İnsan beyninde bir 'Tanrı Modülü' var mı?
Victor J. Stenger 'Başarısız Hipotez Tanrı' adlı kitabında Tanrı inancını teolojik bir mesele, kişisel bir inanç rotası olarak değil, bilimsel hipotez olarak ele alıyor.
Victor J. Stenger’in ‘Başarısız Hipotez Tanrı’ adlı kitabı türünün ilk örneği sayılabilir. Tanrı’nın varlığı veya yokluğu üstüne tartışma binlerce yıldır yürüyor bilindiği üzere. Elbette bunda yeni olan bir şey yok. Son birkaç yüz yıllık bilimsel ilerlemelerle, entelektüeller arasında yürüyen aynı minvaldeki tartışma kuşkusuz çok daha derinlik kazandı. Ne var ki bilim ve bilim insanları söz konusu tartışmada genellikle farklı bir tavır benimserlerdi.
Neydi bu tavır? Teolojinin alanıyla, yani inançların dünyasıyla, fiziksel gerçeklerin, doğanın, bilimin dünyasını birbirinden ayırmak. Tanrı inancını, adı üstünde bir ‘inanç’ sayarak bilimsel tartışmaların dışına çıkarmak. Bilim insanları arasında Tanrı’ya inanan, dahası ileri derecede dindar olanlar da var, Tanrı’ya veya herhangi bir dine hiç inanmayanlar da. Birbirlerine oranları değişik ülkelerde farklılık gösteriyor. Ancak Tanrı’ya inanmayanların genel tutumu bu inançsızlıklarını bilimsel olarak dayanaklandırmak olmamıştı çoğun. Teolojik alandaki görüşlerinin bilimsel görüşleriyle ilgisini ancak söyleşilerde veya kısa makalelerdeki sınırlı paragraflarda ifade etmişlerdi.
Örneğin, ‘Yaratıcı’ konusundaki olumsuz düşüncelerini en açık ifade edenlerin başında Stephen Hawking, Richard Dawkins gelir. Hal böyleyken ve kitapta da belirtildiği gibi 1998’de yapılan bir ankette ABD’nin önde gelen bilim insanları arasında Tanrı’ya inananların oranı sadece yüzde 7 çıkmışken, bilim neden bu çok önemli kadim ve daima güncel Tanrı meselesini doğrudan kendi inceleme alanına getirmez? İşte Stenger’in kitabı probleme bu soruyla el atıyor baştan... Hıristiyan bilim insanları arasından bilimin giderek ilerlemesiyle zayıflayan Tanrı kavramına karşı bir savunma hareketi geliştiriliyor. Karşı bir saldırıyla bilimin son keşiflerinin Tanrı’nın yokluğunu değil, varlığını kanıtladığına dair çok sayıda çalışma ve kitap…
İşte Stenger’in kitabının yeniliği burada. Tanrı inancını teolojik bir mesele, kişisel bir inanç rotası olarak değil de neden bir bilimsel hipotez olarak ele almayalım? Onu bilimsel bir hipotez olarak ele alırsak (bazı dindar bilim insanlarının kısmen yaptıkları gibi) doğruluğunu ve yanlışlığını da bilimsel yöntemlerle, ölçülerle sınayabiliriz. Bugüne dek felsefenin, mantığın, teolojinin alanında tartışılanı (onları da kısaca bir gözden geçirerek) bilimin inceleme alanına taşıyabiliriz.
Akıllı tasarım
Ve yazar, Tanrı hipotezi üstüne çalışmasını başlatıyor. Öncelikle bilimin olguları ele alış esaslarıyla giriyor konuya. Modeller ve yöntemlerle. Hipotezi belli bir modele oturtmakla, bilimin modellere yaklaşımını göstermekle. Sonra ‘Akıllı Tasarım’ konusu. Özellikle dindar Hıristiyanların, bilimin klasik dinsel öğretilerin buyurduklarını giderek sıkıştırması karşısında başvurdukları en popüler, en çağdaş (tabii ki köktenci dindarların da sert eleştirilerine maruz kalabilen) ve en akla, bilime yatkın açıklamasını enine boyuna masaya yatırıyor. Sonra kitap ilerliyor. Maddenin ötesinde bir dünya var mı? Madde ötesi bir ruh bulunabilir mi? Evrene bir ilk müdahale mümkün mü? Ya ona sürekli müdahale? Fizik yasaları nereden geliyor? İmtiyazlı bir gezegende mi yaşıyoruz? İmtiyazlı bir canlı mıdır insan? Evrime değişik dindar kesimler ne açıklama getiriyor? Kutsal kitap metinlerindeki mucizelerin kanıtları nelerdir? Ahlaksal değerlerimiz dinlerden mi geliyor? Tabii tekrarlayalım, tüm bunlar birer inanç ön kabulü olarak değil, bilimsel hipotezler olarak alınıyor ve o şekilde doğrulanmaya çalışılıyor. Örneğin, akıllı tasarım kanıtlanabiliyor mu? Kimilerinin canlılarda ve canlı olmayanlarda gördüğü müthiş karmaşık düzen ve hatta bizzat fizik yasalarının çok hassas kesinliği ve ince ayarı akıllı tasarımın ispatı değil mi?
