Birlikte seçelim, birlikte okuyalım, isteyen ve okuyanla birlikte tartışalım📖📚📒
Merhaba arkadaşlar
Geçmiş bayramınızı kutluyorum.
Öykü bende bir parça hüzün bıraktı. Kadının anlaşılamama problemi, yalnızlığı ve bunu paylaşma ihtiyacı. Hangimiz yaşamıyoruz bu duyguları. Belki bu yüzden erkeklerin hiç bir zaman anlayamayacakları şeylere tevessül ediyoruz fakat yine mahkum edilen, hesap ödemek zorunda bırakılan biz oluyoruz. Belki fazla feminen düşünüyorum . Erkeklerden de aynı düşünceleri yaşayanlar vardır ama çoğunluk biz kadınlarda.
Merhaba herkese yeniden:)
Hülya senin yorumun biraz daha aydınlattı diyebilirim öyküyü zihnimde:) sanırım son zamanlarda okuduğum bir çok kitapta intihar olgusu olması sebebiyle bir kopuş oluyor. Dediğim gibi öykü bende Woolf’un hayatının bir parçası gibi geldi, sahip olduklarına sahip değilmiş gibi yaşayan ve aidiyet geliştirememiş bir kadının sonu...
Bende şimdiden herkese iyi bayramlar diliyorum.:) bayramdan sonraki hafta yeni öykümüzle tekrar buluşmak üzere🙋🏻♀️🎈
Merhaba
Hülya haklısın valla. İyice düştü katılım. Yapacak bir şey yok tabi:)
Teşekkürler paylaşım için...
Geçen hafta okudum öyküyü aslında. Woolf'un hayatı hakkında hepimizin ufak tefek bilgisi vardır zaten. Öyküde karakterin Günlük tutması, intihar ve düşünme biçimi bana Woolf'u hatırlattı. Nitekim yazar aslında bir çok eserinde kendi hayatından kesitlere yer vermekte.
Öyküyle ilgili nasıl bir yorum yapacağımı bilemiyorum hala. Nedense bu öykü bende bir beğeni ya da beğenmeme gibi bir duygu da uyandırmadı. Bu anlamda biraz da şaşkınım. Tam olarak anladım mı onu da aslında bilmiyorum.:)))
Kadın, kişisel ve bilinmeyen buhranı ve kurtuluş olarak görülen intihar! Yani zihnimde bu başlıklar var.
Hülya sen düşünüyorsun? Nasıl bir duygu geçti öyküden sana?
Merhaba. Kör topal olsa da devam ettirmeye çalışalım diyeceğim grubu ama pek ümitvar görünmüyor halimiz. Yine de başlığı açmış olalım, Bilge'nin öyküyü tarayıp bize iletmiş olmasının hatırına:)
Öncelikle hızlıca bulduğum bir biyografiyi paylaşıyorum, daha kapsamlı biyografiler de var internette. Sonra okuyup düşüncelerini paylaşmak isteyen olursa öyküyü konuşuruz:
http://mozartcultures.com/shakespeares-sister-virginia-woolf/
<<’Güneş; yükselmiş olan, sudan yapılma değerli taşlar arasından kesik kesik bakış fırlatarak yeşil şiltede gizlenmeyi artık bir yana bırakmış olan güneş, yüzünü açtı dümdüz baktı dalgalar üzerinden. . ’’ betimi ile doğmuş varoluşunun akıl almaz dizilimini art arda okunmadan idrak edilmeyecek ‘stream of conciousness’ yani bilinç akışı tekniğinin İngiliz Edebiyatı’ndaki önde gelen ismi : Adeline Virginia Woolf.
25 Ocak 1882 ‘de Londra’da doğmuştur. Victoria Çağı’nda kadınların okula gönderilmemesinden dolayı erkek kardeşleri gibi okuyamamıştı. Aile fertleri, Londra’nın seçkin entelektüellerindendi. Hepsi iyi öğrenim görmüş kişilerdi, üstlendikleri görevler önemliydi.
