Bazen öyle bir cümleye rastlarız ki kitapta, o tek cümleden koca bir roman yazılabilir... Bu grup, işte o sözler için...
Dip Not: Her kitap için ya da her yazar için bir konu açıp, o kitaptan veya yazardan alıntıları ekleyebilirz. Bol konulu, bol alıntılı, boooollll paylaşımlı bir grup olması dileğimle :)
“Bir gün benim yüzümden acı çektiğinde -ki, çekeceksin- lütfen az çek…”
(Ile)
Sayf 191
ORUÇ ARUOBA – YÜRÜME - Metis
– Kişi, kendi birliğini ancak çatışmalar içinde bulabilen varlıktır.
– Yaşam kişinin kendi alanıdır, ama yaşam- zindandır çoğunlukla; bazen bile değil.
– Kişi hep başkalarının varlık bedelini öder. Kendi bedeli hiç yoktur zaten kişinin; ödediği hep başkalarının bedelleridir.
– Kişi ‘Zaman dışı’ dır hep - Bu yüzden kendine zaman bulmak, çalmak zorundadır.
– Kişi erteleyendir. Değerlendirmelerini; dolayısıyla ulaşacağı sonuçları; dolayısıyla vereceği kararları, dolayısıyla bulunacağı eylemleri, ve dolayısıyla, ne olacağını hep erteleyen.
– Kişi hep, kendi yaptıklarıyla, olmayı istediği ‘kişi’ ile ‘kendisi’ arasında setler çeker.
– Kişi ‘istem’ ile ‘olma’ arasında gidip gelen bir olumsuzluktur: Hep istemediğini olan; olduğunu hiç istemeyen - istemediğini hep olan; istediğini hiç olmayan - hep olduğu, hiç istemediği olan.
– Kişi, susuyorsa, ya çok az şey biliyordur, ya da çok fazla.
– Kişi, anımsadığıdır.
– Kişi, kendini bir türlü bulamayıp, boyuna dünyayı ve nesneleri kurcalayandır.
– Kişinin, kendi üzerine soruları arttıkça, yanıtları azalır. ( Zaten tersi doğru değil mi: Kendi üzerine bütün yanıtları” bilen” kişi, kendini hiç sorgulamamış kişi değil mi ? Yani insanların çoğunluğu.)
– Ölümdeki hiçlik, kişinin en öz varlığıdır.
– Kişi, kendi dibine hiç ulaşamayandır - Boyuna suya dalan ama nefesi yetmeyerek, dibe ulaşamadan hep yeniden, yüzeye çıkmak zorunda kalan.
– “Kişi,çıkar” yolu olmayandır: kişinin yolları”çıkmaz sokak”lardır.
– Kişiyi kişi yapan, kendisine”sahip olması” yada, sanki yoğun bir çabalama sonucu, kendisini “bulması”
değildir. - kendini aramasıdır; bu arama edimini de sürekli kılabilmesidir.
– Kişi ancak kendi kendini atlatarak var olabilir; kendini tam ve sürekli bir bilinç içinde tutmaya çalışan kişi,
ölümün kapısına dayanır...intiharın.
– Bir insan”cinsi”nin özelliklerini yinelediği sürece kişi değildir - ancak yinelenemeyecek, yepyeni bir yanıyla ortalama ”genellik”ten ayrıldığı yerlerde kişi olabilir.
– Kişi, bir insanın kendine dönüp dineldiği yerlerde oluşur - o yerlerin toplamıdır.
– Kişi, yoktur; yada varlığı yokluğudur.
– Her düşünme, kendi yalnızlığının içinden çıkarak gizlice, sonradan gelen yada sonrasından giden düşünme içinde konuşur.
– “Roma” kadar engin, derin, karmaşık; yüksek, geniş,dolambaçlı olmakla, herhalde.
– -Özgürlük budur belki de – sürekli bir yersizlik; sürüp giden bir yol.
– Kişi, yaşamı boyu, bir yerde takılıp kalıp, yolda olduğunu sanabiliyor; yada, ters taraftan, sürekli yürüdüğü halde bir yerde durduğunu....
– Önemli olan, bir yerde bulunmak değil, bulunduğu yerin bilincinde olmaktır; aynı şekilde, yolda olmak değil, yürüdüğü yolun bilincinde olmak.
– Yer de, yön de, yol da, bilinçtir.
