Yazmayı sevdiğinizi ve ileride bir yazar olmak istediğinizi düşünüyorum. Gelin, fikirlerimizi paylaşalım. Neler yazarsınız? Yazarken nelere dikkat edersiniz? Hiç kitap çıkarmaya çalıştınız mı? Hadi, bu grup sizi bekliyor! :)
"Sabaha kadar uyumadım. Evet, evimin önünde yine birileri vardı ama onları tanımıyordum. Sabaha karşı onlar da binamın önünden çekildiler. Saat 11'e doğru hızlıca hazırlanıp evden çıktım.
Ölmemiştim. Ölmem gerekirdi ama ölmemiştim...
Hızla engebeli yolda ilerlerken iç sesimle sohbet etmeye başladık.
Eğer ölseydin herkes senden nefret ederdi, dedi içi sesim. Ateş, tayfa, Afra, Mithat, hatta planların bozduğun için Kağan bile senden nefret ederdi.
Belki de planı tam da budur, dedim. İntihar etmemi ve herkesin hayal kırıklığına uğramasını sağlamak.
Ya da o zarfı sırf sen intihar etme diye söylemiştir. Onun ne düşündüğünü bilemeyiz, sadece varsayımda bulunabiliriz ve varsayımlar da Kağan'ın seni kendisinin öldürmek istediğini söylüyor.
Ama başka seçenekler de olabilir. Başka düşünceleri... Tayfa'ya karşı, Ateş'e karşı, belki de kendine karşı başka düşünceleri olabilir. Başka planları... Herkesi yakacak yakıcı planları...
İç sesim, mümkün, dedi. Ama mantıklı olursan bu işin yüzdesi yüksek değil.
Sanırım şu ana kadar adımla özdeşleşen mantığı kullanmayalı çok oluyor. Hatırlatırım, bir eroinmanla çıkıyorum ve aileme dünyanın yalanını söylüyorum. Ve dün gece intihar etmeye çalıştım.
Çünkü mecbursun. Bu senin mantıksız olduğun anlamına gelmez.
Evet, kendi kendime acıdığım anlamına gelir.
İç sesimden kopup ofladım ve daha çok hızlandım. Bir süre sonra koşuyordum.
Bu sabah da, her sabah olduğu gibi, beni almaya gelecek olan kişiye yetişemezsem başıma gelecek olanları gerçekten merak ediyordum.
İçimdeki ses, bir kıyamet daha, diyerek sözlerimi tamamladı.
Garajın önüne geldiğimde koştuğum için nefes nefeseydim ve genzim yanıyordu. Ama bunlara aldırmadan hemen demir kapının arasına sıkıştırılmış zarfı çekip aldım. Büyük, resmi zarflardan biriydi. Zarfı yırtarcasına açıp elimi içine attım.
Elime gelen fotoğrafları tek tek inceledim. Kağan'la çıktığımız Mavi Tur sırasında çekildiğimiz fotoğraflardı. Bana göndereceğini söylemişti.
Bir bakıma dediğini yapmış olmuştu."
Bitirip bir kenara kaldırdığım eski romanımdan alıntıdır. :)
"Kapıyı açtığında, karşısındaki genç adama bakakaldı Bahar. Bu saatte onu, bu kapının önünde beklemeyi şu sıralar hiç beklemiyordu. Kapıya yaslanırken, dikkatle süzdü genç adamı, gri bir t-shirt ve siyah bir kapri giymişti. Kendi üzerine baktı ve bu kıyafetlerle neden kapıyı açtığını sordu kendine. Mavi-lacivert tonlarında bir pijama takımı vardı üzerine, kendi kendine gülmemek için tuttu kendini.
Ne var, der gibi yüzüne baktı Berkay’ın. Berkay. Black. Bu adam, kendisine güvenden bir kale inşa etmiş, sonra kaleye güçlü bir tekme savurmuştu. Güven, tek kullanımlıktı. "
Eş Sesli adındaki hikayemden, biriyle ortak yazıyor gibiyim daha çok, ve hala bitmedi. :)
Romantik yazarım, Fantastik, bilim kurgu yazarım, dram da yazarım. Betimleme seviyorum, ama güzel betimleri seviyorum.
Kitap içinse daha önümde yol var uzunca bir, ama bir gün, neden olmasın değil mi?
"Kimse yazmıyor mu?"
-Mürekkep kanser olmuş!
Kalemler kırılmış,
Kâğıttan gemiler sessiz dehlizlerde,
Bilinçsizce sürükleniyordu.
Bir kaptan, gök gürültüsüyle karışık,
Rüzgâr uğultusuna benzer bir melodi yükseliyordu...