Babası Sir Leslie Stephen editör, eleştirmen ve biyografi yazarı olarak ün salmıştı. Babasının görkemli kütüphanesindeki kitapları okuyarak ve annesi Julie Stephen’ın katkısı ile dersler alarak kendini geliştirmiştir. Virginia Woolf’un ailesi onun için pek çok yazarın ailesinden daha önemliydi, çünkü Woolf evde öğrenim görüyordu, bundan ötürü yaşamının büyük kısmını ailesinin çevresinde geçirdi. Yedi tane hizmetçileri, onlara yardımcı olan bir sürü kadın ve aile fertleriyle birlikte Hyde Park Gate’deki altı katlı kalabalık bir evde yaşıyorlardı.
Annesinin grip nedeniyle 1895’te ani ölümü sırasında Woolf sadece 13 yaşındaydı. ‘’Olabilecek en büyük felaket. ’’annesi Julia Stephen öldüğünde bunu söylemişti. Annesine duyduğu özlemi, bilinç akışı tekniği ile yazdığı ‘’Deniz Feneri’’ adlı eserinde sergilemiştir.
Romanla ilgili kardeşi Vanessa, ‘’Annemin portresi benim düşünebileceğimden çok ona yakın. Ama mezardan geri gelmesi acı verici. ’’ demiştir.
Annesinin ölümü ile birlikte sinir bozukluğuyla kendini gösteren krizler geçiriyordu. Yaşadığı travma ve ağır depresyon sonucu Woolf insanlardan korkmaya başlamış, ürkütücü sesler duyduğunu iddia etmiştir. Hastalığının nedeni olduğu düşünülen bir diğer olayda henüz küçük yaşta üvey ağabeyi tarafından cinsel tacize uğramasıdır. Feministliğinin nedeni olarak da bu durum gösterilmektedir.
Babasından pek hoşlanmadığı söylenilse de 1904’te babasının ölümünün ardından ikinci bir sinir krizi geçirmiştir. Bu olaydan sonra, kuşların Yunanca öttüğünü ve Kral 7. Edward’ın çiçeklerin içine müstehcen şeyler fısıldadığına inanmıştır.
Ablası Vanessa Bell ressamdı. Woolf ona özenip kimi zaman kitaplarını şövalye üzerinde resim çizer gibi yazmıştır. İlk kitaplarının kapakları Vanessa Bell tarafından resmedilmiştir.
Bir de erkek kardeşi Thoby Stephen vardı. Thoby 25 yaşında hayatını kaybetmiş, Woolf ona olan özlemini de ‘’Dalgalar’’ adlı eserinde işlemiştir. İşlediği tüm karakterler, kaybettiği erkek kardeşi Thoby ile aynı yaşta ölen arkadaşları Percival hayranıydı. Bu hayranlıkta, Woolf’un kardeşine olan özlemi yatmaktadır.
1904 yılında babasının vefatının ardından Woolf ve kardeşleri değişiklik için Bloomsbury semtine taşınmıştır. Bu değişiklik sürekli sinir krizi geçiren Woolf’a iyi gelmiş, özgürlükçü Bloomsbury ortamlarına girerek burada sanat dünyasından farklı kişilerle tanışma fırsatı bulmuştur.
Feminist duruşunu ‘’ Para kazanın, kendinize ait bir oda ve boş zaman yaratın. Yazın, erkekler ne der diye düşünmeden yazın! ‘’ şeklinde özetleyen Woolf, sadece edebiyat dünyasında değil Feminizm Akımı içinde de yadsınamaz bir yere sahiptir.
1912 yılında yayınevi sahibi olan Leonard Woolf ile evlenmiştir.
Leonardo ile evlenmesinde Woolf’un yazdıklarını özgürce yayınlayabilecek olmasının büyük etkisi vardır. Evlendikten sonra ev işi ve yemek becerilerini geliştirmek adına bir aşçılık okuluna yazılmış, en sonunda da evlilik yüzüğünü pudingin içinde pişirmişti.
