Kitaplardan En Sevdiğimiz Alıntılar

Bazen öyle bir cümleye rastlarız ki kitapta, o tek cümleden koca bir roman yazılabilir... Bu grup, işte o sözler için...

Dip Not: Her kitap için ya da her yazar için bir konu açıp, o kitaptan veya yazardan alıntıları ekleyebilirz. Bol konulu, bol alıntılı, boooollll paylaşımlı bir grup olması dileğimle :)


Tür: Genel | Açılış, 27 Mayıs 2012
<< tüm tartışmalar

İnsanın Dört Zindanı-Ali Şeriati

Tartışma Cevapları
« geri 1 2

1 ile 10 arası cevap gösteriliyor, toplam 13 cevap.
0 kişiden 0 kişi beğenmiş.

‘’ Jean Isole diyor ki: Bir yazar, baştan aşağı silah ve altına boğulmuş fakat tedavisi mümkün olmayan içsel bir dertten dolayı acı çeken bir şehzadeden bahsediyordu; yani bu şehzade öyküsünün kahramanıydı. Isole, bugünkü Fransa'nın böyle bir şehzadeye benzediğini söyler. Fakat hayır, günümüz insanı böyle altına boğulmuş şehzade gibidir, fakat her zamankinden çaresiz ve acizdir.’’ (Fecr yayınları)

8 yıl, 2 ay     
0 kişiden 0 kişi beğenmiş.

‘’Çünkü sar, insanın düşünme ve ilminden daha üstün bir iştir, eylemdir. Dolayısıyla benim sözüm şudur: Özgürce yaratan ve seçenin dördüncü belirleyicilikten, yani kendi cebrinden kurtuluş yolu, ‘’İsar’’dır.’’ (Fecr yayınları)

8 yıl, 2 ay     
0 kişiden 0 kişi beğenmiş.

‘’İnsanın diğerleri uğruna kendisine karşı kendisini feda ve tanımadan, mantılı yorumlama yapmaktan daha güçlü olmak gerekiyor. Bu, diğer güçlerden daha güçlü bir mantık dışı güç gerektiriyor: benim, kendimi hatta kendimin kendisini istediğim gibi seçebilmem, hatta bu kendini öyle kendinin esiri ve seçici iradesi yapabilmem ve böylece kolayca imanım veya başkaları uğruna kurban edebilmem için bu mantık dışı güç gereklidir. Bu güç ise ‘’din’’dir.’’ (Fecr yayınları)

8 yıl, 2 ay     
0 kişiden 0 kişi beğenmiş.

‘’Beşerin tarihini okuduğunuz zaman, görürsünüz ki beşer budalalıkları tarihi, beşer bilinci tarihinden daha zengin ve daha ilgi çekicidir. Her zaman böyle olmuştur ve bugün de böyledir. Bu anlamda «beşer» doğanın bir mensubudur, değişmez bir tanımı vardır. Tanımı, yeryüzünde elli bin yıl önce ortaya çıkan bir maymundan bugüne kadar değişmiş değildir. Silahları değişmiş, yiyecekleri değişmiş, ancak türü ve özellikleri olduğu gibi kalmıştır. Vahşi ve bedevi bir kavmin başında olan Cengiz, geçmişte oldukça uygar toplumları yöneten büyük imparatorlar, bugünkü uygarlığı çekip çeviren büyük iktisat düzenlerinin, büyük ve güçlü yönetimlerin başında olan kimselerden hiç ama hiç farklı değillerdir. Fark sadece şuradadır: Öncekinin donanımı bugünkü ölçüde değildir, bugünkü uygarlık düzeni içinde eğitim de görmediğinden, gelir ve açıkça, ‘’Öldürmeye geldim’’ der. Konuşma, yalan söyleme ve kitaba uydurup gerekçe bulma yöntemleri gelişmiş, ilerlemiştir,yoksa bozgunculuk (nifak) , yalan, adam öldürme, başkasını öldürüp varını yoğunu yağmalama zevki olduğu gibi kalmış, belki daha da güçlenmiştir. İşte bu anlamda «insan», değişmez tanımı olan ‘’beşer’’dir.’’ (işaret yayınları)

8 yıl, 2 ay     
0 kişiden 0 kişi beğenmiş.

