendsinin içmesini ister. Bu da kaderin bir oyunudur ve cüce intikamı uğruna şarabı yudumlar . Ölür.
Gelip geçici dünyada herkes ektiğini biçer.
Merhaba.
Öykü masal tadındaydı gerçekten. Bir yandan da gerçekçiydi, masallar dünyasına gerçek dünyadan hareket ediyorduk. Kader üzerine de düşündürdü biraz, herkesi reddeden taş kalpli güzel kadın muhakkak kötü birine aşık olacak ya da cüce ile köpeğin sevgisi o kadar saf ki, mutlaka başlarına kötü bir şey gelecek diye düşündürüp sonra gerçekten geldiğini gösterdi bize. Masallarda hep böyle olur diye belki ya da böyle şeyler olmasa zaten ortada masal olmazdı. Sıradan hayatını yaşayıp giden mutlu aileleler masalların konusu olamamış hiçbir zaman.
Öyküyle ilgili benim de en çok dikkatimi çeken bölüm tam da Özlem'in alıntıladığı yerdi. Ölümün kesinliği, bilge insanların aptallara hizmet etmesi ve yaşamın kötü bir güldürüden ibaret olması... Filippino gerçekten bilge biri gibi düşünüyor. (Bence de haklı Özlem:))
Hermann Hesse'in doğu edebiyatıyla ve efsaneleriyle ilgili araştırmalar yapmış biri sanırım. Öyküde doğu referansları var bolca. Ayrıca Filippino'nun güzel masal anlatabilmesiyle ilgili şöyle deniyordu: "Çünkü o anlatım sanatını, hepsi birer sihirbaz olan ve dinleyenlerin ruhlarıyla bir çocuğun topla oynadığı gibi kolayca oynayan masalcıların önemsendiği Doğu ülkelerinde öğrenmişti." Burada, doğudaki bu cevhere saygı mı duyuyor yoksa eleştirmek mi istiyor pek anlayamamıştım başta ama öyküdeki kötülük kaynağı "doğudan gelen esmer Baldassare" olduğu için hafif bir eleştiri var diye düşünmeye başladım. Doğu'yu insanın aklını başından alan, başa türlü felaketler getiren masallar diyarı olarak görenlerin sayısı hayli fazla galiba. Dinleyenlerin ruhlarıyla bir çocuğun topla oynadığı gibi kolayca oynayan Doğu masalcılarına da iyi gözle bakmıyor Hermann Hesse sanki.
Özlem yazar hakkında bilgiler için teşekkürler yine.
Bilge ile aynı anda yazmışız galiba, yeni görüyorum yazıyı:)