Bu çalışma, Arnavutluk, Bulgaristan, Yunanistan, Romanya ve Yugoslavyadan oluşan beş modern Balkan devletinin tarihinin yaklaşık üç asırlık bir kısmını ele almaktadır. Balkan yarımadası tarihte önemli bir rol oynamış olmasına karşın, bu bölge Avrupanın diğer bölgelerine nazaran daha az çalışmaya konu olmuştur. Dışarıdan bir gözlemciye çoğu zaman içinden çıkılamaz bir bulmaca gibi görünen ve farklı diller konuşan belli başlı yedi milletten insanlarla meskun bir bölge olan Balkanlar, Batılıların ilgisini ancak savaşlara ve şiddet olaylarına sahne olduğu zamanlarda çekti. Uzun zamandan beri ?Avrupanın barut fıçısı? olarak nitelenen yarımada, gerçekten de ününe uygun bir serüven sürdü. Kırım Savaşının, önde gelen Avrupa ülkelerinin 1815i izleyen yüzyıl içerisindeki istikametlerinin zeminini burası teşkil etti; Franz Ferdinandın 1914te Saraybosnada suikasta kurban gitmesi, I. Dünya Savaşının görünen sebebini teşkil etti. 1944ten sonra Balkanlarda meydana gelen olaylar, Soğuk Savaşı başlatan temel faktörler oldu; Yunan İç Savaşı, Amerikan dış politikasının Truman Doktrini ile yeni bir yön almasına vesile oldu. Bu tür krizlerle ilgili ayrıntılı çalışmaların yapılmış olduğu kesinlikle doğru olmakla birlikte, Balkanlar ile ilgili çalışmalar görece çok geri düzeyde kaldı. Dil engeli ile karşı karşıya kalan ve sınırlı arşiv dökümanıyla yetinmek zorunda olan Batılı tarihçiler, Balkan deneyiminin birçok yönünü ayrıntılı olarak incelemeye ancak yakın zamanlarda başladılar.Bununla birlikte bu bölge, gerek geçmişteki katkıları, gerekse günümüzdeki önemi sebebiyle modern tarih araştırmalarında daha geniş bir yer edinmeyi hak etmektedir. Antik Yunan, Roma, Bizans, Osmanlı ve Habsburg topraklarının bir parçasını teşkil etmiş olan ve Avrupa, Asya ve Afrikanın birleşme noktasını oluşturan yarımada, farklı emperyal güçlerin ve hasım ideolojilerin mücadele alanı olageldi. Farklı tarihsel dönemlerde, belli başlı siyasi ve kültürel sınır hatları ?örneğin, Doğu (Bizans) ve Batı Roma İmparatorlukları, İslam alemi ile Hristiyanlık alemi, Ortodoksluk ile Katoliklik; günümüzde ise birbiriyle çelişen toplumsal, siyasi ve ekonomik sistemleri temsil eden NATO ve Varşova Paktı askeri blokları arasındaki sınır hatları? burada kesişti. Hasmane dış etkilere olduğu kadar iç baskılara da maruz kalan bölge, alternatif sistemler için gerçek anlamda bir test zemini teşkil etmektedir. Bu yüzden geçen iki asırda Balkanlar, siyasi örgütlenme ve ekonomik gelişmenin ulusal ve liberal biçimlerinin kolay kolay görülmez bazı yönlerinin gözlemlenebildiği bir laboratuvar işlevi gördü. Günümüzde de sosyalist rejimler, benzer araştırmaların yapılabileceği alanlar durumundadır. Üstelik Kuzey ve Güney Amerikalı okurlar için Balkan tarihi ile ilgili bir araştırma, Yeni Dünyaya göç eden milyonlarca insanın anayurdu ile ilgili olarak sunacağı bilgiler dolayısıyla da ilgi çekicilik arz etmektedir.Okuyucuya 1699daki Karlofça Antlaşmasından 1980lerin başlarına kadar Balkan yarımadasının dramatik ve meşum tarihini sunmak için gerçekleştirilen bu çalışma; bölgede yakınçağda meydana gelen gelişmelerle