Birlikte seçelim, birlikte okuyalım, isteyen ve okuyanla birlikte tartışalım📖📚📒
Merhaba arkadaşlar, ikinize de yorumlarınızdan ötürü çok teşekkürler. Öykü sayenizde çok daha fazla derinlik kazandı bende.
Tekrar merhabalar.
Öykünün adına dikkat etmemişim, Dublinliler'deydi bu öykü, daha geçen ay okumuştum, biraz okuduktan sonra fark ettim:)
Özlem, yorumun çok aydınlatıcı olmuş bence. Pek çok şeye değinmişsin.
Ek olarak şöyle düşünüyorum: Burada kadının tutsaklığı işleniyor gibi ama aslında kitabın geneline bakınca İrlanda'da yaşayan herkesin tutsaklığı işleniyor gibiydi. Bu öyküde de baba ve erkek kardeşlerin de o kadar iyi bir hayatı yok. Hatta erkek kardeşler çocukken şiddet görüyorlar babalarından.
Yalnız İrlanda halkının tutsaklığı biraz da gönüllü bir tutsaklık gibi. Özlem, senin de belirttiğin bağlardan dolayı gidemiyor gibiler. Bu öyküde Eveline şöyle düşünüyor mesela:
"İşi zordu -hayatı zordu- ama şimdi tam da bırakıp gitmek üzereyken o kadar da istenmeyecek bir hayat değil gibi geldi."
Genel olarak bakıldığında kendini tutsak görenler, gitmek isteyip de gidemeyenler alışkanlıktan mı, sevgiden mi, yeni şeyler yaşamaya karşı cesaretsizlikten mi gidemiyorlar... Ya da en başında gitmek istemelerinin sebebi ne, doğdukları şehre sığamamak mı... Öyküler bunları düşündürmüştü en çok. Çok yabancı olduğumuz hisler de değil bunlar sanırım.
Bir de kitabı okuduğum zaman atlamıştım, şimdi öyküyü tekrar okuyunca dikkatimi çekti, evin annesinin ölüm döşeğinde söylediği söz: "Derevaun Seraun" Ne anlama geliyor diye araştırdım şimdi biraz, tam olarak ne anlama geldiği bilinmiyormuş, Galce olduğu düşünülüyor ama hasta yatağındaki annenin telaffuzuna göre yazıldığı için tam çıkarılamıyormuş. "Zevkin sonunda acı vardır" diye çevirenler olmuş ama acının sonu ya da özgürlüğün sonu anlamına gelebileceğini düşünenler de var. James Joyce muammaları bitmiyor gerçekten:)
Hülya'cım elimden geldiğince, kendi çapımda ve bana keyif veren bir şeyler yapıyorum. Aynı keyfi alıyorsak ne mutlu:)
Özlem,
Çok teşekkürler yine ve yine. Sen de olmasan...:) Geçen haftanın öyküsünü okuyordum ben de daha yeni. Bu öyküyü de okur konuşuruz umarım, diğer arkadaşların da katılımıyla.
Bilge de öyküyü göndermiş bu arada, teşekkürler Bilge:)
Selamlar...
Öykümüze gelince,
Bir kadın ve tutsaklığı... Baskıcı, zorba bir baba, yitirilmiş anne ve anneye verilmiş bir söz...Fakat kabuğundan çıkmaya çalışan, özgürleşmek isteyen bir ruh var kaşımızda. Kadını içine doğduğu çevreye, alıştırıldığı hayata bağlayan görülmez derin bağlar var. Çok nadirdir ki bu bağlar kestirilip atılıyor. Nitekim Eveline babasından ve yaşadığı tutsaklıktan( evinden) kaçmak ve özgürleşmek istiyor. Fakat Eveline otoriteyi o kadar içselleştirmiştir ki özgürlüğe bir adım kalmışken yaşadığı ikircikli durumda yeniden tutsaklığına geri dönüyor. Annesine verdiği söz ( aile), dini yargılar ( duvardaki aziz resmi) ve alışkanlıkları ( ev) onu gitmekten alıkoyan psikolojik bağlantılar. Öyküde Eveline'ın kendiyle mücadelesini, anılarını anımsaması olarak görüyoruz. Ayrıca kaçma duygusu o kadar baskın ki, kaçmak istediği Frank’ın zihnindeki belirsizliğini bile görememektedir.