‘’ Bu öyle bir zindandır ki onu kendimle birlikte taşıyorum. Bundan dolayı bu zindana dair bilinç ve tanıma hepsinden zordur.Burada tutsağın kendisiyle zindan birdir. Hastalık ve hasta insan bir ve aynı olmuştur. Bu bakımdan bu hastalıktan kurtulmak zordur.’’ (Fecr yayınları)

8 yıl, 2 ay     
0 kişiden 0 kişi beğenmiş.

‘’ Descartes'ın şu cümlesi oldukça meşhurdur: «Düşünüyorum o halde varım.» Bu, Descartes'ın şüphesidir. Descartes önce her şeyden şüphe etmiş, sonra böyle demiştir «-Fakat şüphe etmekte olduğum hususta şüphe •edemem. Öyleyse varım ki şüphe ediyorum, şu halde ben varım! » demiştir. Sonra da «düşünüyorum o halde varım!» cümlesiyle tanındı, ünlendi ve bütün öğreti veya doktrinini bu cümlesine dayalı olarak ispatlayıp geliştirdi.

İkinci söz Gide'in sözüdür. «Hissediyorum, o halde varım.!» Üçüncü söz de Albert Camus’un sözüdür.: «Başkaldırıyorum, o halde varım! » Bu daha doğrudur. Aslında ‘’var’ olmanın’ bu üç ölçütünden her biri doğrudur. O düşünüyor, vardır ki düşünüyor. Duyumsayan, hisseden kimse, vardır ki hissediyor. Başkaldıran kişi vardır ki başkaldırıyor, isyan ediyor. Fakat burada üç tür «imek» (var bulunmak) vardır.İnsana özgü olan en üstün varoluş «başk,aldırıyorum, o halde varım»dır.
Adem Cennet'te olduğu ve başkaldırmadığı sürece adam değil bir melek* idi. Fakat insan cennette ve cennetin tüketim hayatı içinde isyan ediyor ve o meyveyi yedikten sonra (akıl, bilinç ve başkaldırma meyvesi) vaat edilen cennetten değil, yararlanma, keyif çatma ve hayvani tüketim cenneti olan cennetten kovulup çıkarılır. Sonra yeryüzüne gelir ve gayret, uğraşı, cihat, savaşma ve keşmekeş içinde kendi hayatını, geçimini üstlenme görevini yüklenir. Ana ve baba, çocuklarını evden uzaklaştırdıklarında, bu, o çocukların kendi hayatının sorumluluğunu kendilerine havale etmiş olmalarının alametidir. Bu tam da Sartre'ın •.«delaissement adıyla (egzistansiyalizmin özü) ortaya koyduğu sözün tercümesidir; yani insan kendine bırakılmıştır. Yani tabiatta kendi hayatının sorumluluğu kendisine aittir. Bütün hayvanların ve canlılardan tersine insan için durum budur; Hayvanlara içgüdüsel tabiat hükmeder. ’’ (Fecr Yayınları)

8 yıl, 2 ay     
0 kişiden 0 kişi beğenmiş.

‘’*Guslün sevabı konusunda söylenen şeylerden biri şudur: ‘’Bir kişi gusül abdesti alıp da banyodan çıktığı zaman, vücudundan dökülen su damlalarının her birinde bir melek onu över!’’ Şunu görmenizi istiyorum: İslam’da meleğin makamı ne kadar da düşük ve bayağıdır: Malum düşük görüşümüzle imam ve peygamberi melek aşamasına yükselten bizler, melekleri ne kadar küçültüyoruz. Bunu görün lütfen! Halbuki onların, yani imam ve peygamberin değeri, melek olmada değil insan olmadadır. İmam kapalı kapıdan içeri giriyor, iyi… X ışınları da giriyor! Bu onun için gerçekten bir değer ifade eder mi? İnsan olmada üstün değerler saklıdır. İnsan, İslam’da evrenin büyük ve küçük bütün meleklerinin secde ettiği bir varlıktır. Hala İslam öncesi dinsel görüşümüzle İslami meseleleri inceliyor veya değerlendiriyoruz. Sonra da taklit ve itaat edip kendilerine benzememiz gereken rehberleri götürüp metafizik rafa koyuyoruz;böylece hiçbirimizin eli onlara yetişemez ve onlar bizim üzerimizde hiçbir tesirde bulunamaz; çünkü onlar asla taklit edilemez.’’ (Fecr Yayınları)

8 yıl, 2 ay     
0 kişiden 0 kişi beğenmiş.