Yazar, öteki sorularda olduğu gibi bunun da aksini söylüyor. Mantığa başvurarak değil, daha çok bilimsel yöntemle çözümleyerek ve birleştirerek. Her akıllı tasarım kanıtına, çok sayıda başka kanıtla cevap veriyor. Herhalde en çarpıcı olanları şunlar: Evren içinde bizim ‘ayrıcalıklı’ dünyamız bir okyanustaki kum tanesi denemeyecek kadar küçük. Astronominin alfabesine başlayanlar bu muazzam genişlik karşısında dünyamızın minnacık bile denemeyecek ufaklığını görecektir. Bize en yakın galaksi 2.44 milyon ışık yılı uzakta. Ve bu evrende korkunç bir enerji israfı, korkunç bir kendiliğindenlik var. Evrenin yüzde 96’sı ‘kara madde-kara enerji’den oluşuyor. Büyük patlamanın bundan 13.7 milyar yıl önce gerçekleştiği hesaplanıyor. İnsan türü ise en çok 200 bin yıl önce ortaya çıkmış. Başka deyişle evrenin ömrünün yüzde 99.99’u insansız geçmiş.
Dogmatik bilimciler
Yazarın yanıtladığı bir iddia da şu: Dindar çevrelerin, bilimin bilim dogmatizmi yaptığı iddiası. Bilim insanları kimi inançsızlıklarından, kimiyse inançlı oldukları halde bilime inancı karıştırmak istemediklerinden bilimin Tanrı’nın varlığını kanıtlayan bulguları üstünde durmuyorlar. Ayrıca bir yerde görevleri olduğu halde Tanrı’nın varlığını bilimin konusu yapmıyorlar. Stenger tam tersi fikirde. “Bir biliminsanı, dikkate değer veriler varsa neden akıllı tasarım kavrayışına veya doğaüstü fenomene itiraz etsin ki? Birçok biliminsanı, ciddi ödeneklerin ayrılacağı kesin olan heyecan verici yeni bir araştırma alanının açılmasından memnun olacaktır. (…) bilimin Tanrı’nın varlığına dair delilleri kabul etmeyi dogmatik olarak reddettiği iddialarının hiçbir temeli yoktur. Tanrı’ya dair bilimsel delilin her türlü iddiaya uygulanan konvansiyonel testleri geçtiği ortaya çıktığı anda her alandan bilim insanları Tanrı’nın doğasını araştırma önerileri için ödenek bulma yarışına girecektir.”
Ben şahsen böylesi tartışmaları ve kitapları bir yere kadar önemli bulmakla beraber, o önemin abartılmasını da doğru bulmam. Çünkü bu kitapla veya başka kitaplarla çok büyük bir çoğunluk ne inanç kazanır, ne de dininden vazgeçer. Çünkü ben de insandaki ‘inanma ihtiyacının’ genetik bir kod olarak beynimize kazılı olduğuna ‘inananlardanım’. Zaten kitabın sonlarına doğru işte bu konuya değiniliyor ve insan beyninde bir ‘Tanrı Modülü’ bulunduğu iddiasına da yer veriliyor. Bu modül evrim süreci içinde gelişen ve insanın daha çok hayatta kalmasına yaradığı için sabit kalan bir modül. Stenger iddianın kanıtlanmadığını, ama doğru olabileceğini belirtiyor. Doğru çıkması durumunda da bunun doğaüstü Tanrı kavramı için değil, kendi tezi için yeni bir kanıt oluşturacağını ileri sürüyor.
Sonuçta teolojiye alışılmadık açıdan, bilimsel yaklaşmayı deneyen gayet özgün ve ilginç bir çalışma. Sadece dinsel tartışmalara meraklı olanlar için değil, özellikle insan üstüne ve bilimin ne olduğu, nasıl çalıştığı üstüne tartışmalara meraklı olanlar için de birçok şey öğretiyor.
İnsan beyninde bir 'Tanrı Modülü' var mı?
Victor J. Stenger 'Başarısız Hipotez Tanrı' adlı kitabında Tanrı inancını teolojik bir mesele, kişisel bir inanç rotası olarak değil, bilimsel hipotez olarak ele alıyor.
Victor J. Stenger’in ‘Başarısız Hipotez Tanrı’ adlı kitabı türünün ilk örneği sayılabilir. Tanrı’nın varlığı veya yokluğu üstüne tartışma binlerce yıldır yürüyor bilindiği üzere. Elbette bunda yeni olan bir şey yok. Son birkaç yüz yıllık bilimsel ilerlemelerle, entelektüeller arasında yürüyen aynı minvaldeki tartışma kuşkusuz çok daha derinlik kazandı. Ne var ki bilim ve bilim insanları söz konusu tartışmada genellikle farklı bir tavır benimserlerdi.
Neydi bu tavır? Teolojinin alanıyla, yani inançların dünyasıyla, fiziksel gerçeklerin, doğanın, bilimin dünyasını birbirinden ayırmak. Tanrı inancını, adı üstünde bir ‘inanç’ sayarak bilimsel tartışmaların dışına çıkarmak. Bilim insanları arasında Tanrı’ya inanan, dahası ileri derecede dindar olanlar da var, Tanrı’ya veya herhangi bir dine hiç inanmayanlar da. Birbirlerine oranları değişik ülkelerde farklılık gösteriyor. Ancak Tanrı’ya inanmayanların genel tutumu bu inançsızlıklarını bilimsel olarak dayanaklandırmak olmamıştı çoğun. Teolojik alandaki görüşlerinin bilimsel görüşleriyle ilgisini ancak söyleşilerde veya kısa makalelerdeki sınırlı paragraflarda ifade etmişlerdi.
Örneğin, ‘Yaratıcı’ konusundaki olumsuz düşüncelerini en açık ifade edenlerin başında Stephen Hawking, Richard Dawkins... tümünü göster
Bazen gereksiz veya fazla detay dediğim o kısımlara değinmemiş olsaydı dört dörtlüktü fakat yine de anlaşılabilir gerekli bir kitap.
7,5/10
Ciltsiz, 256 sayfa
Ekim2011 tarihinde, Aylak Kitap tarafından yayınlandı