Ben Kimim? Birisi sizden kendinizi anlatmanızı istese ne söylerdiniz? Genelde bu soruya muhatap olan herkes, mesleğinden, yaşından ve medeni durumundan bahseder; rakamların kılavuzluğuna ihtiyaç duyar. Birisi doğum gününü kutladığında kaç yaşına girdiğini, çocuklarından bahsettiğinde kaç çocuğu olduğunu sorarız. Bu bilgileri alırken, bunlardan yararlanmayı düşünür müyüz, yoksa adet olduğu üzere mi çıkar ağzımızdan? Bu tür cevapları ben de isterim; ama bunlar üzerinde kafa yorduğum bir anı hatırlamıyorum. Belki de bu yüzden, Ben kimim? diye sorduğumda kendime, rakamlar gelmiyor aklıma. Çocukluğumdan beri kendimle ilgili emin olduğum tek şey, her zaman kafamı kurcalayan bir soru olduğudur. Yaşadığım sürece de düşünecek bir konu bulmakta hiç sıkıntı çekmedim. Kız çocuklarının yapmaktan hoşlandığı hiç bir şeye yüz verdiğimi hatırlamıyorum. Bebeklerin yerine topu, elbisenin yerine pantolonu, evciliğin yerine ise tamircilik oynamayı seçtim. Özellikle, arabaların altına girip tamir yapmaktan çok hoşlanırdım. Bu yüzden başım derde de girmiş; bir kaç tane kendini bilmez, daha ben tamir etmeden, arabalarını çalıştırmaya kalkışmıştı. Başımı çarpmamam sık sık tembih edilmeye başladığından bu ya-na, her fırsatta düşmeyi ihmal etmedim ve hayatta olmamı; ancak Vadem dolmamış! şeklinde açıklayabilirim. Ne zaman dalgınlığım ve sakarlığım bir çukurun içine atsa beni, Orhan Velinin benim gibi şanslı olmayışına üzülürüm. Karadenizli bir ailenin ilk çocuğu, sülalenin ilk torunuydum. Çocukluğum muzip, güler yüzlü, paylaşmayı seven ve paraya bir kağıt parçasının ötesinde değer vermeyen insanlar arasında geçti. Sadece kardeşleriyle değil; annesi, babası, dedesi, anneannesi ve komşularıyla; körebe, basketbol ve kar topu oynayabilmiş şanslı bir çocuktum ben. O kadar şanslıydım ki, yaz tatillerini köyümüzde; sert mizaçlı, kavgacı, çalışkan ve eğlenmeye vakit bulamayan, hatta anlamını bile bilmeyen insanlar arasında geçirirdim. Sonunda, köyün doğasından ve mücadelesinden, aileminse neşesinden ve sevecenliğinden hoşlandığıma karar verdim. İnsanlarınsa, güler yüzlü ve ciddi olanını sevdim hep... O zamanlar, şehirde mutlu olduğum bir hayatım vardı, köyde ise sevdiğim bir hayat... Anneannem, bir gün bana doğuştan aşık olduğumu söylemişti. Sanırım haklıydı, kendimi bilmeden çok önce seviyordum, şiiri, türküyü... Bahçemizde yıldızlara şiirler söyleyerek dinlenirdim, köyümüzde türkülerle çalışırdım. Bazen, tıpkı bir doğum izi gibi, yüreğimde kanayan bir yarayla doğduğumu düşündüm. Annem, okuma bilmeden önce kitapları okur gibi yaptığımdan ve onlara başım gibi özensiz davranmadığımdan bahsederdi kinayeli... Öğrenmeye hevesli, fazlasıyla meraklı, akıllı ve yaramaz bir çocuk olarak, yanlış bir seçimin kurbanı olup, okula gönderildim. İlkokulda biraz olsun nefes alırdım, ortaokulda can çekişmeye başladım, lisede öldüm ve üniversiteyi hayaletim bitirdi. Şimdilerde doktora yapmakla meşgul... Bir yaramazlık baki kaldı bu tatsız serüvenden, öğrenme hevesi bıkkınlığa, merak; adam sendelere bıraktı yerini... Aklımsa, yerinde kalsaydı; doktora yapıyor olmazdı kanımca... Gel gör ki, atınca üzerimden öğrenci kimliğimi, Çalış! ya da Sınava gir! diyen birileri olmayınca çevremde, çalışmak zorunluluk olmaktan çıkıp, bilgiye ulaşmak için bir eylem haline geldiğinde, daha çok sevdim öğrenmeyi ...
Ben Kimim? Birisi sizden kendinizi anlatmanızı istese ne söylerdiniz? Genelde bu soruya muhatap olan herkes, mesleğinden, yaşından ve medeni durumundan bahseder; rakamların kılavuzluğuna ihtiyaç duyar. Birisi doğum gününü kutladığında kaç yaşına girdiğini, çocuklarından bahsettiğinde kaç çocuğu olduğunu sorarız. Bu bilgileri alırken, bunlardan yararlanmayı düşünür müyüz, yoksa adet olduğu üzere mi çıkar ağzımızdan? Bu tür cevapları ben de isterim; ama bunlar üzerinde kafa yorduğum bir anı hatırlamıyorum. Belki de bu yüzden, Ben kimim? diye sorduğumda kendime, rakamlar gelmiyor aklıma. Çocukluğumdan beri kendimle ilgili emin olduğum tek şey, her zaman kafamı kurcalayan bir soru olduğudur. Yaşadığım sürece de düşünecek bir konu bulmakta hiç sıkıntı çekmedim. Kız çocuklarının yapmaktan hoşlandığı hiç bir şeye yüz verdiğimi hatırlamıyorum. Bebeklerin yerine topu, elbisenin yerine pantolonu, evciliğin yerine ise tamircilik oynamayı seçtim. Özellikle, arabaların altına girip tamir yapmaktan çok hoşlanırdım. Bu yüzden başım derde de girmiş; bir kaç tane kendini bilmez, daha ben tamir etmeden, arabalarını çalıştırmaya kalkışmıştı. Başımı çarpmamam sık sık tembih edilmeye başladığından bu ya-na, her fırsatta düşmeyi ihmal etmedim ve hayatta olmamı; ancak Vadem dolmamış! şeklinde açıklayabilirim. Ne zaman dalgınlığım ve sakarlığım bir çukurun içine atsa beni, Orhan Velinin benim gibi şanslı olmayışına üzülürüm. Karadenizli bir ailenin ilk çocuğu, sülalenin ilk torunuydum. Çocukluğum mu... tümünü göster