Bazen öyle bir cümleye rastlarız ki kitapta, o tek cümleden koca bir roman yazılabilir... Bu grup, işte o sözler için...
Dip Not: Her kitap için ya da her yazar için bir konu açıp, o kitaptan veya yazardan alıntıları ekleyebilirz. Bol konulu, bol alıntılı, boooollll paylaşımlı bir grup olması dileğimle :)
Halbuki komünist değildi Selim.
Düşünmemişti komünizmin ne olduğunu bile.
O sadece on sekiz yaşındaydı
ve yirmi beş kuruş yerine elli kuruş istiyordu
ve on dört saat yerine on saat.
Polis bu kanaatta değildi fakat.
Yatırdılar Selim'i yere.
Selim kalktığı zaman
basamıyordu döşemelere.
Yatırdılar Selim'i yere,
Selim kalktığı zaman
göremiyordu önünü artık.
Yatırdılar Selim'i yere,
Selim kalktı ve yığıldı.
Selim'in koltuklarına girip
karanlık bir odaya götürdüler.
Ve duvarda bir çiviye bağladılar saçlarından,
o suretle ki
döşemeye ancak ayak parmaklarının ucu dokunuyordu.
Bir tramvay geçti sokaktan gıcırtılarla.
Yakın bir yerde yatsı ezanı okunuyordu.
Çözdüler Selim'i çividen,
yatırdılar Selim'i yere.
Ve Selim kalktığı zaman
bir pencere gördü uzaktan
çok uzaktan ama
perdesiz karanlık bir pencere.
Atıldı ona doğru.
Camlar kırıldı şangırdayarak.
İlk önce kayboldu bir insan başı
sonra kayboldu iki ayak."
"Bizim İstiklal Marşında aksayan bir taraf var,
bilmem, nasıl anlatsam.
Akif, inanmış adam.
Fakat onun ben
inandıklarının hepsine inanmıyorum.
Beni burada tutan şey
şehit olmak vecdi mi?
Sanmıyorum.
Mesela bakın:
'Gelecektir sana vaadettiği günler Hakkın.'
Hayır.
Gelecek günler için
gökten ayet inmedi bize.
Onu biz kendimiz
vaadettik kendimize.
Bir şarkı istiyorum
zaferden sonrasına dair...
'Kim bilir belki yarın...""
"Sen de öyle misin Süleyman,
bilmiyorum.
Mesela vapurla inerken Boğaz'dan
Kandilli'ye dönüverince
karşıda birdenbire görmek İstanbul'u,
veyahut Kalamış koyunun
yıldızlar ve su sesleriyle dolu
pırıl pırıl gecesi,
yahut da Topkapı dışında kırların
göz alabildiğine gündüzü,
hatta tramvayda rastlanan tatlı bir kadın yüzü,
hatta Sivas'ta hapishanede
tenekede büyüttüğüm sarı sardunya,
hasılı herhangi bir güzelliği tabiatın
çıksa karşıma
ben yeni baştan bir kerre daha anlarım
değişmesi lazım geldiğini
ve değişeceğini mutlak
bugünkü insan hayatının..."
Anlamak:
en büyük rahatlık.
Karşı konulmaz zoru sosyal zaruretlerin
ve kavga:
akıl,
yürek,
yumruk,
alabildiğine nefret,
kin,
alabildiğine merhamet,
sevgi,
insan insanı sömürmesin diye
ve daha adil bir dünya
daha güzel bir memleket için...
Hem şunu bil ki, oğlum,
hiç ve hiçbir meslek
hiç ve hiçbir mezhep
ve onun salikleri
ilahi esasatın dışında yaklaşamaz bize,
ve dost olamaz.
Sema ve zemini idare eden kuvvet
saadetini isteseydi insanların
derhal bahtiyar kılardı onları.
"Düşman gadredici, hilekar ve amansızdır,
zırhlarının içinde gelenler ölüme tapınırlar.
İnsanı doğuştan günahkar sayan,
insanda aklı öldürenlerdir.
Ve kitapları yaktılar...
Alınları taştan,
soluklarında: yosunlu su
çürümüş ot
ve leş kokusu,
ve elleri yırtıcı kuş pençeleri gibi sarılmış mekanizmalara,
ve kendilerine teslim olmayan
bir tek yeşil fidan
ve hayat gibi umutlu bir tek insan bırakmamak için
geliyorlar tanklarının arkasında iki büklüm.
Çekirge sürüleri gibi yok ediliyorlar,
boşluklar açılıyor saflarında,
boşlukları doldurup saldırıyorlar yine.
Kiyef'i zaptettiler,
ve kış bastırmadan önce girebilmek için
yürüyorlar Moskova ve Leningrad üzerine."
Yoksa ölmeye de mi alışıyoruz
ihtiyarlamaya alıştığımız gibi.
Bence bunun sebebi şu:
her birimizdeki kısalığına rağmen
yaşamak daha kuvvetli ölümden.