‘ ’ Tüm yemekler pişirilmiş, tabak çanak yıkanmış, çocuklar okula gönderilip dünyaya açılmışlardır. Geriye kalan hiçbir şey yoktur. Her şey yok olmuştur. ‘’ (Virginia Woolf – Kendine Ait Bir Oda)
‘’ Mrs. Dalloway ‘’ romanı ile bilinç akışı tekniği ile tam bir başyapıt çıkarmıştır. Bilinç akışı tekniği : Yazar, karakterlerin hayatlarındaki birçok izlenimi peş peşe sıralayarak bir an içerisinde insanın zihninden geçen düşünceleri bizlere tüm çıplaklığı ile verir. Bu gerçeklikte tam anlamıyla bir kurgusal gerçeklik yoktur, anın gerçekliği vardır.
Vita Sackville ile yaşadığı lezbiyen aşk, tensel temas barındırmayan bir ilişkiydi. Bu ilişki günümüze de taşınmış olan romantik mektuplar üzerinden devam etmiştir.
İlk başta Virginia Woolf’un mirasçısı olarak görülen Sylvia Plath olmak üzere; Gabriel Garcia Marquez, Truman Capote gibi isimlere esin kaynağı olmuştur.
Woolf Vita’yı kadın-erkek özelliklerini bir arada barındıran biri olarak görür ve ona ithaf olarak benzer bir konuyu işlediği Orlando eserini yazar. Vita’nın oğlu Nigel Nicolson, Orlando’dan ‘’Edebiyat tarihinin en uzun ve en nefis aşk mektubu’’ olarak söz eder.
Woolf 22 yaşından itibaren üç kez intihara kalkışmıştı. Bipolar bozukluğu sebebiyle tekrar tekrar depresyon ataklarının tesirinde kalması, basit konularda bile tetiklenebilen başarısızlık sezgisi ile uğraşması onu psikolojik açıdan yorgun düşürmüş, İkinci Dünya Savaşı’nın varlığı bile Woolf’un yaşamaya dair umutsuzluğu iyice artmış ve dayanılamaz şiddette kronik bir hal almıştı.
Dahilik ve delilik arasında medcezir yaşayan, aniden parlayan bir bilince sahipti. Fakat 28 Mart 1941 tarihinde bu medcezirlerin sonuncusunu yaşadı; Üçüncü intihar girişimi. .
Bizlere Ophelia’ yı andıran ölümü ; 59 yaşında ceplerine taş doldurarak kendini Ouse Nehri’nin kollarına bırakması ile oldu.
Ruhsal bunalımlarından firar etmek için intiharı seçen Woolf’un cesedi bulunduktan sonra Woolf’un cebinden son mketubunu, öldüğü gün eşi Leonard bulmuştur. >>
Merhaba Tekrar.
Miras öyküsü ile ilgili, Özlem dediğin gibi Virginia Woolf'un kendisini hatırlatan şeyler vardı.
Bunun dışında öykünün kurgusu etkileyiciydi bence. Belki anlayan olmuştur ama her şeyi düzenli bırakıp gitmiş olmasını intihara bağlamadım ben en başta. Angela, gerçekten evine bağlı, düzenli ve planlı bir insan diye düşündüm. Sonra Gilbert Clandon'un günlükleri okumaya başlamasıyla iyi günlerden kötü günlere yıllar sürmüş bir evlilik hayatını kafamızda bütünüyle canlandıracak kadar bilgi edindik çeşitli zamanlardan birkaç satırla. Okurken hissedilebilen bir çöküş oldu bu Gilbert Clandon için.
Bu arada karısının ölümü sonrası bile onu küçümsemesi bizi sorunun kaynağına götürüyor olabilir bence. B.M.nin fakirlik hikayeleri sonrası Angela "lüks içinde yaşamaya dayanamıyorum" yazmış günlüğüne. Gilbert Clandon bunun üzerine, anlayamayacağı şeylerle kafasını karıştıracağına keşke bana gelseydi diye düşünüyor. Bu da Angela'nın neden kendisini eşit görüp her konuyu tartışan birini sevdiğini gösteriyor diye düşünüyorum.
Öykü bunları düşündürdü bana şimdilik.
**
Bu arada ramazan etkisi ise iyi, ümit var demektir:) Şimdiden iyi bayramlar herkese...
Teşekkürler arkadaşlar, ben henüz okuyamadım. Ramazanda okuduğumu pek anlamıyorum : ))) inşallah okur okumaz katılrım