ilgili yakın tarihli araştırmalara, standart tarih eserlerine ve monografilere dayalı olarak dengeli bir resim ortaya koymayı hedeflemektedir. Ana temayı, Balkan uluslarının, gerek Osmanlı gerekse Habsburgluların emperyal kontrolünden kurtulma, bağımsız ulusal devletler halini alma ve ardından ekonomik ve toplumsal modernizasyon alanında daha çetin bir yola koyulma süreçleri oluşturacaktır. İçerdiği şartların bölgedeki Osmanlı hakimiyetinin kırılışında kalıcı bir rol oynadığı Karlofça Antlaşması, öykümüz için iyi bir başlangıç noktası teşkil etmektedir. Bu antlaşmayı izleyen dönem, Balkan halklarının Osmanlı hükümetinin emperyal, dini örgütlenmesinden kopup ulusal, seküler devlet sistemine geçişlerine yol açacak hareketlerin başlamasına tanık oldu. İleride göreceğimiz üzere ulusal isyanlar, Balkan ulusları arasında görece düşük ölçekte işbirliğine dayalı bir şekilde, bireysel temelli olarak gerçekleştirildi. Bununla birlikte, bu müstakil grupların faaliyetleri, bazı ortak özellikleri de paylaştı. Örneğin her ulusal hareket, edebi bir dilin teşekkülünü ve halkın Osmanlı-öncesi tarihlerine olan ilgisinin yeniden uyanmasını kapsayan bir kültürel yeniden canlanma ile birlikte zuhur etti. Aynı şekilde, tüm ulusal liderler, başarılı olsun ya da olmasın, silahlı ayaklanmalar örgütlemiş; gelecekle ilgili siyasi ve ekonomik hedefler konusunda benzer bir vizyonu paylaşmışlardı.Siyasi dönüşüme giden yol, uzun bir yol olacaktı. Osmanlı hakimiyetinin zayıflayıp tedricen ortadan kalkmasının yavaş yavaş gerçekleşmesi, bu süreci daha da zorlaştırdı. Sultanın mutlak hakimiyeti altında, dahili ulusal ve dini çatışmaların önü alındı ve Avrupalıların etkileri yarımadanın çevresiyle sınırlı kaldı. Osmanlı Devletinin topraklarını koruma yeteneğinin giderek azalması üzerine, Balkan toprakları diğer büyük güçlerin göz diktiği bir ganimet alanı haline geldi. 18. yüzyılda, Rus ve Habsburg imparatorlukları, bu topraklarda hakimiyet tesis etmek için hem Osmanlı İmparatorluğu ile hem de birbirleriyle rekabet ettiler. Bölge, 19. yüzyılda diplomasi sahnesinin merkezine taşındı; Avrupalı büyük güçlerin hepsini ilgilendiren Doğu Sorunu, yakın nedenleri Balkan sorunlarıyla derinden irtibatlı bir savaş olan I. Dünya Savaşının başladığı tarihe kadar en önemli süreğen diplomatik mesele olarak kaldı. Ne yazık ki Balkan halkı için, onların ulusal özgürlük hareketlerini sürdürdüğü bir dönemde toprakları, uluslararası dikkatin odak noktası haline geldi. Britanya, Fransa ve Rusyanın giderek artmakta olan dinamik emperyal eğilimleri burada birbirleriyle çakıştı ve çatıştı. Daha sonra, yeni birleşmiş olan Almanya ve İtalya da bu mücadeleye katıldı. 