Hiçbir insan, İmparatorun sahip olduğu kadar ölçüsüz, karmaşık bir güce sahip değildi. O, birbirini izleyiş sırasını sürdürdüğü Romalı Sezarlar gibi mutlak bir iktidarın sahibi, Tanrının kendisi tarafından Kilisenin en yüksek yol göstericisi olarak seçilmiş, Tanrının insanlar arasında ve dünya üzerindeki temsilcisi, dünyevi konularda olduğu gibi, ruhani konularda da kanun yapıcısıydı. Taç giyme töreninin İmparatora bağışladığı karakter, onu insanlardan o derece uzaklaştırıyordu ki gücünü Tanrıdan başkasından almazmış gibi görünüyordu. Bu andan başlayarak; önceki kişiliğinin ve soyunun ne hükmü olurdu? Tahta çıkış, yeni bir doğuştu. Senatonun seçimi, halkın ve ordunun onayı bir formaliteden başka bir şey değildi. Veraset bile meşrulukta rol oynamıyordu. Kendine taç giydirtmeyi başarınca; kim olursa olsun, bir saltanat sahibi kutsal hale geliyordu. Tanrı tarafından seçilmiş bulunmasından ötürü İmparator, geçmişinin hesabını vermekle yükümlü değildi.Hiçbir ad, Bizansınki kadar itibara ve üne sahip olamamıştır; muazzam ve karmakarışık faciaların birbiri ardınca daha göz alıcı bir akışını hayallerde canlandıracak bir başka ad bulunamaz.Konstantin, adını taşıyan şehrin dünyanın gözlerini kamaştırmasını istemişti. Bunu gururunun, dehasının, hayallerinin ölçüsünde gerçekleştirmişti ama onu dünyanın hayranlığına bir efsane konusu yaparken, bu parlak madalyonun öbür yüzünün kaderini de tayin etmekteydi. Hayranlık hırs haline geliyor ve onu bin yıl boyunca, bütün milletlerde vahşi bir ele geçirme arzusu uyandıran av haline getiriyordu.Bizans için felaket olan ve İmparatorun esir düşmesi ile sonuçlanan Malazgirt Meydan Savaşı, İmparatorluğun hayatında bir dönüm noktası oluşturan tarihlerden biridir; en zengin ve en güçlü Anadolu eyaletleri bundan böyle Türklere ait olmaktaydı.Kuşatmanın yaklaştığının ve bütün umutların ortadan kalkmış bulunduğunun bilindiği sırada, halk son bir dini çırpınışla sarsılmıştı. Romalı bir kardinal, İsidore gelerek Ayasofyada birleşme şerefine resmi bir ayin yapmıştı. Bu olay, İstanbulun ya Türk ya da Roma boyunduruğuna girmeye mahkum olduğunu gören Ortodoksları çileden çıkardı ve onlarda Türkleri tercih ettiler. 29 Mayıs 1453te İstanbul düştü ve Osmanlı İmparatorluğu Bizansın mirasını devralarak, Doğu Roma İmparatorluğunun yönünü batıya çevirdi.
Hiçbir insan, İmparatorun sahip olduğu kadar ölçüsüz, karmaşık bir güce sahip değildi. O, birbirini izleyiş sırasını sürdürdüğü Romalı Sezarlar gibi mutlak bir iktidarın sahibi, Tanrının kendisi tarafından Kilisenin en yüksek yol göstericisi olarak seçilmiş, Tanrının insanlar arasında ve dünya üzerindeki temsilcisi, dünyevi konularda olduğu gibi, ruhani konularda da kanun yapıcısıydı. Taç giyme töreninin İmparatora bağışladığı karakter, onu insanlardan o derece uzaklaştırıyordu ki gücünü Tanrıdan başkasından almazmış gibi görünüyordu. Bu andan başlayarak; önceki kişiliğinin ve soyunun ne hükmü olurdu? Tahta çıkış, yeni bir doğuştu. Senatonun seçimi, halkın ve ordunun onayı bir formaliteden başka bir şey değildi. Veraset bile meşrulukta rol oynamıyordu. Kendine taç giydirtmeyi başarınca; kim olursa olsun, bir saltanat sahibi kutsal hale geliyordu. Tanrı tarafından seçilmiş bulunmasından ötürü İmparator, geçmişinin hesabını vermekle yükümlü değildi.Hiçbir ad, Bizansınki kadar itibara ve üne sahip olamamıştır; muazzam ve karmakarışık faciaların birbiri ardınca daha göz alıcı bir akışını hayallerde canlandıracak bir başka ad bulunamaz.Konstantin, adını taşıyan şehrin dünyanın gözlerini kamaştırmasını istemişti. Bunu gururunun, dehasının, hayallerinin ölçüsünde gerçekleştirmişti ama onu dünyanın hayranlığına bir efsane konusu yaparken, bu parlak madalyonun öbür yüzünün kaderini de tayin etmekteydi. Hayranlık hırs haline geliyor ve onu bin yıl boyunca, bütün milletlerde... tümünü göster