Haram ve helâl mefhumu dinin özü ve şekli, dindarın Allaha kulluk nizamnâmesi ile yakından ilgilidir. Nizam fikri ile mutlak serbestlik fikri bir arada düşünülemez. Bir yerde nizam varsa mutlak hürriyeti kayıt altına alan, sınırlayan kaideler, emir ve yasaklar da var demektir. İslâm, kulun kendini ve Rabbini bilmesi, Ona kulluk edebilmesi, böylece ebedî saadete erebilmesi için Allahın lûtfettiği son din, irşad ve nizam olduğuna göre onda helâl ve haramı birbirinden ayıran sınırların bulunması tabiîdir. Bir hadîs-i şerîfte ifade buyurulan teşbihe göre, haram sınırının ötesi Allahın korusudur; o sınırı aşmak bir yana, oraya yaklaşmak bile tehlikelidir. Hemen bütün din, hukuk ve ahlâk sistemlerinde yasaklar, çirkin ve yakışıksız telakki edilen davranışlar vardır. Semâvî dinlerin sonuncusu ve en mütekâmili olan İslâm da, ferd ve cemiyet halinde insanlığın hayrına olmak üzere getirdiği mükellefiyetler manzûmesi içinde yasaklara yer vermiştir. Yasaklar menfî (yapılmaması istenen) mükellefiyetlerdir. Mükellefiyetler ise gökler, düzlükler ve dağların yüklenemediği, insan denilen kemâle namzet müstesna varlığın boyuna göre biçilmiş emanetlerdir. Bu emanet mükellefiyetler, dıştaki kirleri, pasları silerek cevheri ortaya çıkaran, kimin neye lâyık olduğunu meydana koyan imtihan ve deneme vasıtalarıdır. İnsan ne taş ne hayvandır, ne de melek; o, büyük kabiliyetler ihtiva eden, eşsiz meyvelerin planını saklayan bir çekirdektir. Dünya zemininde, ömür denilen mevsimler içinde, en son ilâhî dinin rahmet ve terbiyesine kendisini teslim ederse (mükellefiyetlerini yerine getirirse) melekleri kendine hayran bırakır. Aynı zeminde nefis ve şeytanın arzularına boyun eğer, onların pembe bardakta sundukları zehiri gıda zannederse özünü zayi eder, taş-toprak ve gübre arasında çürüyüp gider. İşte, insanoğlunun ferdî hayatında, haramlara riayetin de dahil bulunduğu mükellefiyetlerin böylesine önemli bir rolü vardır.Hayreddin Karaman, bu kitabında günlük hayatımızda sıkça karşılaştığımız problemleri Helal ve Haram nokta-i nazariyesinden değerlendiriyor.
Haram ve helâl mefhumu dinin özü ve şekli, dindarın Allaha kulluk nizamnâmesi ile yakından ilgilidir. Nizam fikri ile mutlak serbestlik fikri bir arada düşünülemez. Bir yerde nizam varsa mutlak hürriyeti kayıt altına alan, sınırlayan kaideler, emir ve yasaklar da var demektir. İslâm, kulun kendini ve Rabbini bilmesi, Ona kulluk edebilmesi, böylece ebedî saadete erebilmesi için Allahın lûtfettiği son din, irşad ve nizam olduğuna göre onda helâl ve haramı birbirinden ayıran sınırların bulunması tabiîdir. Bir hadîs-i şerîfte ifade buyurulan teşbihe göre, haram sınırının ötesi Allahın korusudur; o sınırı aşmak bir yana, oraya yaklaşmak bile tehlikelidir. Hemen bütün din, hukuk ve ahlâk sistemlerinde yasaklar, çirkin ve yakışıksız telakki edilen davranışlar vardır. Semâvî dinlerin sonuncusu ve en mütekâmili olan İslâm da, ferd ve cemiyet halinde insanlığın hayrına olmak üzere getirdiği mükellefiyetler manzûmesi içinde yasaklara yer vermiştir. Yasaklar menfî (yapılmaması istenen) mükellefiyetlerdir. Mükellefiyetler ise gökler, düzlükler ve dağların yüklenemediği, insan denilen kemâle namzet müstesna varlığın boyuna göre biçilmiş emanetlerdir. Bu emanet mükellefiyetler, dıştaki kirleri, pasları silerek cevheri ortaya çıkaran, kimin neye lâyık olduğunu meydana koyan imtihan ve deneme vasıtalarıdır. İnsan ne taş ne hayvandır, ne de melek; o, büyük kabiliyetler ihtiva eden, eşsiz meyvelerin planını saklayan bir çekirdektir. Dünya zemininde, ömür denilen mevsimler içinde, en son ilâhî d... tümünü göster
250 sayfa