20. yüzyılın başlarına gelindiğinde, Osmanlı İmparatorluğu gibi Habsburg İmparatorluğu da sınırları içerisinde ulusal husumetlerin artması sorunuyla karşı karşıyaydı. Bununla birlikte bu devlet de güçlü bir Balkan politikası yürütme çabası içine girdi. İki dünya savaşı arasında, bir diplomatik mücadele merkezi olarak önemini yitirmiş olmasına karşın Balkan yarımadası, 1945 yılından sonra, uluslararası husumetin bir objesi olarak değişik hasım listesiyle birlikte yeniden önem kazandı.Uluslararası bir gerilim bölgesinde yaşayan Balkan halkları, tabiidir ki kendilerini süreğen bir dış baskı altında hissetti. Osmanlı İmparatorluğunun yerini başka güçlerin hakimiyetinin almasını istemeyen Balkan ulusal liderleri, topraklarına yönelik tüm ilhak veya hakimiyet çabalarına karşı koydular. Bu liderler aynı zamanda, Avrupalı ülkelerin maddi ve kültürel başarılarından da muazzam ölçüde etkilenmekteydi. Böylece ulusal hareketler, gerçekte Osmanlı öncesinin siyasi organizasyonlarını yeniden canlandırmaya yönelmiş olsalar da söz konusu liderler, Avrupa siyasi kurumlarını benimsemekte ve sergiledikleri tutumları çoğu zaman çağdaş Batılı ideolojiler olan liberalizm ve milliyetçiliğe dayanarak savunmaktaydılar. 19. yüzyılda büyük güçler, yeni Balkan ulus-devletlerinin çoğunun hükümet biçimini, yöneticilerinin kişiliğini ve topraklarının sınırlarını belirlerken, onların çoğunlukla ilerlemeci siyasi anlayışa dayalı olan bu kararları, genel itibarıyla Balkan liderlerinin büyük bölümünün kanaatlerini de yansıtmaktaydı. 20. yüzyılda, Sovyetler Birliğinden ve Batı Avrupadan alınan sosyalist ve komünist siyasi programlar, bazı gruplar arasında benzer tarzda bir destek gördü.İç siyasi meseleler ve dış politika, Osmanlı hakimiyetinin ortadan kaldırılıp ulusal hükümetlerin kurulduğu vakte kadar, Balkan liderlerinin dikkatlerini yöneltiği belli başlı meseleler oldu. Paralel bir süreç yaşayan toplumsal ve ekonomik değişim ise, Balkanların başat meselelerinden biri haline geldiği 1945 yılı sonrasına kadar geri planda kaldı. Çok yakın zamanlara kadar nüfusun büyük bölümü, son derece geri koşullarda yaşayan, fakir ve çoğu okuma yazma bilmeyen köylülerden oluşuyordu. Bazı üyelerinin aralarından sıyrılıp ulusal hükümetlerin liderliklerine kadar yükselmesine karşın büyük çoğunluk, yeni koşulların baskısı altında ekonomik ve sosyal mevkilerinin tedrici bir şekilde aşınmasına şahit oldu. Siyasi ve diplomatik meselelere gömülmüş olmalarına rağmen Balkan liderleri, ülkelerinin zayıf ekonomilerinin, özellikle de ulusal savunma gibi genel devlet çıkarları söz konusu olduğunda ne anlama geldiğini çok iyi biliyorlardı. Bu yüzden, Batı Avrupa toplumlarında büyük takdir gören; sanayinin geliştirilmesi, ziraatin iyileştirilmesi, ileri bir eğitim sisteminin tesisi ve yaşamı kolaylaştırıcı araç-gereçlerin temini konularını kapsayan bir modernizasyon, bu ulusal devletlerin hepsinin önemli bir amacını teşkil ediyordu. Dış etkilere dair kararsız tavır, bu çabada açıkça görülmekteydi. Gerekli sermayeden, kaynaklardan, uzman ve deneyimden yoksun olan Balkan devletleri yardıma muhtaç olmalarına rağmen, yabancı sömürüsünden ve emperyal hakimiyetten de korkmaktaydılar.Bu yüzden, siyasi, ideolojik ve ekonomik dış etkileri kabul ve reddediş yönündeki bu ikircikli tutum, Balkan tarihinin süreğen bir mevzusu oldu. Balkan toplumları gönüllü veya zoraki olarak dış dünyadan çok şey kabul etmiş olmalarına rağmen, benimsenen yabancı kurum ve fikirlerin bile sonraları ulusal geleneklere ve önyargılara göre yeniden biçimlendirildiklerini