Abdullah küçük bir aşık. Hem de kendinden büyük bir Ablaya. Babası Ablaların yaşadığı apartmanda kapıcı. Annesi, babası, aşk acısı yetmezmiş gibi, Abdullahın bir de yeni doğmuş bir kardeşi var. Bu kadarla kalsa iyi. Her gün de okul denen sevimsiz yere gitmek zorunda, keşke ölse ve her şeyden kurtulsa. Şu geri zekalı kızlar, yanı başlarında oturan ama hiç anlayamadıkları (anlayamayacakları) öteki cins de canını sıkıyor. Ama yaşamın Abdullaha küçük bir sürprizi var, aradığı ama bulamadığı belki de çok yakınında. Şiir Erkök Yılmazın üçüncü kitabı Abdullahın Ablası, küçük bir çocuğun gözünden yaşama, aşka, büyümeye yalın ve sevimli bir bakış. Yazar bir çocuğun dünyasını, kaygılarını, umutlarını, masumiyetini başarıyla yansıtmış. Aslında Abdullahın kaygılarını hepimiz paylaşıyoruz ama belki de çocukların dünyasını bu kadar olağanüstü kılan, şu herkesin geçirdiği can sıkıcı değişim büyüme. TADIMLIKAbdullah, Ayşeye sarıldı, Ah..Ayşe, ah.. Ne olurdu sen benim Ablam olaydın.. dedi; gözleri doldu. Sevildiğini anlayan köpek Abdullahın kulağını ısırdı. Abdullah gitti, kurumuş bir dal buldu. Köpeği at yerine koyup üstüne binmeye, sağrısına vurmaya kalktı. Köpek Abdullahı sırtına buyur etmedi. Kaldırıma çöküp kalan Abdullah, kaldırım taşları arasına yuva yapmış karıncaların yuvalarını bozmaya, yollarını kesmeye başladı. Bir ayak sesi duydu. Başını kaldırdığında onun etekliğini gördü. Gidiyordu. Abdullahla konuşmamıştı. Abdullahı görmemişti. Dalgındı. Belki de üzgün. O da acı çekiyor, diye düşündü Abdullah. Mutlu değil, benim gibi.. Uzaktan dilini sarkıtmış bakan Ayşeye yüz vermedi. Eve gidip elini yüzünü yıkadı. Ayağına Ablasının verdiği ayakkabıları geçirdi. Ablayı apartmanın kapısında karşılamak, onu güldürmek, mutlu etmek istiyordu. Apartmanın kapısına dikilip yolu gözledi. Öğleye doğru Abla göründü. Yanında çok kibar bir genç, tam bir beyefendi vardı. Abdullah ayakkabılarını ayağından atıp yalınayak merdivenlere oturdu. Bacak bacak üstüne attı. Öyle ki, gelenleri merdiven başında çıplak bir ayak karşıladı. Basamaklara somurtmuş oturan Abdullah ayakkabılarını giymeyerek Ablanın sevgisini geri çeviriyordu. Hanımefendiyle beyefendi ayaklar bu pabuçsuz ayağa hiç yüz vermeden geçip gittiler. Abdullah, Bizim kapıcının oğlu.. dediğini duydu Ablanın. Sarsıla sarsıla ağlayarak eve kaçtı. Çingenenin ta kendisi Abdullahtı.
Abdullah küçük bir aşık. Hem de kendinden büyük bir Ablaya. Babası Ablaların yaşadığı apartmanda kapıcı. Annesi, babası, aşk acısı yetmezmiş gibi, Abdullahın bir de yeni doğmuş bir kardeşi var. Bu kadarla kalsa iyi. Her gün de okul denen sevimsiz yere gitmek zorunda, keşke ölse ve her şeyden kurtulsa. Şu geri zekalı kızlar, yanı başlarında oturan ama hiç anlayamadıkları (anlayamayacakları) öteki cins de canını sıkıyor. Ama yaşamın Abdullaha küçük bir sürprizi var, aradığı ama bulamadığı belki de çok yakınında. Şiir Erkök Yılmazın üçüncü kitabı Abdullahın Ablası, küçük bir çocuğun gözünden yaşama, aşka, büyümeye yalın ve sevimli bir bakış. Yazar bir çocuğun dünyasını, kaygılarını, umutlarını, masumiyetini başarıyla yansıtmış. Aslında Abdullahın kaygılarını hepimiz paylaşıyoruz ama belki de çocukların dünyasını bu kadar olağanüstü kılan, şu herkesin geçirdiği can sıkıcı değişim büyüme. TADIMLIKAbdullah, Ayşeye sarıldı, Ah..Ayşe, ah.. Ne olurdu sen benim Ablam olaydın.. dedi; gözleri doldu. Sevildiğini anlayan köpek Abdullahın kulağını ısırdı. Abdullah gitti, kurumuş bir dal buldu. Köpeği at yerine koyup üstüne binmeye, sağrısına vurmaya kalktı. Köpek Abdullahı sırtına buyur etmedi. Kaldırıma çöküp kalan Abdullah, kaldırım taşları arasına yuva yapmış karıncaların yuvalarını bozmaya, yollarını kesmeye başladı. Bir ayak sesi duydu. Başını kaldırdığında onun etekliğini gördü. Gidiyordu. Abdullahla konuşmamıştı. Abdullahı görmemişti. Dalgındı. Belki de üzgün. O da acı çekiyor, d... tümünü göster