"Kimse duymuyor mu?"
-Piyanolar dişlerini dökmüş!
Teller kopmuş,
Keçeden dudaklar kuyruk karanlığında,
Sessizce öpüşüyordu.
Biz, oryantal bir dans kıvraklığında,
Yoksul bir sükûnet eşliğinde ebruyu şekillendiriyordu...
"Kimse görmüyor mu?"
-Fırçalar tüylerini dökmüş!
Kenevir köklenmiş,
Kendinden geçen portreler ayaklar altında,
Acıyla inliyordu.
O minyatür, gölgesiyle barışık,
Ölümsüzlüğü andıran bir savaşçıyı andırıyordu...
"Kimse hissetmiyor mu ?"
Ölüm mü? Haha çok komiksin çocuk.Bunu daha önce hiç düşünmemiştim.Nasıl bir ölümün beni beklediğini nasıl olur da düşünmem?
- Evet bende bunu sana soruyorum.Sanırım yaşamayı her şeyden çok seviyorsun sonunu düşünmeden ahmakça yaşamak ne dersin?
Hayır böyle olduğunu sanmıyorum bazen tiksindiğim zamanlar oluyor,sıkıldığım.Ama bunu hiç hayatımın nasıl son bulacağına bağdaştırarak düşünmedim diyebilirim.
-Bir şeyleri geç kavradığına kalıbımı basarım.. Evet yaşım senden ufak olabilir ama bizi bekleyen sonun ne olduğunu senden daha iyi kavrıyorum.
Kavramak ha! Güzeldi evet kafamı hiç böyle şeylerle meşgul etmedim. Yaşadım!.Sadece yaşadım yaşadıkça her şeyin anlam bulacağını,zihnimin her şeyi kavrayabileceğine emindim.
Ancak şuan arkama bakıp koskoca bir ömür tükettiğimi gördüğümde sadece hiç joe. Her şey kocaman bir hiç ,aldığım onca nefes bile fazla geliyor düşündüğüm zaman.
Hem sen beni neden böyle boş düşüncelere neden itiyorsun piç kurusu?
-Çünkü senden daha fazla düş gücüne sahibim. Hem insan da düş gücü yoksa ölmeyi bile hak etmiyordur.
Bu yorum silinmiş
Her yer kapkaranlıktı. Uyandım mı yoksa uyanmadım mı anlayamadım. Birden küçücük bir alev belirdi ve büyüdü. Bir meşaleydi bu. Odanın tamamını aydınlatmasa da ayrıntıların bazılarını görebiliyordum; örümcek ağları, kalın toz tabakası, küçük böcekler ve fareler!
Küçük bir çığlık attım. Neredeydim ben?! Ne kadar süredir baygındım?! Beni buraya kim getirmişti?! Boynum neden bu kadar çok acıyordu ve boynumdan aşağı doğru kayan ılık şey neydi?! Son iki sorumun cevabını çok geçmeden fark ettim ve bir çığlık daha attım, ısırılmışım!
"Kimse seni duyamaz. Fark etmediysen söyleyeyim: okulun metrelerce altında, mahzendesin!" Dedi sert bir ses. Aksanı garipti ama hoştu. Ayrıca tanıdıktı. O...
"Spekta?" Dedim titrek bir sesle.
"Evet. Diğerleri gelince cezanı... Daha doğrusu ölümünü konuşuruz." Dedi. Ölümüm mü? Ben ne yapmıştım ki? O bir... O bir vampir olabilirdi ama masum birini cezalandıracak kadar kalpsiz olamazdı. Yoksa öyle miydi?
Bu benim hala devamını yazdığım kitaplarımdan biri.
Teşekkür ediyorum,yazmaya olan istencim biraz daha artmış durumda (:
Elindeki dosyaları bitirip, tarihi yazarken satırlara; gerçekler, yan odadan gelen kardeşinin hıçkırık sesleri… hepsi, anlam buluyordu zihninde bir kez daha.
Yan odada hıçkırıklarla ağlayan kardeşini sessiz bir çaresizlikle dinlerken içinin irinini satırlara aktarıyordu. Satırlar her geçen gün acıya bağışıklık kazansa da kasvetinden bir şey kaybetmeyen kalbini temizleyebilirmiş, kardeşini teselli edemeyişini aklayabilirmiş gibi onlara sığınıyordu. Oysa, saplanıp kaldığı o bataklıktan hangi kelimelerle kurulmuş cümleler kurtarabilir ki onu?
Kapının tıklatılmasıyla birlikte “Sedef..gelebilir miyim?” diyen Burçin halasının sesini işitmesi bir oldu.