vurgulamak gerekir. Balkanlardaki yaşantının temel unsurunu, halkların uzun tarihsel deneyimlerinin ve yarımadanın çok çektiği dış müdahalelere karşı gösterdikleri benzersiz tepkilerin oluşturduğu kuşkusuzdur.Bu eser, Doğu Avrupanın tarihine ışık tutmak amacıyla, Sosyal Bilim Araştırma Konseyi ile Bilim Dernekleri Amerikan Konseyinin (ACLS) Doğu Avrupa Ortak Komitesi tarafından 1972 yılında belirlenen programın bir parçası olarak hazırlandı. Washington Üniversitesinden Profesör Peter F. Sugar, ilk teklifi getiren özel komitenin başkanıydı; Wisconsin Üniversitesinden Profesör Michael B. Petrovich ise denetim kurulunun başkanlığını yaptı ve müteakip organizasyonun sorumluluğunu üstlendi. Bu Balkan tarihi, müellifine yazımı tamamlaması için gerekli boş zamanı ve ciltlerin yayına hazırlanması için gerekli parayı bahş etmek de dahil olmak üzere Eğitim Bakanlığından cömert bir mali destek gördü. 1980 yılına kadar ACLSnin Başkan Yardımcılığını yapan Dr. Gordon B. Turner ve onun halefi olan Dr. Jason H. Parker, değerli öneri ve yardımlarıyla esere katkıda bulundular. Müellif ayrıca, tavsiyeleri ve desteği dolayısıyla Eğitim Bakanlığından Julia A. Petrova da çok şey borçludur.Orjinal projede de ifade edildiği gibi bu kitap, Balkan tarihine bir giriş olarak tasarlandı; hiçbir peşin yargıya dayalı değildir. Anlatı için gerekli görülen, Avrupada meydana gelen belli başlı olaylara, siyasi, felsefi ve ekonomik teorilere de eserde yer verilmektedir. Tahlil edilen gelişmelerin karmaşıklığı sebebiyle bir kısmı, birden fazla başlık altında ele alınmaktadır. Söz konusu bölge dünya hadiselerinde önemli bir rol oynamıştır. Bu nedenle eserde sadece Balkanlarda meydana gelen dahili olaylara değil, aynı zamanda, ele alınan dönemde vuku bulan büyük uluslararası çatışmalara da dikkat çekilmektedir. Dolayısıyla eser, hem Balkanlarda meydana gelen gelişmeleri hem de Balkan yarımadasının tarih içerisindeki yerini ele almaktadır.Konunun çift yönü dolayısıyla, hem dahili sorunları hem de büyük güçlerin bölgeye müdahalelerinin yol açtığı buhranları netliğe kavuşturmak için eserde çok sayıda haritaya yer verilmiştir. Balkan tarihinin bu çift yönünü ortaya koymak için konulan resimlerin hemen hepsi de 19. yüzyılın ilk yarısına aittir. 18. ve 19. yüzyıllarda, Balkanlar ve genel olarak Osmanlı İmparatorluğu, sadece devlet adamları ile generalleri değil; fakat aynı zamanda, toprak yapısının eşsiz güzelliği ve egzotik ve romantik atmosferi dolayısıyla yazarları, şairleri ve ressamları da cezbetti. Balkan yarımadası az bilinmekteydi; birçok yanlış algılama mevcuttu. İngiliz haritacıların en iyilerinden biri olan Herman Moll tarafından 18. yüzyılın başlarında hazırlanan haritada da görüldüğü gibi, 19. yüzyılın ortalarına kadar, yüksek ve neredeyse nüfuz edilemez bir doğu-batı dağ silsilesinin tüm yarımadanın bir ucundan diğer ucuna uzandığına inanılmaktaydı. Resimler, toprakların vahşi ve dağlık yapısının ressamlar üzerinde oluşturduğu etkiyi net bir şekilde ortaya koymaktadır.