– Kendi yönünü bulmanın tek yolu, başkalarının yüklerini yüklenerek başkalarının yollarını yürümektir.
– Bir yaşam, bir yönün bir yol olup olamayacağının deneme sürecidir.
– Bir adım; yere basan iki ayak arasındaki uzaklık değildir, gövdeyi taşıyan bir ayak, ileten öteki ayak - ve, bir önceki ile bir sonrakilerde hep yer değiştiren ayaklar arasında sağlanan sürekli devinimdir.
– Yürüdüğümüz yoldaki yerler, yolumuzun yönüne katılır.
– Kişinin yükü olmasaydı, yürümeyi de seçebilirdi - Yolun dışına çıkıp gitmeyi...
– Yola çıkan kişi, yerle bir olmazsa, bir yere varır sonunda.
– Yol, iki yer arası değildir - yer, iki yol arasıdır.
– Kişiler yan yana yürümesini bilmiyorlar ki - hep birbirlerinin üstüne üstüne yürüyorlar.
– Homeros’un deyimi hala geçerli: Çoğunluk, insanların neredeyse hepsi, ”bir”(er) yük olarak yaşıyorlar yeryüzün(d)e.
– Özgürlük yürümekse, açılmamış belirsiz yollarda yürümektir.
– Sahici yürüme, yol açmadır.
– Yürünmemiş yol, yol değildir.
– İnsan durup dinelme bilmez bir gezgin olduğunu (Erek karanlıkta durur) onu bilmez. Olsun varsın, önemli olan: yolu bilir.!
– Kendi yönünü bulamayan kişi için “yol” yoktur. - bir sürüklenmedir bütün “yürüme”si
– Yola bir kez çıkmış kişi, dursa bile artık, hep, yolda kalacaktır.
– Yön de yoldur, yer de.
– Yerlerimiz, hep yeni yollarımızın başları; yollarımız da,hep yeni yerlerimizin sonları ola.
– Dünyasını kendi çevresinde kendisi kurmuş, kendine varan her yolun sonuna yalnızca kendisinde bulunan bir yer koymuş kişi kendi yerinden dışarıya çıkan yolu nasıl bulsun ki?
– Yeri yalnız kendi yeri, yolu yalnız kendi yolu olan kişi, ne yerinde ne yolunda başka kişilere rastlamayacaktır – rastladıkları da hep, onun ne yerini, ne yolunu anlayanlar olacaktır.
– Sahici yerini bilmeyen kişi için, yön de yoktur, yol da – meğer ki, kendi yersizliğinden bir yön ve bir yol çıkara, edine.
– Bir yola çıkan kişi, bir yerden bıkandır; bir yerde konaklayan ise, bir yolda yorulan – bu iki konum böylesine farklı.
– Kendine yeni bir yol arayan kişinin yönünü, eski yerinin koşulları ile kendi güdüleri,yönelimleri, el birliği ile hazırlarlar.
– Çünkü yollar bulunmaz: yürünür, yerlerde ise olsa olsa, durulur – onlar, bulunur artık, yürünmez....
– Kişi, yoldaş diye, ancak kendi ulaşabildiği yerlere varabilecek, daha ileriye yürüyemeyecek kişiler seçiyorsa, kendisi de duruyor demektir.
– Bir yerde ( “ Bir süre için” diyerek ) dinelen kişi için en büyük tehlike o yere yakınlık duyması; o yeri, bütün yollarının sonu, bütün yönlerinin ereği sanması; yerleşebileceği bir yer saymasıdır – en büyük tehlike huzurlu yerlerdir – mezardır orası.
– Her bir yorgun yolcunun dineldiği yer, dinelmiş bir yolcunun yola çıktığı yerdir.
– İçinde yeniye yer tanımayan bir “düzen “, eskinin düzensiz karışımından başka bir yere ulaşamaz.
– Her an ayrıyı, aykırıyı, yeniyi yaşayan kişi, düzenli bir yaşam yaşıyordur.
– Köleliğe tek çare,herhalde; zincirlerini koparmak ve zincirsiz kalmak değil, kendi zincirlerini kendisi yapmış, kendisi kendi ayaklarına takmış, bağlamış olmaktır.- özgürlük de budur...(Hani”kendi kendisinin efendisi olmak”tan söz ediliyor ya.....)
– Yol, kendine bir yer bulamamış kişinin özlemidir.
