Birlikte seçelim, birlikte okuyalım, isteyen ve okuyanla birlikte tartışalım📖📚📒
Evet açıklamayı ben de hatırlıyorum. Ordaki açıklama siyasi temelliydi.
Simurganka, hikaye bağlamından ayrı olarak yazdıkların bana bir rektör tarafından söylenmiş "Okuma oranı arttıkça bana afakanlar basıyor, cahil kesime güveniyorum" sözünü hatırlattı.
Merhaba.
Saki adını görünce doğu edebiyatından bir eser okuyacağız sanmıştım, Avrupai bir öykü okumaya başlayınca şaşırdım o yüzden. Fakat Bilge'nin açıklamalarını okuyunca her şey yerine oturdu.
Öyküyü çok beğendim. Huddle kardeşler bu kısacık öyküde bile oturmuş karakterler olmuşlar bence. Yaşam tarzlarıyla ve karakterleriyle ilgili bir sürü bilgi edindik. Clovis'i çok tanımasak da muzip bir insan olduğunu düşünüyorum. Trende konuşulan ilginç konuya sadece kulak misafiri olmuş -Simurganka'nın dediği gibi muhtemelen bolca boş vakti olan- Clovis'in bu durumu değiştirmeyi kendine iş edinmesi çok hoş. En sonunda evi soyup gidecek diye düşünmüştüm ama tamamen yardım amaçlı bir oyunmuş:)
Bilge ve Özlem öykünün Yahudi soykırımıyla ilgili öngörülü olmasını vurgulamışlar. Özlem'in dediği gibi Avrupa toplumunda katliamın ayak seslerinin önceden duyulduğu anlamına geliyor bu. Katliamların ayak sesleri hep kendisinden önce geliyor zaten ama toplumu sağduyuya davet edenler yerine bunu körükleyecek insanlar öne çıkıyor nedense. Ülkemizde de, Avrupa'da da, doğuda da hep böyle oldu. Dostoyevski'nin Yeraltından Notlar kitabında geçen "İnsanoğlu ahmaktır, hem de eşi görülmemiş derecede" diye başlayan bölümü hatırlatıyor bana bu durumlar hep.
Bir de öyküyü okurken Saki'nin savaşla alay ettiği hissini duymuştum, özellikle sonda Miss Huddle'ın başı ağrıdığı için silah yerine kesici alet kullanılacağı, hristiyanlığın centilmenliğe mani olmadığının söylendiği bölüm böyle düşündürdü sanırım. Hayat hikayesindeki ilgili bölümü net anlayamadım, kendi isteğiyle mi yazılmış acaba askere?
Saki'nin Ömer Hayyam hayranlığı da ilgi çekici görünüyor.
Yeni öykülerde buluşmak dileğiyle...
Hikaye bağlamından koparak hikâyeyi okuduktan sonra düşündüğüm şeyleri de paylaşmak istiyorum.
Bir derdi ya da meşgalesi olmayan insan kendiyle ve çevresiyle uğraşmak zorunda kalır. Bu uğraşı olumlu yönde kullanamayan insan da monoton bir yaşam oluşturur ve genelde mutsuz olur. Bunun farkında olan insan ise iki kat mutsuz olur. Bu insanlar doğru ya da yanlış, bir şekilde düşünen insanlardır. Dinlediğim bir konuşmada 'geçim kaygısı yaşayan insanların sorgulamak gibi bir derdi yoktur' minvalinde bir şey söylenmişti. Ben de genel hatlarıyla katılıyorum. Hele günümüz baz alınırsa katılmamak mümkün değil.
Dinlenmeme kürünün anlatıldığı kısım tam bir rahat batması gibi geldi bana.
Son kısımda piskoposun ev sahibesinin baş ağrısı için düzenleme yapmasından absürtlük akıyordu.
Bir de Clovis' teki bu işsizlik nedir ya?