Yazar öyküde bir çok simgesel öğe kullanmış gibi. Ruhsuz Dublin'den capcanlı Arjantin'e gitmek istemesi,duvardaki aziz resmi, annenin vasiyeti, Frank'a yüklenilen ütopik anlam vb.
James Joyce'un yaşamı, ideoloji aslında öyküde yer bulmuş gibi. Toplumsal açıdan bakarsak, ataerkil toplumsal düzenlerde maalesef kadın bir şekilde tutsak ediliyor. Davranışlarını kısıtlayan bir çok yazılı/yazısız kurallar ağı var. Kadınların özlerinde var olan özgür/sorgucu/bağlılık gibi derin duygular kabuklarının altında kaldıkça, kadın toplumun ona atfettiklerine uyum sağlıyor. Yok o kabuklardan sıyrılmaya çalışıyorsa kadın psikolojik dehlizlerde savruluyor, belki de deliliğe sürükleniyor.
Sonuç olarak "kadın" bakış açısında göre değişen bir sorundur dünyada...
Görüşürüz:)
Merhabalar:)
İyi haftalar herkese. Yeni öykümüz ve yazarımızı tanıyalım:)
James Joyce, 2 Şubat 1882 tarihinde Rathgar, Dublin, İrlanda‘da 10 kardeşin en büyüğü olarak doğmuştur. Tam adı James Augustine Aloysius Joyce’dır. Altı yaşındayken “İrlanda’nın Eton’ı” diye anılan yatılı Cizvit okullarında eğitim gören James Joyce, Clongo Wood College’de bir süre okuduktan sonra Dublin’deki University College’de felsefe ve modern diller üzerine eğitim aldı. Almanca ve Norveççe öğrendi.
1900 yılında daha üniversite öğrencisi iken tiyatro yazarı Henrik Ibsen‘in 1899 yılında yazdığı “When We Dead Awaken” (Biz Ölüler Uyanınca) adlı oyunu üzerine kaleme aldığı uzunca yazı Fortnightly Review dergisinde yayımlandı. James Joyce, büyük bir hayranı olduğu Henrik Ibsen‘i anadilinden okuyabilmek için İsveççe öğrenmiştir. Bu yıllarda şiir ile de ilgilenir.
31 Ekim 1902 tarihinde Üniversiteden mezun olunca Paris‘e gitti. İngilizce dersleri vererek kazandığı para sayesinde edebiyat çalışmalarını Sainte-Genevieve Kütüphanesi’nde sürdürdü. Aristotales, Aquino’lu Tommaso ve Gustave Flaubert‘in düşüncelerinden yola çıkarak bimeye çalıştı. Bir yıl Paris’te yaşayan James Joyce, annesinin ağır hastalık haberini alınca Nisan 1903 yılında ülkesine geri döndü. Dublin’de bir süre öğretmenlik yaptı. Ekim 1904 yılında sonradan eşi olacak sevgilisi Nora Barnacle ile birlikte gönüllü bir sürgün yaşamını yeğleyerek İrlanda’dan ayrıldı ve Avusturya-Macaristan’da, Pula’daki Berlitz Okulu’nda iş buldu. Boş zamanlarında da romanı ve öyküleri üzerinde çalıştı. 1905 yılında İtalya‘da Trieste’ye taşındılar, Joyce’un erkek kardeşi Stanislaus da onlara katıldı. Bu arada, iki çocukları oldu. Bir süre İtalya’da bir şehir olan Trieste’de yaşayan James Joyce, 1906 yılında Roma‘da bir bankada çalışmaya başladı. Ancak bir süre sonra işi bırakarak 1907 yılında tekrar Trieste’ye geri döndü. Burada bir süre İngilizce öğretmenliği yapan James Joyce, 1914 yılında “Dublinliler” adlı eserini yayımladı.