– Neyse - varsın sen; ve ben, elbet bulacağım bir yol - varsa eğer bir yol - yada benim varsa, bir yol bulma yeteneğim – yetersem buna.
– Problem:YOL Yol’u arayan kişi, ne olduğunu bilmiyor.
– Russel “Aylaklığa Övgü “ düzer ama yüz küsur kitap yazmaktan da geri durmaz.
– Yaratmak, geçip giden anlamı kalıcı kılmaktır.
– Hem yaşadığı, hem de aktardığı ( “ yazdığı – çizdiği “ ) şeyler anlık, uçucu, kendi bağlamı içinde ayrıntıya varan önemsizlikte şeylerdir. Ama daha geniş bir bağlamda yer aldıklarında, özellikle de, içlerinde taşıdıkları anlamı alabilecek birisini bulduklarında anlamları genişler sanki – yayılırlar, dolarlar, zenginleşirler.
– Çünkü felsefe, en temelde, hayretten başlar, hayranlığa ulaşır. Uygar kişi ise en üst anlamda hayret edebilen, en üst anlamda hayran olabilen insandır.
– Uygar kişi saygılı insandır.
– Sadece kişilere saygı duyar uygar kişi; bir kişinin,gerçek bir yanını gerçekten anlayınca saygı duyar. Her bir insanın saygıdeğer olabileceği yollu kanısı,bütün insanları kapsayan düşünme biçimi,buradan kaynaklanıra: bilir ki, bilseydi, her bir insanda saygı duyacak bir yan bulunabilirdi – anlayabilseydi .
– Böylece de, kuşkulu insandır uygar kişi: bir türlü emin olamaz – olsa ,duyduğu güvenden kuşkulanır; yine, huzursuzluğa gider...İlkesi, ”şüphelenmiyorum, demek ki yanılıyorum”dur.
– Uygar kişi uyumsuz insandır, içine girdiği her toplumsal çerçeve, garip gelir ona – bunun alışamamakla pek bir ilgisi yoktur. Çabuk alışır uygar kişi aslında bu anlamda “uyumlu”dur. Ama her seferinde “uyum” sağladıktan sonra bile – en çok o zaman bu çerçeve – hatta o zaman daha da garip gelir ona.
– Uygarlık aşırılılıkları dengelemektir
– Uygar kişi dağınıklık içinde düzenli olabilen insandır. Kendini aşırı “tertip”lilik içinde kurutmayan;
ama, “gelişigüzellik” içinde de boğulmayan insandır.
– Uygar kişi düzenli bir dünya özlemi olan insandır.
– Böylece uygar kişi hem kendi yaşamına dışarıdan bakabilen, hem de kendi yaşam biçimi dışındaki yaşama olanaklarına içten bakmaya çalışan insandır
– Kişi her toplumda uygar olabilir – ya da olmayabilir
– Uygarlık bir çeşit bilinç olmalı eninde sonunda ( bir gelenek değil )
– Neyiz ki biz zaten?! - - Anılar, ve anılar, ve anılar ve unutmalar, ve unutulmuşluklar.
– Tartışırız: tartışma başlamadan önce, tartışacağımız bellidir zaten – tartışılacak konu da nasılsa bulunur: sonradan.
– Ayaklarımız “geri geri” bile gitmez. Hiç gitmez.
– Öyle anlar olur ki boşlukta hissederiz kendimizi – oysa bir yanılgıdır bu: çünkü, aslında, zaten, sürekli boşluktayızdır’da ancak belirli anlarda – arada bir – hissederiz bunu: Olup biten ,boşluğa düşmemiz değil boşluktalığımızı duymamızdır; çünkü duysak da duymasak da,zaten boşluktayızdır.
– Zamanla ilgili çok aykırı, çelişik bir tutumumuz vardır: bir şeyler yapmak için gereksindiğimiz uzun, yoğun zaman süreleri özlenir hep; oysa, zaten sahip olduğumuz upuzun, bomboş zaman sürelerini boşuna geçirir, çar – çur ederiz
– Şöyle göğüs göğüse, tam, sıkıntısız aldırmazca karşılaşamıyoruz ki – ama, bazen, pek ender...
– Çıkar uğruna dost olmasak bile, çıkarlarımız sırıtır hep dostluklarımızın içinden.
– Bize iyice derinden dokunan gerçeklere, laf aralarından ve dolandırarak dışa vururuz.
