İçimizdeki Maymun'da insan doğası hakkındaki önyargıları altüst eden de Waal, bu kez de gözlemlerini evrimci biyoloji ve ahlak felsefesi bağlamına taşıyarak eşsiz bir argüman inşa ediyor. İnsan ahlakı denilen şeyin gökten zembille inmediğini, ''içten geldiğini'' savunuyor: ''Ahlaki davranış ne dinle başlamıştır, ne de dinle biter; evrimin ürünüdür.'' Hayvanlarla aramızdaki bağlar üzerinde duran de Waal, ahlakımızı aşağıdan yukarı doğru açıklamaya çalışıyor. Dinin ahlak üzerindeki rolünün sonradan gelen bir rol olduğunu, işbirliği ve empati gibi doğal içgüdülerimize ek olarak ortaya çıktığını öne sürüyor. Ve bu bağlamda, günümüzde dinin toplumun işleyişi açısından nasıl bir rol oynadığını sorguluyor:
''Beş asır sonra hâlâ dinin toplumdaki yeri konusunda kavgaya tutuşuyoruz. Hieronymus Bosch'un zamanında olduğu gibi şimdi de ana tema ahlak. Tanrısız bir dünya canlandırabilir miyiz gözümüzde? Böylesi bir dünya iyi olur mu? Sanmayın ki köktenci Hıristiyanlar ve biyoloji arasındaki savaş bilgiler üzerinden yürütülüyor. İnsanın evrimden şüphe etmesi için kanıtlara karşı epey bağışıklık sahibi olması lazım… Çatışma hakikatle değil, hakikatin ne yapılacağıyla ilgili. Ahlakın doğrudan yaratıcı Tanrı'dan geldiğine inanan birisi için evrimi kabul etmek manevi bir uçurum demektir... Belki sadece ben böyle düşünüyorumdur ama menfur bir davranışta bulunmasını engelleyen tek şey inanç sistemi olan insandan korkarım. Yaşanabilir bir toplum için gerekli özdenetim de dahil, bütün insanlığımızın yapımızda olduğunu neden düşünmeyelim?''
İçimizdeki Maymun'da insan doğası hakkındaki önyargıları altüst eden de Waal, bu kez de gözlemlerini evrimci biyoloji ve ahlak felsefesi bağlamına taşıyarak eşsiz bir argüman inşa ediyor. İnsan ahlakı denilen şeyin gökten zembille inmediğini, ''içten geldiğini'' savunuyor: ''Ahlaki davranış ne dinle başlamıştır, ne de dinle biter; evrimin ürünüdür.'' Hayvanlarla aramızdaki bağlar üzerinde duran de Waal, ahlakımızı aşağıdan yukarı doğru açıklamaya çalışıyor. Dinin ahlak üzerindeki rolünün sonradan gelen bir rol olduğunu, işbirliği ve empati gibi doğal içgüdülerimize ek olarak ortaya çıktığını öne sürüyor. Ve bu bağlamda, günümüzde dinin toplumun işleyişi açısından nasıl bir rol oynadığını sorguluyor:
''Beş asır sonra hâlâ dinin toplumdaki yeri konusunda kavgaya tutuşuyoruz. Hieronymus Bosch'un zamanında olduğu gibi şimdi de ana tema ahlak. Tanrısız bir dünya canlandırabilir miyiz gözümüzde? Böylesi bir dünya iyi olur mu? Sanmayın ki köktenci Hıristiyanlar ve biyoloji arasındaki savaş bilgiler üzerinden yürütülüyor. İnsanın evrimden şüphe etmesi için kanıtlara karşı epey bağışıklık sahibi olması lazım… Çatışma hakikatle değil, hakikatin ne yapılacağıyla ilgili. Ahlakın doğrudan yaratıcı Tanrı'dan geldiğine inanan birisi için evrimi kabul etmek manevi bir uçurum demektir... Belki sadece ben böyle düşünüyorumdur ama menfur bir davranışta bulunmasını engelleyen tek şey inanç sistemi olan insandan korkarım. Yaşanab... tümünü göster
Yazar, metnini Kitap boyunca sıklıkla alıntılayacağı Bosch'un "Dünyevi zevkler Bahçesi" yorumlamaları ile açıyor. Evrim konusundaki çatışmanın gerçeğin kendisi ile değil onunla ne yapılacağıyla ilgili olduğunu belirten yazar, Dostoyevski ve Karamazov kardeşler atfından bulunmuş. Memelilerin birbirlerinin duygularına karşı duyarlı olduğunu, kuşların dahi birbirlerinin acısını hissettiğine dair kanıtlarıyla sunan yazar, bir hayvanın ne kadar az sayıda yavru dünyaya getirirse onlara o derece iyi bakacağını ifade etmiş. Yerkes atfından bulunduktan sonra Matriyarşi ile yönetilen evrim edebiyatının kara koyunları olan bonobolara geçiş yapmış. Okurlarının tahmin edebileceği gibi ataerkil edimleri hayvanlar üzerinden onatmak isteyen bilimadamlarının pek hoşlanmadığı bir tür bu.
