Sibelius Finlandiya, De Falla İspanya ve Bartók Macaristan için ne ifade ediyorsa Türkiye için onu ifade eden, Türkiyenin büyük ve yaşlı müzik adamı. 15 Ocak 1991 tarihli İngiliz The Times gazetesinin ölüm haberleri sütununda yer alan bu cümle, tüm yaşamını büyük yapıta giden yolları aramaya adamış, en dipte yatan mirasına dek kazdığı geleneği Batı müziğinin çoksesli diliyle tüm dünyaya aktaran bir büyük bestecinin ve filozofun, Ahmed Adnan Saygunun ardından yazılmış. Türkiyenin büyük ve yaşlı müzik adamı... Saygunu ne kadar iyi anlatan bir söz! Böyle bir sanatçının yaşamı ve yapıtları hakkında bugüne dek kapsamlı bir araştırma yapılmamış olmasının yarattığı boşluk da o kadar büyük! Ahmed Adnan Saygun: Doğu-Batı Arası Müzik Köprüsü, bu boşluğu dolduruyor. Türk Beşlerinin -kimilerine göre- en önemli ve yurtdışında en çok tanınan üyesi Saygun, besteci ve orkestra şefi Emre Aracının dört sene süren titiz araştırmalarının, Londra-Paris-İstanbul-Ankara arasında dokuduğu mekiklerin, sayısız belge, anı ve dokümandan yaptığı derlemelerin sonucunda ortaya çıkan bu kitapta hem müzisyen, hem yurttaş, hem de birey olarak çıkıyor karşımıza. Kitap, Saygunun yaşamına ve yapıtlarına bugüne dek hiç açılmamış pencereleri açmakla kalmıyor, yetmiş yıl boyunca Türkiye Cumhuriyetinde izlenen kültür-sanat politikalarına da anılar ve anlatılanlar aracılığıyla ışık tutuyor. TADIMLIKSaygun, Yunus Emre oratoryosunun başarılı prömiyerinden sonra, onu senelerdir görmezden gelen kimi bürokrat ve idarecilerin dikkatlerini yeniden üzerine çekmekle kalmaz, Ankarada bulunan bazı yabancı diplomatların da kendisine ve sanatına ilgi duymalarını sağlar. Sonuç olarak devam etmekte olan Halkevleri müşavir ve müfettişliği görevinin yanı sıra, kuruluşunda dahi yer almasına izin verilmeyen Ankara Devlet Konservatuvarına 1946 senesinde resmen kompozisyon öğretmeni olarak atanır. Bunun yanında yurtdışından da bazı davetler alır; bunlardan ilki British Council aracılığıyla İngiltereden gelir. Bu gezinin amacı Saygunu çağdaş İngiliz müzik dünyasına tanıtmak, buradaki eğitim ve öğretim kurumlarını görmesini sağlamak ve dolayısıyla iki ülke arasındaki kültürel bağları kuvvetlendirmektir.Saygun, savaşın izlerinin tazeliğini koruduğu ve pek çok tüketim maddesinin hâlâ karneye tabi tutulduğu Londraya 19 Ekim 1946 günü varır. Eşi Nilüfer hanıma buradan yazılan ilk mektup bu canlı tarihin en açık ifadesidir: Yanımda kâğıt getirmemiştim. Otelden ancak bir tek bu kâğıdı verdiler. Burada hiç bir şey bulunmuyormuş. Yarın biraz kâğıt bulmaya çalışacağım. [...] Lazar Levye ancak yarın yazacağım çünkü kâğıt yok.