içinden ankara geçen şarkı da olmaz mı?.
http://fizy.com/#s/1yw5d3
‘’ Altı yaşında bir yaprağa dokundum ve dedim ki sevgili yaprak seni hiç unutmayacağım. Yedi yaşında gasp ettim hain bakkalı ve siyah beyaz televizyonda seyrettim ilk Pembe Panter’i. İkinci çinkoda kaldım 1989 yılbaşında. Malmö maçından sonra oturup ağladım. Körfez Savaşı’nda Amerika’yı tuttum. Petrole bulanmış o hüzünlü karabatak kuşu yüzünden. Çok sonra öğrendim Alaska’daki bir tanker kazasında kirlenen kuşların görüntüsünü kullandıklarını. Arapçayı gofret ambalajlarından sökmeye çalıştım ertesi yaz. Gonga vurdum ses çıkmadı o kış, bir rüyada. Kulağıma sinek kaçmasından ve bu sebeple delirmekten korktum birkaç yıl. On altı yaşında, tam söze girecekken tentenin üstünde gezinen kedi bütün çay bahçesini tedirgin etti. Okuldan kaçıp 1 Mayıs’a gittim on yedi yaşında. Ertesi yıl her taraf yıkıldı bir yaz gecesi. Evrenin temel yasası: Bağlı olan her şey bir gün çözülür, atom altı parçacıklar bile. On dokuz yaşında gündüzleri uçarıydım geceleri stoacı. Bulduğum yerde yitirdiğim bir şey vardı o sonbahar, Ankara’ya ilk gelişim. Ama neydi, kim bilir. Çekilen acıların beş saniye içinde kendi kendilerini imha etmelerini istiyordum galiba. Bin kez dinledim şu hüzünlü anonsu: Son istasyon Batıkent. Metronun girişinde yatmıştım bir gece. Altüst, sarhoş, yalınayak. Onca yıl sonra başladığım yerdeydim. Yemiştim Pembe Panter’den beşpençeyi, etkisiz hale getirilmiştim. Orada öyle iki seksen uzanmış, hiç verilmemiş bir sözün gerçekleşmesini beklemiştim. Şimdi ateşe bakıyorum ateşe benzemek için.‘’
Emrah Serbes.
....
İstanbullular Ankara'da, tedirgin ve terbiyeli müsamere çocuğu gibi davranırlar genellikle; Hande hanım da öyle yapmıştı işte. Fotoğrafı görünce Ferhan Şensoy'un vaktiyle söylediği bir cümle geldi aklıma:
"Ankara'da cetvelle çizilmiş bir hayat var. İnsanlar yaya geçidinden geçerken birbirine çarpmıyor bile. Herkes sağdan yürüyor."
Sonra Murathan Mungan'ın ben Ankara'dayken telefonda söylediği bir başka cümleyi hatırladım: "Ankara'dakiler oturma odası terbiyesi içinde yaşarlar. İstanbul'da ise bıçaklar ortadadır."
Hikayenin gerisini ölümüne merak eden herkes gibi ben de İstanbul'a geldim sonunda. Bıçakların şehrine... Döner bıçaklı, çift bıçaklı, muştalı, jiletli, sustalı...
Gösteri sarhoşluğu
"İnsanlar birbirini öldürmeye çalışmıyor burada. Kimse bir diğerinin kendisini öldürebileceğini düşünmüyor." Böyle deyiverdim Mülkiye'nin kantininde öğretim görevlisi genç kadına. Sonra da tahliller ettik eyledik kafa kafaya. Geceleri "arızalar" çıkar İstanbul'da, "arıza kadınlar", "arıza adamlar" pörtleyiverirler mesela İstanbul'da. Terbiyesizlik, orijinallik sayılıyor ya! Neden mesela bu arıza-severlik? Çünkü insanlar İstanbul'da evlerinde buluşmazlar, bu yüzden. İlla ki dışarıda. "Dışarısı" nedir peki? Sahne! Sahnede görünmek için ne yapmalıyız? Bağırmalıyız, olaylar çıkarmalıyız! Neden "star" olmak zorundayız peki? Çünkü görünmezsek yok oluruz! "Birisi" olmalıyız, mümkünse "orijinal" biri. İstanbul'da, o karnaval ve kıyamet şehrinde, bu yüzden oluyor "hukuk dışı" vakalar.
Ama işte insanlar Ankara'da hâlâ evlerinde buluşurlar. Hâlâ çay demleyip konuşurlar.
Düzgün insanlar olarak Ankaralılar filmlerden, kitaplardan, işlerinden, aşklarından, hayattan, müzikten söz edebilirler. Birbirlerine bağırsaklarını göstermek ihtiyacı hissetmezler. Ankaralılar hâlâ birbirlerini evlerine çağıracak kadar insanlığa itimat ederler.
Ankara'da insanlar normal ses tonuyla konuşur, orijinal olmadıklarında da birbirlerini görebilir, kendilerini gösterebilirler...
...
Ece Temelkuran'ın yazısının tamamı şurada;
http://www.milliyet.com.tr/2004/12/26/yazar/temelkuran.html
olmaz mı, hatta ona ayrı başlık bile açabiliriz. :)
Ankara'ya ilk görüşte aşık olmaz insan..öyle havalı bi mimari yapısı yoktur..şehre elinizde bavulla zafer çığlıkları atarak girebileceğiniz bi Haydarpaşa Garı yoktur mesela çünkü yenmek için gelinen bi yer değil çoğu zaman bakanlıklarca atanılan ya da mecburen okumak için gelinen bi şehirdir..o yüzdendir belki de ilk görüşte aşık olamama durumu,zamanla belki seversiniz o ayrı..imparatorluktan cumhuriyete geçilirken iyi niyetle yapımına başlanmış ama sonuçta ortaya çok kötü parçaların çıktığı bi cover albümü gibidir Ankara..bazen öyle sanıldığı gibi bir ucundan bir ucuna 1 saatte gidilebilecek kadar küçük olmayan,bazen de en uzun mesafesi Dost kitabevinden Kocatepe'ye kadar küçük gelen bi şehirdir..ama iyi niyetlidir Ankara,öğrenciyi sever mesela,öyle başka şehirlerdeki ATM'ler gibi yalnızca 50lira ve katlarını çekebilirsiniz demez insana,5lira istediğinizde bile elini uzatır size..çok sigara içilir burda,o yüzden her zaman dumanaltıdır,gridir,pis gelir..Ankara'da bir dostu görme isteği mekandan bağımsızdır,İstanbul'da bi buluşmaya sırf mekan güzel olduğu için de gidebilirsiniz,ama burda gittiğiniz yeri değil,sadece yanına gittiğiniz kişiyi görmek için gidersiniz..hırçındır,serttir,çirkindir Ankara ama kollayıcıdır..Şairin dediği gibi “hasreti nazlı”,ayazı sert,siyaseti çirkeftir..ama bi alıştın mı bu şehre;kimse anlamaz belki ama garip bi bağ ile bağlanır bi dostu sever gibi seversin..
Ve evet Ankara'da gerçekten deniz yoktur… (alıntı) (facebook/ankara)
http://yagmura-kahve.blogspot.com/2013/11/kugulu-parka.html
kasım olunca 3 gün evvel yazdımdı.
sevgiyle.