Bilim, antropoloji ve kişisel fikirlerin kışkırtıcı bir bileşimi olan bu çalışma, bizi açlık deneyiminin içinde bir yolculuğa çıkarıyor.
Hem vücutlarımızda hem de dünyadaki farklı kültürlerde keşfettiği şeyler ise olağanüstü. Açlığın gücü üzerine yüzyılları kapsayan muazzam bir inceleme yaparken, buna nasıl mucizevi bir şekilde adapte olunabildiğini keşfediyor. İlk tapınaklarda oruç tutan azizlerden, Mahatma Gandhi gibi aktivistlere kadar pek çok farklı neslin, açlığı manevi ve siyasal tavırlarını ortaya koyabilmek için nasıl kullandıklarını anlatıyor. Russell bir taraftan açlığın insanlara ilham verdiği hatta iyileştirici gücü olabildiği bu kayda değer olaylara ışık tutarken, öte yandan kıtlık ve ileri açlığın bugün dünya üzerindeki kültürlere yaptığı etkiye işaret ediyor.
Açlık: Doğaya Aykırı Bir Tarih dört dörtlük bir yetenek ve şefkatli bir kalple yazılmış, gerçekler, tasvirler ve muazzam bilgilerle donatılmış, tarihe ve insan ruhuna açılan eşsiz bir pencere.
"Tarih, bilim ve anıların seçkin bir şekilde yazılmış bir karışımı… bildik mide gurultusundan, küresel kıtlık sorununa açlığın bütün yönlerini ele alan merak uyandırıcı bir yolculuk"
-The Observer-
Bilim, antropoloji ve kişisel fikirlerin kışkırtıcı bir bileşimi olan bu çalışma, bizi açlık deneyiminin içinde bir yolculuğa çıkarıyor.
Hem vücutlarımızda hem de dünyadaki farklı kültürlerde keşfettiği şeyler ise olağanüstü. Açlığın gücü üzerine yüzyılları kapsayan muazzam bir inceleme yaparken, buna nasıl mucizevi bir şekilde adapte olunabildiğini keşfediyor. İlk tapınaklarda oruç tutan azizlerden, Mahatma Gandhi gibi aktivistlere kadar pek çok farklı neslin, açlığı manevi ve siyasal tavırlarını ortaya koyabilmek için nasıl kullandıklarını anlatıyor. Russell bir taraftan açlığın insanlara ilham verdiği hatta iyileştirici gücü olabildiği bu kayda değer olaylara ışık tutarken, öte yandan kıtlık ve ileri açlığın bugün dünya üzerindeki kültürlere yaptığı etkiye işaret ediyor.
Açlık: Doğaya Aykırı Bir Tarih dört dörtlük bir yetenek ve şefkatli bir kalple yazılmış, gerçekler, tasvirler ve muazzam bilgilerle donatılmış, tarihe ve insan ruhuna açılan eşsiz bir pencere.
"Tarih, bilim ve anıların seçkin bir şekilde yazılmış bir karışımı… bildik mide gurultusundan, küresel kıtlık sorununa açlığın bütün yönlerini ele alan merak uyandırıcı bir yolculuk"
-The Observer-
Yazar tokluğu belirten sinyalin açlığa oranla çok daha zayıf olduğunu belirterek metnini açmış. İnsan ırkının avlanılamayan bir gün/haftaya göre evrimleştiğini, bu gelişme esnasında açlığımızın zamanla arttığını aktarırken “açlık sanatçıları” konseptine giriş yapmış. Kafka irdelemesiyle metnini sürdürürken Kafka’nın esinlendiği gerçek karakterin hikayesini de okuruyla paylaşan yazar, Giovanni Succi’nin kariyerini de aktarmayı ihmal etmemiş. İletişim teknolojisinin gelişmesinin açlık çeken kadın ve çocukların görüntülerine aşina hale gelmemizi sağladığını belirtirken giriş bölümünde açlık ve ona dayanabilme konseptini fazlasıyla yüceltmiş. Knut Hamsun ve Orwell irdelemesiyle devam edip açlığın esasen ölümle ilgili olduğunu vurgulamış. 1. Dünya ve 3. Dünya arasındaki fark fazlasıyla ironik bir anekdotla aktarılmış.