Merhaba herkese keyifli bir gün dilerim:)
Öncelikle Bilge tüm bilgiler için teşekkür ederim. Öykünün adı "Dinlenmeme Kürü " , değiştirmeye çalıştım ama beceremedim:)
Öyküye gelince evet bu kadar rutinlerin içinde yaşayan ve bunu bir yaşam biçimi haline getirenlerin "Dinlenmeme Kürü " sayesinde hem bedenen hem de psikolojik nasıl sarsıldığını okuduk diyebilirim:))
Bana fikir gayet mantıklı geldi. Hepimiz aslında hayatımızdaki rutinleri zaman zaman değiştirmeli ve hem bedenimizi hem de zihnimizi hem de psikolojimizi biraz sarsmalıyız sanki:) Özellikle beyin egzersizlerinde söylerler, günlük rutinlerinizi değiştirin. Örneğin her zaman eve/işe giderken kullandığınız yolu değiştirin.:)
Öyküdeki J.P Huddle ın Yahudi ve 20.yy çıkışı evet benimde dikkatimi çekti. Dönem olarak çok önceye dayanmış olsa da tarihi olayların kökleri çook eskiye dayanması sebebiyle hissedilen bir durummuş taaa o zamandan. Ve maalesef 20.yy bu ve benzeri birçok olayla lekelenmiştir.:(
Öykü, J.P.Huddle'in sıradan, tekdüze ve belirli kurallar çerçevesinde akan hayatının nasıl daha heyecanlı bir hale geldiğini anlatıyor bize.
J.P Huddle ablası ile yaşayan, her gün aynı saat aynı dakika da aynı şeyleri yapmak gibi kurulu bir düzenleri olan insanlardır. Bir tren yolculuğunda bundan hafifçe şikayetlenir ve bu şikayeti görev addeden Clovis tarafından kurnaz ve sıradışı bir oyuna dahil edilir. Öncesinde bunun ipucunuda verir Clovis. Dinlenme Kürü diye bir konudan bahseder. Ki ne kadar ihtiyacımız var. Tam tersi ise bir tutam macera içeren bir oyundur.
Oyunda geçen konu da bir o kadar ilginç geldi bana. Eminim hepinizin de dikkatini çekmiştir. Saki 1916 da ölüyor. Yahudi soykırımı ise 41-45 de yaşanıyor. Arada uzun yıllar var. Hikayede psikopusun bölgedeki yahudileri katledeceği ve 20.yy nin lekeleneceği ifade edilir. Tabi ki bu tamamen Clovis'in uydurduğu bir hikayedir ama herşey o kadar ustaca kurgulanır ki yol arkadaşını bile tanımayan Huddle hiç bir şeyden kuşkulanmaz. Düzenleri alt üst olmuştur. Öyle ki ablasının baş ağrısı günü bile tepe taklak olmuş ağrının şiddeti artmıştır. Postacı vahşice öldürülmüş nişanlısı perişan haldedir. Toplamda 1 gün süren bu oyun Huddle'ları epey bir etkilemiştir.
Saki hikayenin sonunda 20. lekelenmemiştir der ama ölümünden sonra böyle bir olay yaşanır. İkinci dünya savaşı ile binlerce yahudi, milyonlarca insan ölür. Ne yazık yüzyıllar lekelenerek akmaya devam eder.
Merhaba Arkadaşlar
Bu haftaki öykümüz Saki yani gerçek adıyla Hector Hugh Munro'nun Dinlenmeme Kürü İsimli öyküsüydü. Saki ismini Ömer hayamın rubailerinde geçen "içki taşıyıcısı" manasına gelen "Sagi" sözcüğüne atıfla kullanılmaya başlandığı söyleniyor.