Dublinliler’i yayımlatmak ve bir sinemalar zinciri oluşturmak amacıyla 1909’da iki kez İrlanda’ya gitti. Her iki girişimi de sonuçsuz kaldı. Eski bir arkadaşının 1904 yazında Nora’yla ilişki kurduğunu söylemesi, Joyce’u çok sarstı. Joyce bu olaya duyduğu tepkileri, bugün Cornell Üniversitesi Kütüphanesi’nde bulunan bir dizi mektupta dile getirmiştir. Bu mektupların yalnızca daha yumuşak bir üslupla yazılmış bölümleri Letters of James Joyce’a (James Joyce’un Mektupları, 1993/ Sanatçının Mektupları, 1991) alınmıştır. Bu derleme ayrıca, erotik edebiyatın en ilginç örneklerinden bazılarını da içerir.
1916 yılında ise Joyce otobiyografik bir roman olan “Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi” adlı yapıtını yayımladı. İtalya’nın I. Dünya Savaşı‘na girmesi üzerine 1916 yılından sonra Joyce ve ailesi Zürih‘e taşındı. Bu yerleşmenin ardından tüm edebiyat dünyasını sarsacak ve büyük yankı uyandıracak olan eseri “Ulyesses” adlı eserini yazmaya başladı. Roman bir Amerikan dergisinde parça parça yayımlandı. Bazı olaylar neticesinde roman ancak ve ancak 1922 yılında Paris’te basıldı. I. Dünya Savaşı’ndan sonra birkaç aylığına Trieste’ye döndü. Temmuz 1920’de de Ezra Pound‘un daveti üzerine Paris‘e gitti. Fransa‘nın II. Dünya Savaşı‘nda yenilmesinden sonra (1940) Joyce ailesiyle birlikte Zürich’e döndü.
James Joyce, Paris’te kaldığı sürede Finnegans Wake üzerinde çalıştı. Mayıs 1939’da tümü kitap halinde yayımlanana değin romanın başlığını gizledi ve kitap “Work in Progress” (Üzerinde Çalışılan Yapıt) adıyla bilindi. Bu arada Joyce’un gözlerindeki rahatsızlıklar sürüyordu. Kızının ruh sağlığının bozulması da onun için büyük bir endişe kaynağı olmuştu. Kızının ruhsal durumunun iyice kötüleşmesi üzerine, Joyce onu Paris yakınlarındaki bir akıl hastanesine yatırmak zorunda kaldı. 1931’de evlilik konusundaki bütün tereddütlerine karşın, kızının isteği üzerine Londra’da Nora ile evlendi.
James Joyce Şubat 1917’den 1930‘a değin glokom, katarakt ve iris iltihabı yüzünden 25 ameliyat geçirdi, kısa sürelerle görme yetisini tümüyle yitirdiği de oldu. Buna karşın çalışmayı sürdürdü; hatta yapıtlarının en neşeli bölümlerini sağlığının en kötü olduğu dönemlerde yazdığı söylenebilir.
James Joyce‘un en önemli eseri olarak adlandırılan “Ulyesses” aynı zamanda dünya edebiyat tarihi için de büyük bir öneme sahiptir. Eser, roman tekniği açısından dikkat çekici bir tarz ile yazılmıştır. Roman, Homeros‘un Odysseia destanı çerçevesinde Dublin’de geçen 24 saati anlatmaktadır. Tek bir gün üzerinden bir başyapıt çıkaran James Joyce, kurgusuyla daımlandığı günden itibaren birçok dile çevrilmeye çalışırken çeşitli güçlükleri de beraberinde getirmektedir. Türk Edebiyatı’na Nevzat Erkman tarafından ancak ve ancak 1996 yılında çevrilebilmiştir. 1966 yılına kadar eseri dilimize aktarılamamıştır. Bu romanın yanı sıra James Joyce eserlerinde ana yer olarak doğduğu ve yaşadığı kent olan Dublin’i seçmiştir. Yaşadığı yüzyılı büyük oranda etkileyen Joyce, bilinç akışı tekniği ile büyük bir yenilik yaratmıştır.
James Joyce, 1931 yılında Nora Barnacle ile evlenmiştir.
Yaşamının son günlerine kadar Zürich’te yaşadı. Geçimini gazetecilikle ve Berlitz Okulları’nda dil öğretmenliği yaparak sağladı. Yoksunluklarla dolu bir yaşamın ardından körlüğün eşiğinde İsviçre’de öldü.
James Joyce, 13 Ocak 1941 tarihinde Zürih, İsviçre’de 59 yaşında ölmüştür.
(https://www.biyografi.net.tr/james-joyce-kimdir/)