Bazen öyle bir cümleye rastlarız ki kitapta, o tek cümleden koca bir roman yazılabilir... Bu grup, işte o sözler için...
Dip Not: Her kitap için ya da her yazar için bir konu açıp, o kitaptan veya yazardan alıntıları ekleyebilirz. Bol konulu, bol alıntılı, boooollll paylaşımlı bir grup olması dileğimle :)
"Meğer aşk, indiği kalbi ihya ediyordu ya, ihya edemezse yok ediyordu, kazasız belasız kurtulmanın imkanı yoktu."
"Şehadet eden parmağımı ışığa çeviripde gördüklerimi gösterebileceğim kimsenin kalmadığını artık farkedince.
Cellat taşına başını uzatan bir cellat ya da kendi ölüm fermanını taşıyan bir ulak ve ya enkaz altında çığlığını duyuramayıpda ses vermekten henüz sağken vazgeçen kazazedenin ümitsizlik sükunetinde. Yitirecek hiçbirşeyi kalmamış olanlara mahsus baş eğişle baş eğdim. Acıyan yerlerimin daha az acıyacağına dair ümidimi tümden yitirdim. Kaçmadım artık yaralarımdan. Yanarak varolmayı kabullenmekle sönerek yok olmak arasında yapılacak seçimden ibaretti bütün hikâye. Yitirdim zannedipde bulanlarla, buldum zannedip yitirenler arasında nerede durduğumu artık merak etmedim. Beni suyun üzerinde tutan ellerden kesildi elim. Öylece gömüldüm derin karanlıklara. İndirdim savunağım olan tüm perdeleri. Sessizce yenilgiye evet dedim..."
...
Nazan Bekiroğlu-İsimle Ateş Arasında
"Su içmek, bir kez daha susamamak anlamına geliyordu ki ?.."
"Varlık isimdi. Yokluk? Ölüm. O da isimsizlik demekti. Bir kütüğe kaydolmakla başlardı yeniçerinin hayatı. Bir defter. Bir isim. Sonra bir ismin iptali, üzerinden bir çizgi geçiverilmesi. Defterden bir ismin silinmesi. Yokluk böyleydi."
"Yûsuf kadar güzeldi ve masumdu. Bu yüzden onun yanında en fazla Yakub olurdum."
“Uyumayı, sınırsız gibi görünen bir uykuyla uyumayı ve arkasından aydınlık bir rüya görerek hiçbir şey olmamış gibi uyanmayı diledim.”
"Böyle zamanlarda sıkışan ruh belli ki ne ileri ne geri gidebilince, ya düşer ya yükselirdi. Belli ki böyle zamanlarda aşk, sırtından kanlı bir gömleği sıyırıp da atar gibi gözden çıkararak geçmişi, ileri doğru yürümekti. Aşkın kalbe indiği makama doğru yükselmekti. Böyle zamanlarda aşık, kendisine görüntü veren sevgilinin aşkıyla mutlak olanın aşkı arasında bir bağlantı kurunca, Sevgilinin ismiyle O’nun ismi arasındaki binlerce ismi yol, durak, menzil, aşmayı başarınca.
Belli ki bu yükselmeyi başaran âşıkın gönlüne; muazzam yangınlardan sonra başlayan bir yağmur, lanetlenmiş kavimleri yok eden ve dinmek bilmeyen rüzgarları kesen bir yağmur, denizin yüzünden gökyüzünün katlarına yükselen şiddetli hortumları bölen bir yağmur gibi, serinlik ve selamet dökülüverirdi. Ama ben, bu kemter kul.Yapamadım. Eşiğin bir adı da acıydı, aşamadım. Ödünç aldığı ışığın safiyetini kaybedince kayboldu aşkımın masumiyeti. Keşke aşkı saf olmayana da rıza olarak tanımlasaydım."
"Çünkü tahayyül edilemezleri vardı aşkın, telâffuz edilmeyenleri, dünyalar bir araya gelse akıldan hayalden, fikirden geçirilemeyenleri. Olmazları. Hesaba katılmayanları.Bizatihi aşkın varlık nedeniydi bu imkânsızlık. Ama olmaz zannedilenlerden biri olduğu zaman, tahayyülün sınırları kırılıyordu. O zaman aşkın olmazları olura doğru genişliyordu.Olumsuzluğa doğru yürüyen bir ihtilâldi bu. Kalbin, yürünmez zannedilen yolları yürüdüğünü fark etmekle başlıyordu tahayyülün sınırlarının yıkılması. Açılmaz sanılan kapı bir kez açılınca bir kez daha, sonra bir kez daha açılınca artık işten bile olmuyordu."
"İsim mi cana hiza yoksa ateş mi?
Bir namlunun ucunda sabahı eder gibi kalbim ha öldü ha ölecek bekliyor..
Hüzün silahıma kurşunum..
Sabrım kefenim..
Bu yüreği durultsa durultsa ölüm durultur...
İsimle ateş arası ölüm mü acaba? "