Bazen öyle bir cümleye rastlarız ki kitapta, o tek cümleden koca bir roman yazılabilir... Bu grup, işte o sözler için...
Dip Not: Her kitap için ya da her yazar için bir konu açıp, o kitaptan veya yazardan alıntıları ekleyebilirz. Bol konulu, bol alıntılı, boooollll paylaşımlı bir grup olması dileğimle :)
Kayıp Zamanın İzinde, 7 bölüm. Parça parça, diğer kitaplardan da alıntılarımı buraya ekleyeceğim. Ama önerim, bu muhteşem eseri okumayı seven, okumayı bir yaşam tarzı haline getirmiş herkesin tümünü okumasıdır.
Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde
Erdemlerimiz, özgür, değişken, kullanımı daimi şekilde bize ait şeyler değillerdir; zihnimizde erdemlerimiz, karşılaştığımızda kendilerini harekete geçirmeyi görev bildiğimiz olaylara öyle sımsıkı bağlanmıştır ki, karşımıza farklı nitelikte bir olay çıktığında, gafil avlanır ve bu erdemlerimizi kullanabileceğimizi aklımıza bile getirmeyiz. s.8
...bir kişiyle ilgili, eskiye dayanan fikirlerimiz, gözlerimizi de, kulaklarımızı da tıkar...s.8
...insanları yaklaştıran şey, fikirlerin ortak oluşu değil, anlayışların akraba oluşudur. s.11
Swan'ların Tarafı
Neredeyse gece yarısı. Mecburen seyehate çıkıp geceyi bilmediği bir otelde geçirmek zorunda kalan hastanın, bir nöbetle uyandıgı ve kapı altındaki ışık huzmesini görerek sevindiği an. S.10
Bazen, uykumda, bacagımın ters duruşundan, Adem’in kaburgasından Havva’nın doğuşu gibi, bir kadın doğardı. S.10
Çevremizdeki nesnelerin durağınlığı, bu nesnelerin başka nesneler değil de, onlar olduklarından emin olmamızın, yani düşüncemizin onların karşısında duragın olmasının zorunlu bir sonucudur belkide. S.11
Alışkanlık! Zihnimizin haftalar boyunca geçici bir düzende azap çekmesine göz yuman alışkanlık, ama o olmasa, kendi imkânlarıyla sınırlı kalan zihnimizin, bize içinde yaşanabilecek bir barınak sunamayacağı için, her şeye rağmen bulduğu zaman sevindiği, o becerikli ama agırkanlı düzenleyici! S.14
…hayatın en önemsiz ayrıntıları açısından bakıldıgında bile, insan, herkesin gözünde özdeş, isteyenin bir şartnameyi ya da vasiyetnameyi inceler gibi inceleyebileceği, bir maddi bir bütün teşkil etmez; sosyal kişiliğimiz, başkalarının düşüncesinin yarattıgı bir şeydir. S.25
…uzak bir geçmişten geriye hiçbir şey kalmadıgında, insanlar öldükten, nesneler yok olduktan sonra, bir tek, onlardan daha kırılgan, ama daha uzun ömürlü, daha maddeden yoksun, daha sürekli, daha sadık olan koku ve tat, daha çok uzun bir süre, ruhlar gibi, diğer bir şeyin yıkıntısı üzerinde hatırlamaya, beklemeye, ummaya, neredeyse elle tutulamayan damlacıklarının üstünde, bükülmeden, hatıranın devasa yapısını taşımaya devam ederler. S.53
…kendimizi daima ruhumuz tarafından kuşatılmış gibi hissetsek de, bizi çevreleyen bu ruh, sabit bir hapishane değildir; daha ziyade, ruhumuzu aşmak, dışarıya ulaşmak için sürekli hamleler yaparak, onunla birlikte, bir hayal kırıklığı içinde sürüklenir, etrafımızda hep, dışarıdan bir yankı değil de, içimizdeki bir titreşimin çınlaması olan ve hiç değişmeyen bir tını işitir gibiyizdir. Nesnelerde, ruhumuzun onlara aksettirdiği, kendilerine değer kazandıran yansımayı bulmaya çalışırız; doğal ortamlarında, nesneleri, zihnimizde bir takım fikirlerle yan yana bulunmalarına borçlu oldukları büyüden yoksun bulunca, hayal kırıklığına uğrarız; bazen bu ruhun bütün gücünü, dışımızda olduklarını, kendilerine asla ulaşamayacagımızı açıkça sezdiğimiz insanları etkilemek üzere, beceri ve ihtişama dönüştürürüz. S.91