– Her şeyi, hep geciktiririz – sonra, düşünmüş ama yapmamış olduğumuz bir sürü şeyin yükü, birden, aniden, tek bir günde, gelir, yüklenir omuzlarımıza.
– Ekinlerimiz ürünlerini ekilmeden verirler, ektiklerimiz de ürünsüz, kuruyup giderler.
– Ne çok insan, ne çok şey düşünmüştür zaten bizden önce – bizim şimdi düşündüğümüz bir şeyin, daha önce düşünülmemiş olması olanaklı mı ?
– Mirasçılarızdır hep – kimlerin, ve, nelerin. - olduklarımızın, olamadıklarımızın, olmak isteyip de olabildiklerimizin, ve olamadıklarımızın, olmak zorunda kaldıklarımızın, ve olmamak zorunda kaldıklarımızın – ama, hep olduklarımızın.
– Yaşamımızdaki boşlukları, ötekilerinin yaşadıklarıyla doldururuz – deliklerimizi onlarla tıkarız.
– Bütün dert,ötekilerle bir arada yaşamak zorunda olup, bir arada yaşamaya dayanamamamızdır
– Yaşamımızı yaşadığımızla,sanki, şüphe götürür gibi.
"Önem verdiğimiz, kendimizden ötekilere ve ortamımıza uzanan ilişki uçları değil, her seferinde farklı bir bakış açısından -ötekilerden bize doğru, ya da ortamımızın çeperlerinden bizim yerimize doğru- uzanan ilişki uçlarının oluşturduğu 'konumumuz'dur."
Yürüme
Orada
beni düşünüyorsun
Hissettim bunu:
Bir şiddetli rüzgar gibi
aşarak tepeleri
geçerek boğazları
ulaştı buraya
geldi dokundu bana
düşünmen beni.
Orada
beni düşünüyorsan
hissetmelisin bunu:
Bir rengarenk ışın gibi
aşarak tepeleri
geçerek boğazları
ulaşmak oraya
gelip dokunmak istiyor sana
düşünmem seni.
(Ol An)
Biz, artık ayrı olabiliyor idiysek, sen ile ben arasındaki şu 'ile', artık yok demekti
(İle)
"Bil ki, ancak kendin, kendi kendine, hiçbir başkasının yönlendirmesi, öğüt ve salık vermesi olmaksızın, kendin olabildiğin zaman, kendin olabileceksin."
Benlik
"Bütün dert. ötekilerle bir arada yaşamak zorunda olup, bir arada yaşamaya dayanamamızdır.
En yakınlarımız en uzak olsunlar isteriz; en uzaklarımız da. en yakın - olunca da, hep, tersi...
Tersliğimiz, uzak yakınlığımız, ve yakın uzaklığımızdır."
Yürüme
"Dostluklarımız sürmez -sürdüremeyiz bir türlü dostluklarımızı; en çok önem verdiğimiz yanlarımız da olsalar.
Bir kopuş noktası gelir hep - bir nokta gelir, bakarız, zaten değişmiş ilişki; öteki, ötekiler, yabancıdan da beter olmuşlar bizim için...
Garip ya işte: bizim de, ötekilerin de, ilişki nedenlerimiz öylece dururken; biz de, ötekiler de, başka ilişkilere kapılıp gitmişizdir - o şuna, bu ona kapılırken de, belki kimse istemeden, ve kimse bilmeden, çözülüp gitmiştir ilişki..."
(Yürüme)
"En yoğun özlemlerimizin arasına bir katı bıkkınlık gelir yerleşir, apansız: Öyle olur ki, en son ucuna gitmeye can attığımız bir ilişkinin içinden çıkıp çekip gitme arzusu çöker üzerimize"
(Yürüme)
"Korkuyorum- aynı şeyleri yeniden yaşamak istemiyorum" dedin:
Önceden başkaları ile birlikte yaşadıkların vardı tabii ki anılarında:
onlar, şimdi, yaşamaya girişme durumunda olduğun 'yeni'ye, sanki, bulaşan, 'eski'lerdi.
Oysa ilişki, ne kadar uzun sürmüş olursa olsun, sanki hep 'yepyeni' olmak zorundadır: Yeniliğini yitirip bir kez eskilerin yinelenmesi haline girerse, hiçbir şeye de yaramaz duruma düşer.
(İle)