İki cilde bölünmüş olan eserin, bazı sınırlamalarla birlikte birbirinden bağımsız ciltler olarak okunması mümkündür. İlk cilt, 17. yüzyılda meydana gelen belli başlı olaylara genel bir giriş ile başlamasına karşın 18. ve 19. yüzyılları ayrıntılı olarak ele almaktadır. Bu ciltte, Osmanlı ve Habsburg yönetimlerinin ve müteakip ulusal hareketlerin doğasıyla ilgili konular üzerinde durulmaktadır. Yunanlıların, Karadağlıların, Rumenlerin ve Sırpların bağımsızlıklarına kavuşmaları; Bulgarların otonomi elde etmeleri ve yeni hükümetlerini kurmalarıyla sona eren I. Cilt, uluslararası ilişkiler itibarıyla, Karlofça Antlaşmasının imzalandığı yıl olan 1699 yılından, Rusya ve Habsburg İmparatorluğu arasında Balkanlar ile ilgili mutabakat antlaşmasının imzalandığı 1897 yılına kadar gelişen olayları kapsamaktadır.II. Cilt, arka plan vermek için önceki yıllarda meydana gelen siyasi gelişmelere değinmekle birlikte, ekseriyetle 1980 yılına kadar 20. yüzyılda meydana gelen olayları ele almaktadır. Bu cildin belli başlı konuları, modern devletlerin toprak bütünlüğünün tamamlanışı; büyük savaşlar ve bu savaşların neticeleri ile bilhassa bu ulusların modern dünyada karşı karşıya kaldıkları muazzam siyasi, toplumsal ve ekonomik sorunların altından kalkabilmek için aldıkları önlemlerdir. Önceki asırlarda çok önemli meseleler olan büyük güçlerin sürekli müdahalerinin ve tazyiklerinin yol açtığı zorluklar, yakın tarihi de etkilemektedir.Geçmiş asırlarda kullanılan dillerin çokluğu ve yazım farklılıkları da alan tarihçileri için belirli zorluklara yol açmaktadır. Bu kitapta, kişi ve yer isimlerinin yazımında, en çok kullanılmış ve okuyucuya en tanıdık gelecek olan yazım şeklinin kullanılmasına gayret edilmiştir. Yunanca ve Bulgarca için standart transkripsiyon sistemi kullanılmış; Sırpça kelimeler ve isimler de Latince yazımlarıyla verilmiştir; ancak tam bir uyum tesis etmek mümkün olmamıştır. Ayrıca birçok özel isim İngilizce yazımlarıyla verilmiştir.*Balkan halkının I. Dünya Savaşı sonrasına kadar üç farklı takvim kullanmış olmasından dolayı tarihlemede de bazı zorluklarla karşılaşılmaktadır. Müslümanlar, olayları Miladi 622 yılında gerçekleşen Hicrete göre tarihlendirmiş; Ortodokslar Jülyen veya Eski Tarz takvimi, Katolik ve Protestanlar ise Gregoryen veya Yeni Tarz takvimi kullanmışlardır. 18. yüzyılda Jülyen takvim Gregoryen takvimden on bir gün geri idi; aradaki fark, 19. yüzyılda on iki, 20. yüzyılda ise on üç güne ulaştı. Bu kitaptaki tüm tarihler Yeni Tarz takvime göre verilmiştir. Tarihlemede bir farkın bulunması, özellikle de belli bir gün veya ayın bir olayla özdeşleşmiş olması durumunda zorluğa yol açmaktadır. Örneğin, 1876 yılında Bulgaristanda meydana gelen Nisan Ayaklanması, Yeni Tarz takvimde Mayıs ayına denk düşmektedir. Bu tür zorluklar çıktıkça metinde izahatları yapılmaktadır.Büyük bir bölümde dipnotlar, alıntı kaynakların ve bazı istatistiki bilgilerin kaynaklarının belirtilmesiyle sınırlı tutulmuştur. Eski kaynaklardan yapılan alıntıların imlası ve yazım tarzı, elinizdeki kitabın imlası ve tarzına uygun hale getirilmiştir. Bibliyografya, okuyucuya Balkan tarihinin değişik yönlerini ele alan bir kitap listesi sunacak şekilde düzenlenmiştir. Kitabın