Babaannesi, Simay ve halasından başka kapısının açık olduğu biri varmışçasına, her seferinde bunu sorması yine biraz ironik geldi genç kıza.
Gözlerinden akan bir damla yaşı daha ilk anda öldürüp “gel halacım” dedi.
Halası, hiçbir şey söylemeden içeri girdi ve yatağın üzerine oturdu. Pikenin üzerindeki çiçeklere sanki okşuyormuş gibi dokundu. O, günlük sorularını sıralamaya başlarken Sedef de monotonluğun verdiği rahatlıkla bir taraftan cevaplarını sıralıyor, bir taraftan da elindeki kâğıda bir şeyler karalamaya devam ediyordu.
“Olağan dışı hiçbir şey yok. Simay hakkında hiçbir şey söylemedi. Rahatla!“ diyerek, biraz daha kasvetlenmesini istiyormuş gibi komut verirken beyni kalbine, halası bir anda “Kardeşinin sana ihtiyacı var. Yanına git bence “ dedi ve genç kızı ne hale getirdiğini umursamadan çıktı odadan.
Bir an hareketsiz kaldıktan sonra ayağa kalktı Sedef. Eli kapı koluna uzandığı anda “hayır “dedi içinden bir ses, çığlık çığlığa, “Hayır… Daha kendini avutamazken onu nasıl avutursun? Daha kendi yaralarına kabuk bağlatamamışken, yüreğinde yanan mumlar her yıl dönümünde hacmini belki de yüz katına kadar çıkarıp canını yakarken nasıl olurda ona “geçecek canım “ dersin.
Tüm seslere kulak tıkayıp gitmek istedi genç kız yine de. “Olsun “ dedi içindeki sesi bastırmak istercesine. “Olsun. Sarılırım, elini tutarım gerekirse yalan söylerim”
Ama yine de kendini ikna edemedi. Biliyordu, yapamazdı… Ağlamaktan harap olmuş gözlerine bakıp acısını bilmiyormuş gibi, anlamıyormuş gibi “ağlama “ diyemezdi.
---------------------------------------
ilk bölümünde olduğum Siyah Kelebek adlı ilk hikayemden ufacık bir bölüm :)
-daha yayınlamadım :( -
fazlaca acemi olduğumun farkındayım ama yine de paylaşmak istedim.
gitmeyi istiyordu. gidecekti ve gelmeyecekti. kendi ölümsüzlüğünü inşa etmek için gidiyordu. neden gitmek istediğini yeni yeni anlıyordu. giderse annesinin aklında hep olduğu yaşta kalacaktı. bir insanın en güzel yaşı 25.
gitmek istiyordu çünkü sıkılmıştı. o afrikada beyaz amerikada zenci, batıda kürt doğuda türk olmak istiyordu. mücadele ve savaş damarlarındaydı. hissediyordu. mücadele aşktı onun için. insanların nefretiyle mücadele etmekti damarlarındaki aşk.belki insanların tüm nefretini kendisinde toplarsa -ki kendini feda etmeye dünden hazırdı- diğer insanlar daha mutlu yaşardı.
hayatı boyunca hayatına girenlerin arkasından su döken olmuştu, hoş gidenlerde bir kere olsun geri gelmemişti. hep gidişler olmuştu hayatında. gelenlere sevinemeden gidenlere üzülmüştü. kafasında bunca şey varken kendisini gitmeye hazırlamak da kolay olmamıştı.
Konuşmak için ağzımı açtım , sesim çıkmadı. Yine suçsuzdum çünkü Baran dudaklarını dudaklarıma kapamıştı. Ben ne yapabilirim ki?
Çok romantik bir sahne oldu. Tıpkı filmlerdeki gibi. 40 yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Ya da gelirdi ama gerçek olacağına pek ihtimal vermezdim.
Kalbim son hız koşuyor. Nereye gittiği belli değil. Çünkü ne beynim doğru düzgün çalışıyor ne de kalbim...
O beni öperken her seferinde bu kadar heyecan ve adrenalin yaşamak bünyeme zarar verecek. Kalp krizi geçirip öldüğümü düşünsenize... Baranın telaşla ‘’Nazlı Nazlı uyan lütfen, ölemezsin sen ölemezsin’’ dediğini ardından beni kucaklayıp son hız hastahaneye yetiştirmeye çalıştığını... Acaba cenazemi kim düzenler? Kimler gelir? Kimler ağlar?
Çok saçma düşünceler bunlar Nazlı! Olaya odaklan!
Yazdığım Pardon! adlı hikayeden kısa bir alıntı :)