‘’ Heidegger, Kierkegaard ve Sartre'ın varoluşçuluk akımına gelince, -Kierkegaard dışında- bu feylesoflar tanrıtanımaz olmalarına rağmen, Sartre, insanın bütün doğadaki varlıklardan ayrı bir yapıya ve yaradılışa sahip olduğunu niçin söylemektedir? Sartre, Tanrı'ya ve metafizike inanmazken, aynı zamanda insanı bütün doğadaki varlıklardan başka olarak kabul etmektedir. Yalnızca tabiat varlıklarından başka olarak kalmayıp ayrıca tabiat varlıklarına karşıt olarak kabul etmektedir. Diyor ki, Doğa'daki bütün varlıkların önce özleri (sosein,wesen, essence, mahiyet), sonra varoluşları, varlıkları (dosein, existence, vücut) belirlenmiş, oluşmuştur. İnsan ise önce varlık kazanır, sonra özü, mahiyeti belirlenir. Niçin böyle söylüyor? Çünkü kendi deyişi ile: «Tanrı'yı kabul etmediğimize göre, insanı ister istemez madde alanına, tabii veya maddi doğaya yerleştirmek zorundayız.» Böylece yine insanı feda etmiş, harcamış, insana kıymış oluyoruz, insan «imek»i (sein, buden) feda etmiş oluyoruz.’’ (İşaret Yayınları)

8 yıl, 2 ay     
0 kişiden 0 kişi beğenmiş.

‘’ Aslında ben ne Naturalizm'i, ne Sosyolojizm'i, ne de Historizm'i tümüyle yadsıyorum; üçünü de kabul ediyorum. Ancak benim kabul edişim şu anlamdadır: İnsan -ki asıl onu anlatmak istiyorum-, bu varlık seçebilir, seçme yeteneği ve imkanı vardır. Bu varlık kendi gelişim ve olgunlaşma süreci içinde gerçekten de bir açıdan ve bir bakıma doğal ve maddi bir oluşum, bir görüngü, bir bakıma Tarih'in biçimlediği bir görüngü, bir bakıma çevre ve toplumunun biçimlediği bir görüngüdür. Bir boy (aşiret) düzeni içinde, boy düzeni yaşama biçimi bireylerin üzerinde ruhsal ve düşünsel özellikler meydana getirebilir, boy düzeninde yaşayan bu yaşama biçimini seçmiş değildir, hiç kimse bunu seçmemiştir, özel bir toplum ve üretim düzeni onları ister istemez çadırda oturan göçebeler durumunda kılmıştır, üretim düzenleri bunu gerektirmiştir. Tabii şartlar da bir başka topluluğun avcılığa koyulmalarına, avcı olmalarına. ormanda yaşamalarına yol açmıştır.‘’

8 yıl, 2 ay     
0 kişiden 0 kişi beğenmiş.

‘’ Doğa'nın bizim üzerimizdeki baskılarından birisi su ve hava yolu ile olmakta idi. Çölde yaşıyorduk, çölün havası ve suyu bizi bağlıyor, baskı altında tutuyordu. Deniz kenarında başka koşullar içinde başka türlü olabilirdik. Bunun gibi doğuda başka ve batıda başka. Dağlık yerlerin koşulları ile ova ve çöl koşulları farklı idi ve farklı durumlar yaratıyordu. Fakat bugün sanayi ve çağdaş uygarlık, insanı her gün doğa güçlerinin ve görüngülerinin (fenomen) zorlayıcı baskısından ve kendilerini zorla kabul ettirme etkilerinden giderek daha çok kurtarmaktadır.’’ (İşaret Yayınları)

8 yıl, 2 ay     
« geri 1 2
Bu gruba katıl!
Grup Kütüphanesi
Tüm Gruplar