İnsanların başkalarının ne düşündüğüne çok fazla önem verdiğini, davranışlarını düzeltmeleri için duvara yapıştırılmış bir çift göz resminin dahi yeterli olduğunu ifade eden yazar, dinin bunu çok uzun zaman önce keşfettiğini bu yüzden Tanrı'yı sembolize etmek için her şeyi gören göz imgesini kullandığını belirtmiş. Ahlakı bir grup değişmez ilke veya kanun olarak görmenin dinden kaynaklandığının altını çizen yazar, hominidlerin empati kurabildiği argümanını güçlü bir şekilde savunmuş.Huxley, kropotkin atıflarında bulunana yazar, esas çatışmanın doğa vs. medeniyet olduğu bir kulvara girmiş ( nature vs. nurture ). Haidt'e göre kararı duygularımızın verdiğini, insan mantığı bu kararı akla uygun hale getirmek için elinden geleni yaptığını belirten yazar, Medawar'ın çıkarımlarından bihaber gözüküyor. Toplulukçu mirasa ait deliller , mevcut din ve medeniyetlerden 100 bin yıl öncesinde ahlakın geliştiğini vurgulamakta.
Primatlarla ilgili bilgilerine dönen yazar, çoğu cinayetin maymunlarda sınır kavgalarında işlendiğini ancak bonoboların sınırlarda dış gruplarla seviştiğini ifade etmiş. Lorenz atıflarında bulunan yazar, avcılık ve saldırganlığın sıklıkla karıştırıldığını vurgulamış. Clarke ve Uzay Macerası 2001 atfı yapan yazar, bonobo cinselliğinin ilginç yanının tümüyle rastgele ve sosyal hayatla içiçe olması olduğunu belirtmiş. rosseau ve "soylu vahşi" konseptine atıfta bulunan yazar, amigdala ve ön insula gibi başkalarının üzüntüsünü algılamakla ilgili bölümlerin bonobolarda da çok gelişmiş olduğunu belirtiyor. "Militan ateistler" e ( Bknz Dawkins ) sıklıkla saldıran yazar tüm kitap boyunca ateizm ve dini barıştırmak gibi uç bir ideal peşinde koşmuş. Bu çatışmanın din tarafında olduğunu sıklıkla sergileyen Waal ne yazık ki erkek sünneti ve kadın sünnetini bir tutan bir biyolog.
"İnsanın geride dinin ateizm tarzını da belirlediği" yönünde bir itirafta bulunan yazar, akademik yobazlık eleştirilerinde bulunuyor ve Garcia etkisinden söz ediyor. Kendini içinde dahil etmediği " rasyonel elitleri" bolca taşa tutan Waal'ın tüm metnine " Kanıt yokluğu, yokluğun kanıtı değildir." argümanı sinmiş. kimi yerde insanmerkezci postulatlar kuran yazar, Ekman'ın mikro ifade deneylerine atıfta bulunuyor. Öncelikle Makak maymunlarında keşfedilen ayna nöronlar üzerinden empati ile ilgili argümanlarını geliştirmeye devam etmiş. Sinirbilimin, insan ve hayvan duyguları arasında kesin bir sınır çizemediğini, bilinçdışı olduğu için empatinin beden kanalını görmezden geldiğimizi ifade etmiş. Dinbilim öğrencilerine yapılan ünlü " İyi Samiriyeli" deneyinden bahseden yazar deneyi anlatmış ama deneklerin dinbilimci olduklarından bahsetmeyi unutmuş???
Sosyal hiyerarşi sogusuna ve Lorenz'in "gagalama sırası" ( pecking order) a atıfta bulunan yazar, sosyal beriyerlerden bahsetmiş. Ünlü marshmallow deneyi anlatan yazar Bosch'un Bahçe'sinin cehennem kısmını detaylı olarak yorumlamış. Akıllı tasarım ve "gözün evrimi" tartışmasına dahil olan yazar, bu konuda dawkins'in hakkını vermiş. Kitty genovese gibi sosyal psikoloji dair güncel verilerden habersiz olan yazar, tozpembe ve romantik bir toplum idealini primatoloji bilgileri üzerinden onatmaya çok uğraşmış. Peter Singer'ı faydacılıkla itham eden yazar, hayvanların kaybı ve ölümü anladıklarına dair anekdotlar paylaşmış. Dinin animist kökenlerini maymunlar seviyesine kadar indirmeye çalışan yazar ne yazık ki nasyonel sosyalizm ile komünizmi karıştırmış. Bekoff atfında bulunan yazar, sosyal medyada son derece ünlü olan "Kapuçin haksız ödeme deneyi" ni yapan waal adalet duygusunun sadece bize ait olmadığını sürü veya topluluk oluşturan canlılarda var olduğunu açıkça gösteriyor. Grup hayvanları olarak evrimleştiğimizi, dünya vatandaşları olarak değil değil diyen yazar, son bölümünü bir bonobonun ağzından metninin özeti olarak kurgulamış ve kapatmış. Fikir siyasetinde zayıf, davranış bilim konusunda ortalamanın üzerinde argümanları olan bir metin.
Okuduğum en eğlenceli bir o kadar da profesyonel olarak hazırlanmış araştırma kitabı.
Karton Cilt, 280 sayfa
Eylül2013 tarihinde, Metis Yayınları tarafından yayınlandı