Açlık gibi hergün yaşadğımız bir konuyla ilgili olarak şaşırtıcı derecede bilgisiz olduğumuzun altını çizen metin, fizyolojik süreci aç geçirilen saatlere bölerek detaylıca anlatmış. Antonio Damasio alıntısı yapan yazar,iştahın biyolojik olarak doğmuş tecrübe ve kültürle şekillenmiş bir tutku olarak tanılarken yemek konusundaki şüpheciliğimizin bir omnivor savunması olarak evrimleştiğini belirtmiş. Kusma hareketinin sadece rahatsızlık verici bir düşünce ile başlayabileceğini, erkeklerin açlığa kadınlardan daha az dayanıklı olduğunu buna rağmen kadınların daha çok yeme bozukluğuna yakalandığını ifade edip arttırılmış iştahın yavaşlamış metabolizma ile birleştiği zaman çağımızın en büyük sıkıntılarından ( 1. Dünya sıkıntısı elbette ) biri olan “morbid obeziteye” dönüştüğünü aktarmış okurlarına.
İnsan vücudunun hayatta kalma mekanizmasına bağlı olarak kendini kilo kaybına karşı şiddetli biçimde koruduğunu belirtip gıda yardımı kavramına geçiş yapmış: “ Bazı Amerikalılar açlığı inkar ederken diğerleri çözüm olanaklarını sorgulamaktadır; muhtaç olanlara yiyecek verirsek, yiyecek, gıda temel bir hak ise onları çalışmaya ne teşvik edecek?” Fiziksel açlığın ruhsal açlık için iyi bir benzetme olduğunu, vücudun tutkularını da kapsayacak şekilde kültüre yerleştiğini bu yüzden yoksunluk ayinlerinin ( oruç ) vücudun ruhla takas edilmesi sürecinde bir metafor olduğunu eklemiş. Orucun psişik güçlerle ve spiritüalizm ile ilişkilendirildiğini ancak daha sonra alternatif tıp metodları arasında yer alacak biçimde şekil değiştirdiğini de okuruyla paylaşan yazar, tüketici olmayan terapi adı altında orucu her yönüyle irdelemiş.
Açlık grevlerine geçiş yaparken bu eylemlerin dünyayı utandırmak ve değiştirmek amacıyla yapıldığını vurgulayan yazar, bu eylemlere katılan insanların soyunup çıplaklıklarını dönüştürüp çaresizliklerini dünyaya sunduklarını, kavramların toplum ölçeğünde değişerek bu zayıflığın ( kelime ve mecaz anlamıyla ) bir güce dönüştüğünü ifade etmiş. 2. Dünya savaşına katılmayı reddeden vicdani redçilerin “ İyi savaşta” savaşmasalar bile cephedekilere yardımcı olacağına kanaat getiren bilim adamlarının ünlü “Minnesota Deneyleri” ni irdeleyen yazar okurunu dehşet içinde bırakıyor: “ Kuşaklarını kaderini paylaşmak adına denek oldular. Böcek öldürücü sprey ve tozları test etmek için bitli iç çamaşırı giydiler. Kendilerine kasıtlı olarak tifo,sıtma,zatürre mikropları bulaştırıldı. Hepatit çalışmalarının bir parçası olarak dışkı yuttular. Uç sıcaklık ve soğuğa dayanmaları istendi...” ‘. Dünya savaşı açlıkla ilgili araştırmaların yapılması için etiğin söz konusu edilemeyeceği koşullar sunmuş da olsa Varşova’da Yahudi doktorların Nazi zulmü altında açlık hastalığında ölümüne gün sayan hastalara mekik çektirmeleri gibi Minnesota deneylerini aratmayacak dehşetleri okuruna sunan yazar, herhangi bir görüş belirtmeden konuları kapatmış. Kıtlık ve açlığın antropolojik etkilerine kitabında son derece az yer veren yazar, bir sonraki bölümünde tabu konulara giriş yapmış.
