Bazen öyle bir cümleye rastlarız ki kitapta, o tek cümleden koca bir roman yazılabilir... Bu grup, işte o sözler için...
Dip Not: Her kitap için ya da her yazar için bir konu açıp, o kitaptan veya yazardan alıntıları ekleyebilirz. Bol konulu, bol alıntılı, boooollll paylaşımlı bir grup olması dileğimle :)
Her inancın özelliği, hayata ölümün yok edemediği bir anlam vermektir.
Daha da üst düzeyde bir aklın var olmadığına göre bence akıl, hayatı oluşturur. Bir anlamda, akıl yoksa hayat yoktur.
Bakıyorum da, kendimi öldürmediysem, düşüncelerimin doğru olmadığını kalın da olsa bir perde arkasından fark etmemdi nedeni. Beni hayatın anlamsızlığına götüren düşüncelerimin yolu ve bilgelerin düşüncelerinin yolu, ne kadar inandırıcı ve tartışılmaz olursa olsun, görüşlerimin doğruluğundan hafif bir şüphe kalmıştı.
"Hayattan uzaklaştığımız ölçüde gerçeğe yaklaşırız."
-Sokrates
Hayatın anlamı; gelişimdir ve bu gelişimin sağlanmasıdır.
Nefes alıyor, yiyor, içiyor ve uyuyabiliyordum; nefes almadan, yemeden, içmeden ve uyumadan duramıyordum. Ama bunlar hayatın yürüdüğüne dair birer işaret değiller.
Ruhumun en derinliklerinde sadece iyi insan oluşturma gayreti vardı kendimden. Ama iyiyi ararken gençliğin en hareketli dönemindeydim; tutkularım vardı ama yalnızdım, yapayalnızdım. Özlemini hissettiğim şeyi, yani ahlaken iyi insan olma isteğimi kelimelere dökmeye kalkıştığımda, önemsenmemeyle karşılaşıyor; tam tersini yaptığım zaman, yani olumsuzlanabilecek isteklerimi dile getirdiğim zaman ise alkışlanıyor, destek görüyordum.
...yani aklıbaşındalık, dürüstlük, alçak gönüllülük, ahlak emareleri en çok kendini inançsız olarak ifade eden gruplarda rastlanıyor.
Hastalık, yaşlılık, ölüm nedir bilmeyen genç, mutlu prens Sakya-Muni, bir gezinti sırasında görünüşü berbat, dişleri dökülmüş, salyaları akan bir ihtiyara rastlar. O zamana kadar ihtiyarlığın ne olduğunu bilmeyen prens, adamın nasıl olup da bu acınası ve itici hale düştüğünü sorar. Bunun, bütün insanların ortak kaderi olduğunu, kendisi kral oğluysa da aynı şeyin kendi başına gelmesinin mukadder olduğunu öğrenince, gezisine devam edemez olur ve bu konuda düşünüp taşınmak için geri dönmek ister.
Tek başına bir köşeye çekilip düşünür, düşünür ve besbelli ki, bir teselli bulur. Çünkü yine şen ve mutlu olarak geziye çıkar. Bu sefer, karşısına bir hasta çıkar. Güçsüz, şişler içinde, gözleri fersiz bir adam görür. O güne kadar hastalığı hiç bilmeyen prens durur ve bunun ne olduğunu sorar. Ve bunun hastalık olduğunu, herkesin başına gelebileceğini ve sağlıklı ve mutlu bir kral oğlu olan kendinin bile aynı hastalığa yakalanabileceğini öğrenir, yine neşelenme cesaretini kaybeder, geri dönmeyi emreder ve teselli arar. Besbelli ki, bunu (teselliyi) yine bulur ki, üçüncü kez gezintiye çıkar. Bu üçüncü keresinde, yine bir manzara ile karşılaşır. Bir şeyin taşınmakta olduğunu görür.
- Bu ne?
- Bir cenaze
- Cenaze ne demek- diye sorar prens.
Ona şöyle derler:
- Herkesin sonudur bu.
Prens ölüye yaklaşır, örtüyü açar ve yüzüne bakar.
- Şimdi ne yapacaklar onu? diye sorar prens.
- Onu gömecekler, derler.
- Niye?
- Çünkü kesinlikle artık canlanmayacak, gelecekte ondan hiç bir şey kalmayacak, sırf pis koku ve kurtçuklardan başka.
- Ve bu, insanların kaderi, öyle mi? Benim de mi? Beni de gömecekler, benden geriye de pis kokudan başka bir şey kalmayacak öyle mi? Beni de kurtçuklar mı yiyecek?
- Evet.
- Geri dön, gezmek istemiyorum, artık hiç de istemeyeceğim.
Ve Sakya-Muni hayatta bir teselli bulamadı ve hayatın en büyük dert olduğu sonucuna vardı. Ve bütün gücünü, kendini ve başkalarını bundan kurtarmaya harcadı. Öyle kurtulsunlar ki, ölümden sonra da hayat hiçbir biçimde tekrarlanmasın. Hayat, kökünden kazınmış olsun.
- Bu, Hint bilgeliğinin sözüdür.