İbrahim Aşir, Sale pazarlarından içinde bir dünya taşıyan, saçaklanmış, eski sepetiyle gelirdi. O sepetten neler çıkmazdı ki... Kıyının sesleri, Berberî takılarının en iri, en göz alıcıları, Fatma Anamızın elini temsil eden, gümüşten el biçimi hastalara şifa nazarlık... Hani sen hastalanınca alnına korlardı da, o müşfik el, serin serin okşardı alnını.
Çocuk uğultuları, şekerlemeler, pembe, yeşil, kahverengi helvalar, belki bir kâğıda sarılı şabbakiye tatlısı, akşam serinlikleri, istiridye kabukları, Endülüsî şarkılar, karşılıksız iyilikler... Sepetin içinde görebildiklerim. Sonuncusu, en büyük ikram..
Beyaz Bir Kıyı, bir romanın ayrı ayrı bölümleri de diyebileceğimiz, aynı zamanda bağımsız hikâyelerden oluşuyor. 1994 yılında Fasa giden Sevinç Çokum, bu ülkeyi tarihi, coğrafyası, sosyal hayatı, kültür ve sanatları açısından tanıdıktan sonra Beyaz Bir Kıyıyı yazmağa karar verdi. Mağribin kendisine has kokusunu, rengini, ruhunu eserine katan Çokum, masalsı bir hikâyeyle yola çıkıyor. Dünyevî aşk ve istekler boyutunun ötesindeki arayışları şiirsellikle örerek, ebru dalgalanışı bir anlatımla sergiliyor.
İbrahim Aşir, Sale pazarlarından içinde bir dünya taşıyan, saçaklanmış, eski sepetiyle gelirdi. O sepetten neler çıkmazdı ki... Kıyının sesleri, Berberî takılarının en iri, en göz alıcıları, Fatma Anamızın elini temsil eden, gümüşten el biçimi hastalara şifa nazarlık... Hani sen hastalanınca alnına korlardı da, o müşfik el, serin serin okşardı alnını.
Çocuk uğultuları, şekerlemeler, pembe, yeşil, kahverengi helvalar, belki bir kâğıda sarılı şabbakiye tatlısı, akşam serinlikleri, istiridye kabukları, Endülüsî şarkılar, karşılıksız iyilikler... Sepetin içinde görebildiklerim. Sonuncusu, en büyük ikram..
Beyaz Bir Kıyı, bir romanın ayrı ayrı bölümleri de diyebileceğimiz, aynı zamanda bağımsız hikâyelerden oluşuyor. 1994 yılında Fasa giden Sevinç Çokum, bu ülkeyi tarihi, coğrafyası, sosyal hayatı, kültür ve sanatları açısından tanıdıktan sonra Beyaz Bir Kıyıyı yazmağa karar verdi. Mağribin kendisine has kokusunu, rengini, ruhunu eserine katan Çokum, masalsı bir hikâyeyle yola çıkıyor. Dünyevî aşk ve istekler boyutunun ötesindeki arayışları şiirsellikle örerek, ebru dalgalanışı bir anlatımla sergiliyor.