Birlikte seçelim, birlikte okuyalım, isteyen ve okuyanla birlikte tartışalım📖📚📒
Spinoza'ya atfedilen bir sözde 'Havaya atılan taş düşünebilseldi kendi isteğiyle düştüğünü sanırdı. ' deniyor.
Günümüzde özgür irade meselesi çokça manipüle ediliyor. İnsanlara tercihlerinde özgür oldukları hissettiriliyor ama öyle bir propaganda ve reklam yapılıyor ki insanlar sadece hissettikleriyle kalıyor. 'Cambridge Analytica' en güzel örneği bunun.
Özgür irade ile ilgili en büyük tartışma din üzerinden yürür. Ve sömürülmeye çok açık bir mevzu. Özellikle ülkemizde kadercilik ve fıtrat üzerinden sorumlular sorumluluklarını üzerlerinden atıyor.
Simurganka öyle önemli konulara değinmiş ki... Üzerine başka bir şey yazmak abes olacak gibi geldi.
Fakat öyküyle ilgili bir şey eklemek ve sormak istiyorum. Öyküyü okuduğumda çelik eğe taşlarının tamamı tek bir bireyi mi temsil ediyor acaba, yoksa toplumu mu diye düşündüm biraz. Toplumu temsil ettiğini düşünmek daha mantıklı göründü sonra. Mıknatısın gücünü de kaderden çok bizi aynılaştıran ve bizi kullanan "sistem" olarak gördüm ben de. Ve ikinci bir etken de çevremizdeki insanlar oluyor öyküye göre. Çelik eğe taşlarından hemen gitmeye hevesli olanlar diğerlerini de sürüklüyor. Yani toplum baskısı irademizi etkiliyor. İşte tam da bu yüzden uzaklaşmak da ihtimal dahilindeydi gibi görünüyor bana. Mıknatısın mıknatıs, kendilerinin çelik talaşı olduğunu bilebilselerdi uzaklaşmayı da başarabilirlerdi sanki.
Çelik eğe taşlarını tek bir birey olarak düşünen var mı acaba?
Biz hür irademizle hareket ettiğimizi düşünüyoruz ama bu doğru değil... bunu gayet net anlatmış Oscar Wilde...
Özgür irademiz var mı? Seçimlerimiz özgürce mi? Yoksa bizler de dogma veya önceki bilgiler ışığında bilinçli/ bilinç dışı bir şekilde yönlendiriliyor muyuz?
tüm bunlar felsefi temelli olmakla birlikte , kişisel olarak değişken olan cevaplar maalesef.
Ben de toplumun kastedildiğini düşünüyorum.
Bu arada özgür irade(tercih ) konusunda farklı bir yaklaşım da var. Yuval Noah Harari 'homo deus' kitabında insanların davranışlarının birtakım biyokimyasal tepkimeler neticesinde oluştuğunu söylüyor. Bu tepkimeler ise genetik kod kaynaklı. İnsanın davranışlarını, düşüncelerini, tercihlerini şekillendiren şey genetik yapısı yani.
Bence de toplum :) Herkes çok güzel yorumlar getirmiş ekleyecek bir şey bulamadım.
Simurganka77 arkadaşımızın söylediklerine bir ek yapayım sadece, tepkilerimizin genetik kod kaynaklı olması durumu, üniversitede tarih hocamız da şöyle bir şey söylemişti: Türklerin eskiden gök tanrı inancı vardı ve bunun alışkanlıklarımızda hala yeri var, dinimizde Allah'ın her yerde olduğuna inanıyoruz ama dua ederken ellerimizi semaya kaldırıyoruz, bu bize eski gök tanrı inancımızın etkisinden gelir bir alışkanlıktır aslında demişti.
‘Özgür İrade’nin bir yanılsama ve ‘kader’in kaçınılmaz olduğuna dair"
“Bir zamanlar bir mıknatıs vardı ve bu mıknatısın yanı başında çelik eğe talaşları yaşardı. Bir gün üç-dört eğe talaşı mıknatısın ziyaretine gitmek için ani bir istek duydu ve bunun ne kadar güzel bir şey olacağı üzerine konuşmaya başladılar. Yakınlarındaki diğer eğe talaşları da onların konuşmalarına kulak misafiri oldular ve onlar da aynı arzunun çekiciliğine kapıldılar. Onlara başkaları katıldı ve sonunda bütün eğe talaşları bu konuyu tartışmaya başladılar --başlangıçtaki belli belirsiz istek yavaş yavaş bir itkiye dönüşmüştü:
'Neden hemen gitmiyoruz?' dedi bir kısmı; ama diğerleri ertesi güne dek beklemenin daha iyi olacağını düşünüyorlardı. Oysa zaten bilmedikleri bir zamandan beri, görünüşte onlarla hiç ilgilenmeyen ve tamamen hareketsiz duran mıknatısa doğru iradelerinin dışında çekilip duruyorlardı. Ama onlar bunun farkında olmadan, komşularına gittikçe daha fazla yakınlaşarak tartışmalarını sürdürdüler; konuştukça da gitme özlemleri büyüdü. Bazıları, mıknatısı ziyaret etmenin ödevleri olduğunu ve aslında bunu çok daha önce yapmış olmaları gerektiğini dile getirdi. Sonunda sabırsızlar ağır bastı ve tüm grup 'Beklemenin anlamı yok. Bugün gideceğiz. Şimdi gideceğiz. Hemen gideceğiz.' diye bağırarak, tek bir kararlı vücut halinde azametle yürümeye başladı. Göz açıp kapayıncaya kadar her yandan mıknatısa yapıştılar. İşte o zaman mıknatıs gülümsedi –çünkü çelik eğe talaşları, ziyaretlerini kendi özgür iradeleriyle gerçekleştirdiklerinden hiç kuşku duymamışlardı.”
Ben birey ve çevresi olarak değerlendirdim. Günümüzde de bunun çok örnekleri var.
“Bilmek” kavramı bence çağımızın ana sorunu olmakla beraber; ben bilmenin acı verdiğini/mutsuzlaştırdığını düşünenlerdenim Hülya. Bilgi insanı iyileştirmiyor, yalnızlaştırıp, uzaklaştırıyor. Yani öykümüze göre de çelik talaşı olduklarını bilmeleri onları bile bile hataya sürükleyecek ve sonuçta bilinçli mutsuzlar olacaklardı. :))