Ukrayna’da 1932-33 yıllarında ve Leningrad kuşatmasındaki kıtlıkta yamyamlığın başgösterdiğini, bugün en büyük nüfuslu ülke olarak görülen Çin’in 2000 yıllık kayıtlı tarihinde 1828 kıtlık bulunduğunu ve bu kavramın kültüre yerleştiğini belirtmiş. Kıtlık durumlarında “resmi olarak” çocukların satılabileceğine veya yenebileceğine karar veren Çin imparatorluğunun halk tekerlemelerinde bile yamyamlığın imalarının bulunduğunu gösteren yazar, okurunu buz kestiriyor: “ Degiş çocuğu pişir yemeği.( kendi çocuklarını yiyemeyecek kadar yufka yürekli insanlar komşularıyla çocuklarını değiştirirmiş...) 1958’de büyük kıtlıkta 40 milyon insanın açlıktan öldüğü kayıtlara geçen Çin, dünyanın en büyük 8. Ekonomisi olmasına ve gıda ürünleri ihraç etmesine rağmen Brezilya’da açlıktan ölen çocukların bugün dahi normal olduğunu ve ailelerinin bu çocuklara “Ziyaretçiler” olarak isim taktığını aktaran yazar, duygusal açıdan çok masraflı bir okuma sunuyor.
Sağlık sorunlarını açlığa ve kötü gıda politikalarına atfetmek istemeyen yönetimlerin bunu sinir hastalığı kategorisine çekerek koltuklarını koruduğunu,” Aç bir vücut güçlü bir eleştirmendir, oysa hasta biri kimseye karışmaz.” Alıntısıyla vurgulayan yazar, açlığın varlığının kabul edilmesinin siyasal intihar olduğunun altını sertçe çizmiş. Çocukların henüz deri rengi, kültür ve politikalarla ilgili önyargılarla bağdaştırılmadığı için açlık sorununa “ ahlaki bir açıklık” getirdiğini ifade eden yazar, Kevin Carter ve ödüllü “akbaba” fotoğrafının perde arkasını yazmış. “ açlığın temel nedeni, gıda ya da toprak eksikliği değil demokrasi eksikliğidir. Aile içinde, köy ölçeğinde, ulusal ölçekte ve uluslararası ticarette.” Alıntısıyla sorunun temeline ışık tutan yazar aynı eleştirel tonu fazlasıyla iyimser olarak kurguladığı gelecek tablolarında veya çözüm önerilerinde yakalayamamış .(ekstra bilgi: şu anki üretim kapasitesi 11 milyar insanın tüm beslenme ihtiyaçlarını tam anlamıyla karşılayacak durumdadır.)
Kıtlığın ve kültürün birleştiği bir başka durum olan İrlanda ve Aziz Patrick’in yaşamını irdeleyen yazar, İrlanda törelerinde yeri bulunun “tros cad ( mazlum veya yanlış yapılan kişinin hakkının tanınması için hukuksuzluğa neden olanın kapısı önünde açlık grevi yapması geleneği )” ı açıklamış. Kapitalizmin kükreyen savunucusu Malthusçuluğun ve açlığın doğallaştırılmasının etkilerini irdeleyen yazar, Büyük İrlanda Kıtlığı’nı anlatmış. Bu Kıtlıktan sonra açlığın bir hak etme sorununa dönüştüğünü, mevcut olan gıdayı yoksulların elde edecek paraları olmadığını,onları alamaya hak kazanmadıklarını vurgulayan yazar, düzenli bir aylığı veya sosyal yardımı olmayan muhtaçların hikayesi üzerinden “açlığın” kelime anlamıyla dünyayla olan ilişkimizi başlattığını belirterek metnini kapatmış. 40 sayfa kaynakça veren kitap, kimi yerde tonunu hafifleştirse de incelikli ve detaylı olduğu kesinlikle yadsınamaz. Etkilenmeden okumanın söz konusu olmadığını belirtmeliyim, iyi veya kötü bu kitap okurunu kesinlikle etkileyecektir.
Kitabın biyoloji kısımlarında çok sıkıldım uzun uzadıya anlattığı için sanırım tarihten örnekler ilginçti..ama yinede bir damla bal için bir kilo keçiboynuzu yemiş gibi hissediyorum
Ciltsiz, 318 sayfa
Kasım2014 tarihinde, Maya Kitap tarafından yayınlandı