Bir insanıın kişiliğinin en derin, en gizli yanını açığa çıkartan bütün davranış ve hareketler gibiydi. Legrandin’in davranışı: Bunlar, o kişinin daha önce söylemiş oldugu sözlerle bağdaşmazlar, asla itirafta bulunmayacak olan sanığın ifadesiyle doğrulanmaları imkânsızdır; kendi duyularımızın tanıklığına başvurabiliriz ancak, bu tek ve anlaşımaz hatıranın karşısında ise, duyularımızın bir yanılsamasının elinde oyuncak olup olmadığını düşünürüz; dolayısıyla bu tür–aslında bir önem taşıyan yeğane–davranışlar, çoğunlukla bizde çeşitli şüpheler uyandırırlar. S.131
…gerçekten bilebildiğimiz tutkular, başkalarının tutkularıdır ancak; kendi tutkularımız hakkında bilebildiklerimizi ise, başkalarından öğrenmişizdir. Tutkularımız bizi, dolaylı yoldan, ilk dürtülerimizin yerine daha münasip başka dürtüler koyan hayal gücü aracılığı ile etkilerler. S.134
…insanoğlu, en sunni yaratılarında bile, malzeme olarak tabiatı kullanır. S.141
Belki en faziletli insan bile, en açık seçik biçimde kınadığı sapıklıkla bir gün iç içe yaşamaya, koşulların karmaşıklığı nedeni ile zorlanabilir–zaten onunla ilişkiye girmek ve ona acı çektirmek üzere, çeşitli nedenlerden ötürü çok sevdiği bir insanın, bir akşamki garip sözleri, anlaşılmaz tutumu gibi, çeşitli özel kıllıklara bürünen bu ahlaksızlığı tam olarak tanıyamaz da. S.152
Somut gerçekler, inançlarımızı yaşadığı âleme nüfuz edemez, bu inançları doğurmadıkları gibi öldüremezler de; onları sürekli olarak yalanlasalar da, zayıflatamazlar; ardı arkası kesilemeyen bir felaketler veya hastalıklar silsilesi, bir aileyi, tanrının iyiliği ya da aile doktorunun yeteneği konusunda süpheye düşüremez. S.153
Gözümüzün açılmaya başladığı ve karşılıklı olmasını pek de beklemeden, sırf âşık olmanın zevki için âşık olmakla yetinebileceğimiz yaşta, kalpler arasındaki yakınlaşma, gençlikteki gibi aşkın kaçınılmaz biçimde yöneldiği hedef değildir ama, çağrışımlar yolu ile ona sıkı sıkıya bağlı kalır ve böyle bir yakınlaşma, aşktan önce ortaya çıkarsa, aşkın nedeni haline gelebilir. Gençlikte, âşık oldugumuz kadının kalbine sahip olmayı hayal ederiz; daha ileri yaşlarda, bir kadının kalbine sahip olduğumuzu hissetmek, ona âşık olamamıza yetebilir. Dolayısıyla, özellikle aşkta öznel bir hazzın peşinde koştuğumuz ve bu yüzden de, bir kadının güzelliğine duyulan hayranlığın aşkta en baskın unsur olmasının beklenebileceği yaşta, aşk–en fiziksel aşkta bile- temelinde, başlangıcında bir arzu olmadan doğabilir. Bu yaşa gelinceye kadar, hayatımızda aşka birçok kez maruz kalmışızdır; aşk artık şaşkın ve edilgen kalbimizin karşısında tek başına, kendi meçhul ve kaçınılmaz yasalarına göre ilerlemez. Ona biz destek olur, hafızanın yardımıyla, telkinle yönlendiririz onu. Belirtilerinden birini tanıdığımızda, hatırlayarak diğer belirtileri canlandırırız. İçimizde baştan sona kayıtlı olan aşkın şarkısını ezbere bildiğimizden, şarkının devamını getirebilmek için, -güzelliğin esinlediği bir hayranlıkla dolu- başlangıç notalarını bir kadının söylemesine gerek duymayız. Kadın şarkıyı ortasından-kalplerin birbirine yaklaştığı, iki kişinin bundan böyle sadece birbirleri için var olacaklarından söz ettikleri noktadan- söylemeye başladığı takdirde bu müziğe yeterince alışkın oldugumuzdan, beklenen notalarda hemen karşımızdakine katılıveririz. S.204 205