Sanılanın aksine, yırtmacın arkasında ne olduğunu asıl merak eden kadın gözüdür. Zaten o istisnai bakıştır ki, fotoğrafı sanat yapan bıçak sırtı yol ayrımında dünyanın cümle mana ve sırlarını görme iddiasıyla parıldar durur. Mısırlı güzel kadın ve ressam Memlûka (Doris Sawaya) böyle bir kadın gözü taşıyanlardan. Sanatsal yaratımın çetin ama haz dolu yollarında, fotoğrafın bir saniyelik kolaylığı ile gözleme dayalı acı gerçeklerine kocası Milo Tutanın aracılığıyla ulaşan bir kadın Memlûka. Kısa sürede de kulağı geçen boynuz misali Kahirenin en çok aranan portre fotoğrafısı oluveriyor. Bu serüvende, poz veren insanların görüntü sahteliğinin yarattığı sıkıntıdan kaçmaya çalışan birisidir o. İlk fırsatta da kendisine göz kırpan bir aşkın ve poz vermeyen çoğunluğun portrelerinin peşine düşüp, 19. yüzyıl sonlarının işgal altındaki, ama mutlu azınlık sefahatinin hiç eksik olmadığı Kahireyi, üç çocuğunu, kocasını, poz odasını, karanlık banyosunu terk eder ve yanına sadece küçük portatif makinesini alır...İnsanlar günümüzde fotoğrafın bir sanat olup olmadığını, karta hapsedilen ânın sonsuz mu yoksa ölümlü mü olduğunu tartışa dursunlar, Robert Solé, bu inanılmaz derecede sürükleyici romanında, görüntü ile zaman arasında sıkışmış insana ve bütün sanatçılara kadınca bir ders vermektedir: Ben fotoğrafçıyım ve öyle kalacağım. Ama işe baştan başlama imkânım olsaydı, insanlara da modellere gösterdiğim aynı özeni ve ilgiyi gösterirdim.
Sanılanın aksine, yırtmacın arkasında ne olduğunu asıl merak eden kadın gözüdür. Zaten o istisnai bakıştır ki, fotoğrafı sanat yapan bıçak sırtı yol ayrımında dünyanın cümle mana ve sırlarını görme iddiasıyla parıldar durur. Mısırlı güzel kadın ve ressam Memlûka (Doris Sawaya) böyle bir kadın gözü taşıyanlardan. Sanatsal yaratımın çetin ama haz dolu yollarında, fotoğrafın bir saniyelik kolaylığı ile gözleme dayalı acı gerçeklerine kocası Milo Tutanın aracılığıyla ulaşan bir kadın Memlûka. Kısa sürede de kulağı geçen boynuz misali Kahirenin en çok aranan portre fotoğrafısı oluveriyor. Bu serüvende, poz veren insanların görüntü sahteliğinin yarattığı sıkıntıdan kaçmaya çalışan birisidir o. İlk fırsatta da kendisine göz kırpan bir aşkın ve poz vermeyen çoğunluğun portrelerinin peşine düşüp, 19. yüzyıl sonlarının işgal altındaki, ama mutlu azınlık sefahatinin hiç eksik olmadığı Kahireyi, üç çocuğunu, kocasını, poz odasını, karanlık banyosunu terk eder ve yanına sadece küçük portatif makinesini alır...İnsanlar günümüzde fotoğrafın bir sanat olup olmadığını, karta hapsedilen ânın sonsuz mu yoksa ölümlü mü olduğunu tartışa dursunlar, Robert Solé, bu inanılmaz derecede sürükleyici romanında, görüntü ile zaman arasında sıkışmış insana ve bütün sanatçılara kadınca bir ders vermektedir: Ben fotoğrafçıyım ve öyle kalacağım. Ama işe baştan başlama imkânım olsaydı, insanlara da modellere gösterdiğim aynı özeni ve ilgiyi gösterirdim.