“Bir gün bir saka giriyor içeri. Nasıl çıkacağını bilemiyor kuş. Camlara vurup vurup duruyor. Dayanamayıp çıkıyor avluya. Bir kaç cam açıyor, açılabilenleri, ulaşabildiklerini. Kuş her keresinde kapalı olan cama gidip gagayı tosluyor. Kanat çırpınışları yankılanıyor boşlukta. Daha çok ürkmesin diye yazıhaneye geri dönüyor. Sonra bir bakıyor kuş gitmiş. O yazmaya daldığı bir anda açtığı camı buluvermiş. Şimdi o mu kurtardı kuşu yoksa kuş kendi mi kurtuldu bilmiyor. Kuş kalsaydı bir içbahçe olurdu bu avlu.”
İçbahçe, bazen kocaman bir kulak, bazen kocaman bir göz, bazen de bir sağduyunun sesi...
İnsanı bir mengene gibi içine alan ruhsuz kentler, betondan kuleler, önsüz evler. Yeşilin olmadığı, rüzgârın keyifle esemediği, güneşin artık eskisi gibi kardeşçe ısıtmadığı bir dünyaya “hayır” diyor Simlâ Sunay, İçbahçe’de. Belki de en çok bir “bahçe” özlemi siniyor metinlere, bir ağrı gibi, onulmaz bir sızı gibi. Kendimize ördüğümüz hapishanelerimizde, her geçen gün doğadan ve kendimizden nasıl da kopup, bir yaprak gibi solup gittiğimizi hatırlatıyor en çok.
“Bir gün bir saka giriyor içeri. Nasıl çıkacağını bilemiyor kuş. Camlara vurup vurup duruyor. Dayanamayıp çıkıyor avluya. Bir kaç cam açıyor, açılabilenleri, ulaşabildiklerini. Kuş her keresinde kapalı olan cama gidip gagayı tosluyor. Kanat çırpınışları yankılanıyor boşlukta. Daha çok ürkmesin diye yazıhaneye geri dönüyor. Sonra bir bakıyor kuş gitmiş. O yazmaya daldığı bir anda açtığı camı buluvermiş. Şimdi o mu kurtardı kuşu yoksa kuş kendi mi kurtuldu bilmiyor. Kuş kalsaydı bir içbahçe olurdu bu avlu.”
İçbahçe, bazen kocaman bir kulak, bazen kocaman bir göz, bazen de bir sağduyunun sesi...
İnsanı bir mengene gibi içine alan ruhsuz kentler, betondan kuleler, önsüz evler. Yeşilin olmadığı, rüzgârın keyifle esemediği, güneşin artık eskisi gibi kardeşçe ısıtmadığı bir dünyaya “hayır” diyor Simlâ Sunay, İçbahçe’de. Belki de en çok bir “bahçe” özlemi siniyor metinlere, bir ağrı gibi, onulmaz bir sızı gibi. Kendimize ördüğümüz hapishanelerimizde, her geçen gün doğadan ve kendimizden nasıl da kopup, bir yaprak gibi solup gittiğimizi hatırlatıyor en çok.
Ciltsiz, 131 sayfa
2013 tarihinde, Aylak Adam tarafından yayınlandı