Devrimci hareketin durumu, 12 Eylülün ilk sıcak yılları geçtikten sonra çok tartışıldı. Bu tartışmalar sonucunda bazı siyasetler tamamen yön değiştirdi, hatta tanınmaz hale geldiler. Bazı siyasetler tasfiye olarak mücadele arenasından tümüyle silindiler. Bu sancılı sürecin ağrılarını 90larda sosyalist sistemin yıkılışı ve Türkiyede topyekün savaşın başlaması iyice artırdı. 90lı yılların ortalarından sonra devrimci harekette kriz artık tam anlamıyla kendini ortaya koymuştu.Bu gerçekliğe rağmen devrimci hareketin kendi sorunlarını cesaretli bir şekilde ortaya koyup tartıştığını söylemek mümkün değildir. Hamasi ajitasyonlar veya en bayağı liberal tezler ortalıkta dolaşıp duruyor, ancak devrimci hareketin sorunlarına köklü bir yaklaşım henüz ortada yoktur. Yıllardır yaşanan bu durumu iki olay daha da ağırlaştırmıştır: Birisi Kürt Hareketinin 90lı yılların sonunda girdiği stratejik dönüştür; diğeri son yaşanan ölüm oruçları ve siyasal sonuçlarıdır. Ancak devrimci hareketin bu sorunu açıkça ve cesaretle ele aldığı kesinlikle söylenemez. Devrimci hareketin bugün tutarlı bir stratejisinin olduğunu söylemek mümkün değildir. Bundan öteye, bu büyük boşluğu kapatmak için ciddi bir yöneliş ve tartışma çabası bile yoktur. Devrimci hareketin krizinin altında bu temel gerçeklik yatmaktadır. Tablo böyle olunca stratejik yönelişten yoksun olan hareket gündelilk politik akışın girdabında yuvarlanmaktadır.Kitap; bu tabloyu, 1980lerin başından bugüne kadar yaşananlar üzerinden tartışıyor. Hem egemen sınıfların geçirdiği evrimler hem de halk güçlerinin duruşları; tarafların birbirine karşı konumlanışları ile birlikte ele alınıyor. Ancak kitabın işlevi salt olarak durumun resmini yapmakla sınırlı değil. Mehmey Yılmazer, 1965-1990 yılları arasını kapsayan Türkiye Devrimci Hareketinin II. Döneminin bittiğini ifade ederek, TDHnin III. Dönemini tanımlıyor. Devrimci hareketin, yeni bir dönemi stratejisiyle ve ana taktikleriyle açmakla yükümlü olduğu gerçeğinden hareket ederek, dönemin ortaya koyduğu ilk işaretlerden gidilecek yönü tartışmaya açıyor.Kitabın ana teması çok açık; devrimci hareket, ya mevcut erozyonun akışına kendisini bırakacak ya da ezberini bozup geleceği kucaklamak adına yaratıcı adımlar atacaktır.
Devrimci hareketin durumu, 12 Eylülün ilk sıcak yılları geçtikten sonra çok tartışıldı. Bu tartışmalar sonucunda bazı siyasetler tamamen yön değiştirdi, hatta tanınmaz hale geldiler. Bazı siyasetler tasfiye olarak mücadele arenasından tümüyle silindiler. Bu sancılı sürecin ağrılarını 90larda sosyalist sistemin yıkılışı ve Türkiyede topyekün savaşın başlaması iyice artırdı. 90lı yılların ortalarından sonra devrimci harekette kriz artık tam anlamıyla kendini ortaya koymuştu.Bu gerçekliğe rağmen devrimci hareketin kendi sorunlarını cesaretli bir şekilde ortaya koyup tartıştığını söylemek mümkün değildir. Hamasi ajitasyonlar veya en bayağı liberal tezler ortalıkta dolaşıp duruyor, ancak devrimci hareketin sorunlarına köklü bir yaklaşım henüz ortada yoktur. Yıllardır yaşanan bu durumu iki olay daha da ağırlaştırmıştır: Birisi Kürt Hareketinin 90lı yılların sonunda girdiği stratejik dönüştür; diğeri son yaşanan ölüm oruçları ve siyasal sonuçlarıdır. Ancak devrimci hareketin bu sorunu açıkça ve cesaretle ele aldığı kesinlikle söylenemez. Devrimci hareketin bugün tutarlı bir stratejisinin olduğunu söylemek mümkün değildir. Bundan öteye, bu büyük boşluğu kapatmak için ciddi bir yöneliş ve tartışma çabası bile yoktur. Devrimci hareketin krizinin altında bu temel gerçeklik yatmaktadır. Tablo böyle olunca stratejik yönelişten yoksun olan hareket gündelilk politik akışın girdabında yuvarlanmaktadır.Kitap; bu tabloyu, 1980lerin başından bugüne kadar yaşananlar üzerinden tartışıyor. Hem ege... tümünü göster