İşin düşündürücü tarafı, kâğıdın bile zor bulunduğu Londrada sanatsal faaliyetlerin kesintisiz olarak devam etmesi ve bir Türk müzisyenin büyük masraflarla misafir edilmesidir. Nitekim British Council yetkilileri Saygun için bir ay boyunca düzenli ve dengeli bir program hazırlamışlardır; bu süre zarfında Türk besteci konserlere götürülecek, İngiliz meslektaşlarına tanıtılacak, okul ve kursları inceleyecek, halk müziği uzmanları ile bir araya gelecek ve bir konferans verecektir. Gezi sadece Londra ile sınırlı değildir; Saygun İskoçya ve Galler bölgesini de içine alan kapsamlı bir Britanya turu için davet edilmiştir. Saygunun Londradaki ilk etkinliği, Covent Gardenda İtalyan şef Victor de Sabatanın idaresinde gerçekleşen bir konsere gitmek olur. Program Brahmsın birinci senfonisi, Sibeliusun En Sagası ve Elgarın Enigma Varyasyonlarından oluşmaktadır. Ancak anı defterine yazdığı notlar Adnan beyin konserden hiç memnun kalmadığını gösterirken, onun orkestra şefleri ve orkestradan beklediği tınılar hakkındaki görüşlerini de aktarmaktadır: Sabata fazla İtalyandı. Mübalağalı hareketleri ile orkestradan elde ettiği şeyler çok zaman tezat teşkil ediyordu. Aktör şefler hiç bir zaman hoşuma gitmedi. Orkestra da iyi değildi. Trompet ve trombonların f[orte]lerde sesi çatlatmaları sinirleri bozuyor. Obuanın garip bir çalışı var. İhtizaz [vibrato] yapmak hastalığına tutulmuş. Bu meraka ilk defa Sir Thomas Beecham kapılmış. Öyle ki obua çalmağa başladığı zaman öteki sazlardan tamamıyla ayrılıyor ve lüzumundan fazla dikkati üzerine çekiyor, vahdet bozuluyor. Buna kornoların ve öteki bakır sazların tesiri de ilave olununca orkestradan iyi bir intiba almak tabi mümkün olmaz.
Sibelius Finlandiya, De Falla İspanya ve Bartók Macaristan için ne ifade ediyorsa Türkiye için onu ifade eden, Türkiyenin büyük ve yaşlı müzik adamı. 15 Ocak 1991 tarihli İngiliz The Times gazetesinin ölüm haberleri sütununda yer alan bu cümle, tüm yaşamını büyük yapıta giden yolları aramaya adamış, en dipte yatan mirasına dek kazdığı geleneği Batı müziğinin çoksesli diliyle tüm dünyaya aktaran bir büyük bestecinin ve filozofun, Ahmed Adnan Saygunun ardından yazılmış. Türkiyenin büyük ve yaşlı müzik adamı... Saygunu ne kadar iyi anlatan bir söz! Böyle bir sanatçının yaşamı ve yapıtları hakkında bugüne dek kapsamlı bir araştırma yapılmamış olmasının yarattığı boşluk da o kadar büyük! Ahmed Adnan Saygun: Doğu-Batı Arası Müzik Köprüsü, bu boşluğu dolduruyor. Türk Beşlerinin -kimilerine göre- en önemli ve yurtdışında en çok tanınan üyesi Saygun, besteci ve orkestra şefi Emre Aracının dört sene süren titiz araştırmalarının, Londra-Paris-İstanbul-Ankara arasında dokuduğu mekiklerin, sayısız belge, anı ve dokümandan yaptığı derlemelerin sonucunda ortaya çıkan bu kitapta hem müzisyen, hem yurttaş, hem de birey olarak çıkıyor karşımıza. Kitap, Saygunun yaşamına ve yapıtlarına bugüne dek hiç açılmamış pencereleri açmakla kalmıyor, yetmiş yıl boyunca Türkiye Cumhuriyetinde izlenen kültür-sanat politikalarına da anılar ve anlatılanlar aracılığıyla ışık tutuyor. TADIMLIKSaygun, Yunus Emre oratoryosunun başarılı prömiyerinden sonra, onu senelerdir görmezden gelen kimi bürokrat ve idare... tümünü göster