İlginç de bir hayat hikayesi var:
Burma’da dünyaya gelen Hector Hugh Munro, bir İngiliz subayının üçüncü çocuğudur. Hamileliği sebebiyle Burma’dan ayrılıp daha güvenli olan memleketleri İngiltere’ye giden annesi bir gün yolda yürürken bir inek tarafından saldırıya uğrar. Bahtsız anne Mary Munro bu saldırı sonucu şoka girer, önce çoğunu ve daha sonra da hayatını kaybeder. Hazin olayın ardından Saki, İngiltere’deki büyükannesi ve halalarının yaşadığı eve yollanır. Aristokrasinin hüküm sürdüğü bu evde, tutucu akrabalarının yanında rahatsız bir çocukluk geçiren Saki, kılıcını ilk olarak o vakitlerde bilemeye başlar. Hayatını derinden etkileyen bu iki olay, Saki’yi hikâyelerinin her noktasında kendini belli edecek şekilde derinden etkilemiştir.
Yazarın hayatındaki bir başka önemli zorluk da dönemin İngiltere’sinde erkekler arası cinsel ilişkinin suç olması nedeni ile eşcinselliğini gizlemek zorunda kalmasıydı. Politikada Muhafazakâr Parti taraftarı olan ve yaşı nedeni ile muaf olduğu halde savaşa gönüllü giden birisi için zor bir hayat!
I. Dünya Savaşı'nın başında, Monro 43 yaşında olmasına rağmen, İngiliz Ordusunun Kraliyet Askerleri bölüğüne, komisyonu reddedip er olarak katılır. Savaş meydanından defalarca fazla hasta veya savaşamayacak kadar yaralı gelir. Kasım 1916'da, Fransa'da bulunan Beaumont Hamel'de bir Alman keskin nişancısının kurşunu ile tuhaf hayatı sona erer Hugh Hector Munro’nun. Hayatına ve edebiyatına saygı duruşu niteliğinde bir kara mizah örneği olan son sözü ise başlı başına bir kısa hikâyedir:
“Söndür şu lanet sigarayı!”
Ölümünden sonra kız kardeşi Ethel'in çoğu yazısını yok ettiği ve çocukluklarını kendi açısından anlattığı anlatılanlar arasındadır.
Saki, hikâyelerinde özelde tutucu, düşüncesiz ve üst tabakadan birer aptal olarak resmettiği anne-babaların, nefretlik akrabaların; güvenlikli, modern şehirlerin karşısına çoğunlukla doğayı ve hayvanları koyuyor. Hikâyelerinde modern-doğa ve insan-hayvan çatışmalarını usta bir dille anlatıyor Saki, safını pek tabii doğadan ve zeki hayvanlardan yana tutuyor. Saki’nin insanları genellikle doğadan ve doğallıktan uzaklar, doğayı ve doğallığı ise hayvanlar yansıtıyor. Kısa hikâyelerinin gizli kahramanları hayvanlardır bile denilebilir. Ara sıra ortaya çıksalar bile onlar her zaman oradadırlar; adeta insanların içgüdüleri ve hatta bilinçaltı gibilerdir. Saki, hayvanların karşısında duran insanları, içgüdülerini –hayvanlıklarını– reddeden ve sahnedeki bir oyuncu edasıyla rol yapan varlıklar olarak resmederek alaya alır.
Kısa öykülerinin yanı sıra, Charles Maude işbirliğiyle uzun bir tiyatro oyunu olan The Watched Pot'u (İzlenen Saksı), iki tek perdelik oyun, bir tarihsel çalışma olan The Rise of the Russian Empire'ı (Rus İmparatorluğunun Yükselişi), kısa bir roman olan The Unbearable Bassington (Katlanılmaz Bassington), ayrı bölümlerden oluşan The Westminster Alice'i (Alice Harikalar Diyarında'nın parlamenter bir parodisi) ve Almanların Britanya'yı gelecekteki bir işgalini anlatan fantastik bir roman olan A Story of London Under the Hohenzollems'i (Hohenzollemlerin [Yönetimi] Altında Londra'nın Hikâyesi), diğer adıyla When William Came'i (William Geldiğinde) yazdı. Oscar Wilde, Lewis Caroll ve Kipling'den etkilendi. Kendisi de A. A. Milne, Noël Coward ve P. G. Wodehose'u etkiledi.