bayılıyorum boş kutulara. raf üstlerinde, kitap aralarında, çekmecelerde, büfelerde, masalarda. başucumdaki; ceviz. kavi, sağlam... açınca kapağını, güzel, pırıl pırıl vernikli iki bölme. sol taraftakinde unutulmuş beyaz bir gömlek düğmesi. sağ tarafta ne idüğü belirsiz ıvır zıvır... oturma odasında, hoparlörün üstünde elimin yarısı kadar şeffaf (herhalde plastik falan...) kapağı korsan sandıkları-vari bombeli, üstünde gümüş taklidi kasımpatı süslemeleri olan boş bir kutu. galiba bir hediye fuarından falan almıştık. pencere içinde aşağılardan (antalya gibi bir yerler olabilir...) gelme ince uzun fildişimsi bir kutu. sanki güzel bir kürdanlık olabilirmiş. ama boş... evin içinde onlarca, belki de daha fazla. hediye olarak gelen (ve illa da görünmesi için ortalık bir yere konulması gereken), oradan buradan alınan, atılmaya kıyılamamış masa üstlerinde, büfe raflarında, pencere kenarlarında, kitap aralarında onca kutu. boş. ama göz ilişince, bakınca cevizi, plastiği, gümüşü, rengi, kaplaması, boyası insanın gözünü okşayan nesneler, aksesuarlar, objeler(!). sanki yemek masasının orta yerinde duran koca gümüş kutu bilhassa o orta için yapılmış gibi orada durmaya mahkum. dikdörtgen bir masa alanının ortasında yuvarlak dantel örtü üzerinde ince nakışlı (onun için de kıymetli...) gümüş bir kutu. boş. sonra aklıma dört dize düşüyor:bir testi yaparsın çamurdan içindeki boşluktur onu yararlı kılan diğer taraftan duvarları, etrafı, sınırları olmayan bir mekan düşünün. o mekanın içinde olması gereken bütün düşünceler, sezgiler, duygular, hisler, duyumsamalar, sevgiler, nefretler, sevinçler, kaygılar, kızgınlıklar... akıllar... ve o mekanın sonsuzluğu etrafına yapışmış, onu çepeçevre kuşatan, saran, örten birtakım laflar, sözler, lakırdılar, lüzumsuz bağırsak solucanı gibi uzayıp giden acayip ne idüğü belirsiz cümleler, gümüş kasımpatılar, vernikli cevizli kaplar, kelimeler, kelimeler, kelimeler, kelimeler... ve boşluk...
bayılıyorum boş kutulara. raf üstlerinde, kitap aralarında, çekmecelerde, büfelerde, masalarda. başucumdaki; ceviz. kavi, sağlam... açınca kapağını, güzel, pırıl pırıl vernikli iki bölme. sol taraftakinde unutulmuş beyaz bir gömlek düğmesi. sağ tarafta ne idüğü belirsiz ıvır zıvır... oturma odasında, hoparlörün üstünde elimin yarısı kadar şeffaf (herhalde plastik falan...) kapağı korsan sandıkları-vari bombeli, üstünde gümüş taklidi kasımpatı süslemeleri olan boş bir kutu. galiba bir hediye fuarından falan almıştık. pencere içinde aşağılardan (antalya gibi bir yerler olabilir...) gelme ince uzun fildişimsi bir kutu. sanki güzel bir kürdanlık olabilirmiş. ama boş... evin içinde onlarca, belki de daha fazla. hediye olarak gelen (ve illa da görünmesi için ortalık bir yere konulması gereken), oradan buradan alınan, atılmaya kıyılamamış masa üstlerinde, büfe raflarında, pencere kenarlarında, kitap aralarında onca kutu. boş. ama göz ilişince, bakınca cevizi, plastiği, gümüşü, rengi, kaplaması, boyası insanın gözünü okşayan nesneler, aksesuarlar, objeler(!). sanki yemek masasının orta yerinde duran koca gümüş kutu bilhassa o orta için yapılmış gibi orada durmaya mahkum. dikdörtgen bir masa alanının ortasında yuvarlak dantel örtü üzerinde ince nakışlı (onun için de kıymetli...) gümüş bir kutu. boş. sonra aklıma dört dize düşüyor:bir testi yaparsın çamurdan içindeki boşluktur onu yararlı kılan diğer taraftan duvarları, etrafı, sınırları olmayan bir mekan düşünün. o mekanın içinde olma... tümünü göster
144 sayfa