hazırlanışı esnasında geniş ölçüde yararlanılmış olmakla birlikte, İngilizce dışındaki dillerde yayınlanmış eserlere bibliyografyada yer verilmemiştir.Müellif, kitabın metnini gözden geçirme nezaketinde bulunan arkadaşlarına, meslektaşlarına ve konunun uzmanlarına çok şey borçludur. Onların deneyimli yorum ve eleştirileri, kitabın nihai şeklini almasında büyük katkı sağlamıştır. Wayne State Üniversitesinden Richard V. Burks; California Üniversitesi, Santa Barbaradan Dimitrije Djordjevic´; Indiana Üniversitesinden Rufus Fears; Michigan Üniversitesinden John V. A. Fine, Jr.; Illionis Üniversitesinden Keith Hitchins; Chicago Üniversitesinden Halil İnalcık; Maryland Üniversitesinden John R. Lampe; York Üniversitesinden Thomas A. Meininger; Amherst Kolejinden John A. Petropulos; Wisconsin Üniversitesinden Michael B. Petrovich; Amerikan Üniversiteleri Saha Personelinden Dennison I. Rusinow; Rutgers Üniversitesinden Traian Stoianovich ve Washington Üniversitesinden Peter F. Sugar kitabın tamamını veya büyük bölümünü gözden geçiren profesörlerdir. Ayrıca bu çalışma gerçekte müellifin, sadece görüş ve eleştirileriyle değil, fakat aynı zamanda kendi araştırmasının sonuçlarıyla da katkıda bulunduğu eşi Charles Jelavichle işbirliğinin bir ürünüdür.Müellif, kitabın nihai dizim görevini üstlenen Debbie Chasee ve gerçekleştirdiği mükemmel gözden geçirme ve değerli önerileriyle eserin nihai şekline büyük katkıda bulunan Janis Bolstera şükranlarını sunmaktadır. Kitabın indeksi de Janis Bolster tarafından derlenmiş; haritalar ise William Jaber tarafından hazırlanmıştır.
Bu çalışma, Arnavutluk, Bulgaristan, Yunanistan, Romanya ve Yugoslavyadan oluşan beş modern Balkan devletinin tarihinin yaklaşık üç asırlık bir kısmını ele almaktadır. Balkan yarımadası tarihte önemli bir rol oynamış olmasına karşın, bu bölge Avrupanın diğer bölgelerine nazaran daha az çalışmaya konu olmuştur. Dışarıdan bir gözlemciye çoğu zaman içinden çıkılamaz bir bulmaca gibi görünen ve farklı diller konuşan belli başlı yedi milletten insanlarla meskun bir bölge olan Balkanlar, Batılıların ilgisini ancak savaşlara ve şiddet olaylarına sahne olduğu zamanlarda çekti. Uzun zamandan beri ?Avrupanın barut fıçısı? olarak nitelenen yarımada, gerçekten de ününe uygun bir serüven sürdü. Kırım Savaşının, önde gelen Avrupa ülkelerinin 1815i izleyen yüzyıl içerisindeki istikametlerinin zeminini burası teşkil etti; Franz Ferdinandın 1914te Saraybosnada suikasta kurban gitmesi, I. Dünya Savaşının görünen sebebini teşkil etti. 1944ten sonra Balkanlarda meydana gelen olaylar, Soğuk Savaşı başlatan temel faktörler oldu; Yunan İç Savaşı, Amerikan dış politikasının Truman Doktrini ile yeni bir yön almasına vesile oldu. Bu tür krizlerle ilgili ayrıntılı çalışmaların yapılmış olduğu kesinlikle doğru olmakla birlikte, Balkanlar ile ilgili çalışmalar görece çok geri düzeyde kaldı. Dil engeli ile karşı karşıya kalan ve sınırlı arşiv dökümanıyla yetinmek zorunda olan Batılı tarihçiler, Balkan deneyiminin birçok yönünü ayrıntılı olarak incelemeye ancak yakın zamanlarda başladılar.Bununla birlikte ... tümünü göster