Yanardağın Üstündeki Kuş adlı kitabında topladığı şiirlerinden, Yaşamak Hatırlamaktır adlı kitabında topladığı anılarından tanıdığımız Ülkü Tamerden başka öykülere benzemeyen sıcak, yoğun, okuduğunuza değecek dört ilginç öykü sunuluyor bu son kitabında: Sitti Zeynep, Çete İsmail, Şekerci Asım, Macı Hüseyin. Ülkü Tamer çok fazla öykü kaleme almayan bir yazar. Ancak her yazısında çok renkli ve canlı bir Türkçe çıkıyor karşımıza. İnsanlar üzerine kurulmuş ve yazarın doğduğu yer olan Gaziantepte geçen öyküler için Fethi Naci: Şu gayri insanileşmiş ülkemizde ilaç gibi geldi bana Ülkü Tamerin hikâyeleri. diyor. TADIMLIKKilidi kırmak zor olmadı. Kapak gıcırtıyla açıldı. Ayağa kalktım, elimi toza sürdüm. Öf, dedim, amma da tozlanmış. İkisi de duymadı beni. Ninem örtüyü kaldırıyordu. Eski, çok eski bir alaca; yırtılmış, kırmızı iplikle dikilmiş. Ben de olsam dikerdim bu kadar. Bir örtü daha: eski bir alaca, kim bilir hangi yılın alacası. Ben o zamanlar var mıydım? Sitti Zeynep bana masallar anlatır mıydı? Yürüyebildiği günlerden mi? Babam kocaman bohçayı indirdi. Üstteki, toz içindeki bohçayı. Bana Sitti Zeynepin her gün sandığı açtığını söylemişlerdi. Ninem çengelliiğneyi çıkardı; kumaşı gördüm. Renkli bir kumaş: kırmızı, yeşil, mor, yine kırmızı, yeşil, mor. Elimi uzattım. Ninem, Acele etme, dedi. Babam küçük kürsüde kıpırdandı. Ses etmeyip çömeldim. Daha bir sürü kumaş var, dedi ninem. Giymezdi ki. Yaptırtmazdı da. Ne kadar üsteledik, giymedi. Yine sen eskileri yaktın da... dedi. Sırtından çıkanları gördüm. Daha bir sürü kumaş var. Odanın tek penceresi bahçeden üç metre yukardaydı. Sitti Zeynep hep o pencerede beklerdi yazı. Yazı, artık içinde dolaşarak bekleyecek o geniş bahçe yoktu. Odanın üç kapısı başka yerlere açılıyordu: helaya, haznaya, merdivenlere. Bizim uzun haznamız, Beyhannın akreplerinden korktuğu, karanlığında Sitti Zeynepin tilkilerini gördüğümüz, uzun, soğuk, uzun haznamız nerede? Kâkülü kan olmuş. Başı yarılmış. Hanım ana! Başımı tülbentle bağlayarak, kana bulanmış elime şaşkınlıkla zeytinyağı sürerek beni çıkardıkları o uzun haznamız nerede? Şimdikini beş sandık, sekiz de teneke dolduruyor. Bir de çivi kutusu. Kumaşı yere koydu ninem; Giymezdi ki, dedi. Bohça kâğıt yumaklarıyla doluydu. Birini alıp açtım. İplikler. Birini daha alıp açtım. İplikler. Sonra bir düğme, iplikler, iplikler, bir düğme daha. Üçümüzün önü de kâğıtla doldu. Garip bir bitkinlikle, Deli, dedi ninem. Babam hiç konuşmuyordu. Bir yumak da o aldı, açtı. İplikler. Ben sevinir gibi oldum. Açtığım yumaktan iki dikiş iğnesi çıkmıştı çünkü. Bakın, dedim, iki dikiş iğnesi. İğneler, iplikler, üç düğme, bir düğme daha, biri sarı, öteki beyaz iki düğme daha, boş makaralar, kâğıt parçaları, kırık bir tırnak makası, bir kemik tarak, kırmızı bir kurdele, sayfaları eksik bir Radyo dergisi, paçavralar, kesekâğıtları, iğneler, belki yüz kadar iğne, kolonya şişeleri, kına, payyavşağı, boncuklar, patlamış kırmızı bir balon, babamın askerlik arkadaşının fotoğrafı, kâğıda sarılmış aynalar, anahtarlar, kutular, küpeler, bir kâğıda sarılı süprüntü, tahta parçaları, taşlar, bir bebek, takvim yaprakları çıktı sandıktan. En alttan da bir afiş: Kanlı Kazak. Sitti Zeynepe, Ayhana, Beyhana filmler oynattığım günlerden. Evde herkesin, Sitti Zeynepin bile, sandık odasında afişimi aradığı günlerden. Ninem, Kaç yılın kâğıdı bu... dedi. Bilmem, dedim, paket mi yapacaktı ne?
Yanardağın Üstündeki Kuş adlı kitabında topladığı şiirlerinden, Yaşamak Hatırlamaktır adlı kitabında topladığı anılarından tanıdığımız Ülkü Tamerden başka öykülere benzemeyen sıcak, yoğun, okuduğunuza değecek dört ilginç öykü sunuluyor bu son kitabında: Sitti Zeynep, Çete İsmail, Şekerci Asım, Macı Hüseyin. Ülkü Tamer çok fazla öykü kaleme almayan bir yazar. Ancak her yazısında çok renkli ve canlı bir Türkçe çıkıyor karşımıza. İnsanlar üzerine kurulmuş ve yazarın doğduğu yer olan Gaziantepte geçen öyküler için Fethi Naci: Şu gayri insanileşmiş ülkemizde ilaç gibi geldi bana Ülkü Tamerin hikâyeleri. diyor. TADIMLIKKilidi kırmak zor olmadı. Kapak gıcırtıyla açıldı. Ayağa kalktım, elimi toza sürdüm. Öf, dedim, amma da tozlanmış. İkisi de duymadı beni. Ninem örtüyü kaldırıyordu. Eski, çok eski bir alaca; yırtılmış, kırmızı iplikle dikilmiş. Ben de olsam dikerdim bu kadar. Bir örtü daha: eski bir alaca, kim bilir hangi yılın alacası. Ben o zamanlar var mıydım? Sitti Zeynep bana masallar anlatır mıydı? Yürüyebildiği günlerden mi? Babam kocaman bohçayı indirdi. Üstteki, toz içindeki bohçayı. Bana Sitti Zeynepin her gün sandığı açtığını söylemişlerdi. Ninem çengelliiğneyi çıkardı; kumaşı gördüm. Renkli bir kumaş: kırmızı, yeşil, mor, yine kırmızı, yeşil, mor. Elimi uzattım. Ninem, Acele etme, dedi. Babam küçük kürsüde kıpırdandı. Ses etmeyip çömeldim. Daha bir sürü kumaş var, dedi ninem. Giymezdi ki. Yaptırtmazdı da. Ne kadar üsteledik, giymedi. Yine sen eskileri yaktın da... ded... tümünü göster