Bazen öyle bir cümleye rastlarız ki kitapta, o tek cümleden koca bir roman yazılabilir... Bu grup, işte o sözler için...
Dip Not: Her kitap için ya da her yazar için bir konu açıp, o kitaptan veya yazardan alıntıları ekleyebilirz. Bol konulu, bol alıntılı, boooollll paylaşımlı bir grup olması dileğimle :)
Elbette lale doğuludur. Hristiyanlık kadar, Musevilik kadar, İslamiyet kadar doğuludur yani... Lale utangaçtır, taze bir gelin kadar, iltifat görmüş bir nazenin kadar utangaç yani... Lale altı yaprağı ile hercaidir, batılar ve kuzeyler kadar, alt veya üstler kadar... Lale sabr u sebatın, ölümden sonra dirilmenin adıdır yani, ekim mevsiminde ekilip, nisan mevsiminde açacak kadar. Lalenin serencamı necip Türk milletinin tarihi sayılır yani; ikisininde zaman atlasında yaptıkları yolculuklar sanki örtüşmektedir. Türk milleti de tıpkı lale gibi taşralı olarak nitelendirilmiştir yani. Çünkü o kırda, bozkırda yaşar. Ancak bozkırın tahakkümü onun elindedir. Yani bozkırda söz sahibi odur. Dolayısıyla oranın sultanıdır. Şehre geldiğinde taşralı olarak kabul görmez ve oradan uzaklaştırılmak istenir. Çünkü şehirde yaşayanlara göre yani, medeniyetten bihaber olan Türkler buraya yaraşık değillerdir. Tıpkı kırların çiçeği laleleri bahçelerine almayan milletler gibi yani. Bundan dolayı Avrupalılar Türkleri hep geldiği yere bozkıra geri göndermek isterler yani. Bu isteğe kulak tıkayan ve şehirde bulunanlarla mücadele eden Türkler önce şehre yerleştikten sonra, yani hem kurdukları üç kıtaya yayılan cihan devleti ile hem de oluşturdukları kültür ve medeniyet ile yani, bütün dünya milletlerinin dikkatini çekmiş, sonra da onların gıpta ile baktıkları bir hüvviyete sahip olmuşlardır. Böylece hor görülen, yani tahkir ve tazir edilen, küçümsenen asil Türk milleti tıpkı lalenin ışığı gibi parlayarak bütün dünya devletlerinin sultanı haline gelmiş ve tek güç konumuna yükselmiştir. Çiçekler içinde lale ne ise milletler içinde Türk odur. Öte yandan lale, aşkın adıdır. Hatta belki bağrındaki karalarla aşkın adıdır. Hani şu, bağrını firkat ateşlerinin yaktığı özge aşkın yani... Kadife kadife lalenin taç yaprağı üzerindeki bir çiğ tanesinin yıldırım düşüp de bağrını yakmış gibi... Yoksa yüzlerce lale isminde bunca aşk ahengi ve şiirsellik bulunabilir miydi yani?
-Katre-i Matem-
"Burası kalbinin en değerli yeridir. Burada siyah bir nokta vardır. Canın canı, sevenin cananı buradadır. O nokta, yoğun bir damla kandan ibarettir. Adına 'süveyda' yahut sevda derler. Siyaha çalan rengi yüzündendir bu isim. Çünkü sevda, kara talih içinde, o kara kan damlasında büyür. Bütün tecelli denizleri, bütün aşk fırtınaları, işte o bir damla kanda dalgalanıp çırpınır. Aşırı sevgi bu damlayı tahrip edip dağıtırsa, parçaları bütün vücuda dağılır. Aşk, işte bu dağılmanın adıdır ve o dağılırsa Âşık artık ne yaptığını bilmez olur."
-Od
Taze toprak kokusunun hüznünü kim kabullenebilir ki?!
***
Nefsine ağır geleni sakın kimseye tatbik etme!
***
Birbirimizi o derece sevdik ki, sonunda seven ile sevilenin sıfatları değişti, huylarımızı karşılıklı huy edindik. İkimiz de kendi ihtiyaçlarimizdan geçip, yekdiğerimizin ihtiyaçlarını düşünür olmuştuk. Artık ben dediğimiz de aslında sen demiş oluyorduk. Anladım ki insan, bu dünyaya bir dava için değil bir sevgi için gelebilir.
***
İlk rastladığı kişiye mutlaka " Doğruluk mu daha büyük meziyettir, yoksa yiğitlik mi?" diye sorar, cevap ne olursa olsun, "Bütün insanlar doğru olsaydı yiğitliğe lüzum kalmazdı" derdi.
***
Zavallı, dünyaya eser bıraktığını zannediyordu ama hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayan, sonunda hiç yaşamamış gibi ölen adamlardan bir farkı yoktu.
-Od
"İnsanlar yaradılışları gereği madde ile mana dengesinde yaşamak isterlermiş. Madde tükenince geride bıraktığı boşluğu mana doldurur; yahut mana yükselince madde bedeni terk edip gidermiş."
-Od