Onu çok uzun süredir hapseden taş kaldırılmıştı. Çiğkafa artık kolayca tırmanıyor, üstündeki mezar toprağından silkinerek kurtuluyordu, deri değiştiren bir yılan gibi. Gövdesi serbestti. Omuz genişliği bir insanınkinin iki misliydi. Yara izleriyle kaplı uzun kolları herhangi bir insanınkilerden güçlüydü. Diriliş kutlaması yapan organlarına dolan kan, onları kelebek kanatları gibi titreştiriyordu. Uzun, ölümcül parmakları ritmik hareketlerle toprağı pençeliyor, giderek güçleniyorlardı. Thomas Garrow öylece durmuş izliyordu. Huşudan başka bir şey hissetmiyordu. İnsan ancak hala sağ kalma umudu varsa korkardı: Onun böyle bir umudu yoktu. Çiğkafa onu saçlarından tuttu. Garrowun kafa derisi vücut ağırlığı yüzünden yırtılınca Çiğkafa onu dev eliyle boynundan kolayca kavrayıverdi. Çiğkafanın acımasız yüzüne baktı. Devasa bir yüzdü, dolunay gibi iri ve kehribar rengi. Çiğkafanın bir gözünden diğerine, sonra burnu olan yarığa ve nihayet, çocuksu bir dehşetle ağzına baktı. Tanrım, o ağız. Mağara gibiydi. Öyle genişti ki, açılırken o kafa ikiye ayrılıyordu sanki. Thomas Garrowun son düşüncesi bu oldu. Ayın ikiye ayrıldığı ve gökyüzünden üstüne düştüğü.
Onu çok uzun süredir hapseden taş kaldırılmıştı. Çiğkafa artık kolayca tırmanıyor, üstündeki mezar toprağından silkinerek kurtuluyordu, deri değiştiren bir yılan gibi. Gövdesi serbestti. Omuz genişliği bir insanınkinin iki misliydi. Yara izleriyle kaplı uzun kolları herhangi bir insanınkilerden güçlüydü. Diriliş kutlaması yapan organlarına dolan kan, onları kelebek kanatları gibi titreştiriyordu. Uzun, ölümcül parmakları ritmik hareketlerle toprağı pençeliyor, giderek güçleniyorlardı. Thomas Garrow öylece durmuş izliyordu. Huşudan başka bir şey hissetmiyordu. İnsan ancak hala sağ kalma umudu varsa korkardı: Onun böyle bir umudu yoktu. Çiğkafa onu saçlarından tuttu. Garrowun kafa derisi vücut ağırlığı yüzünden yırtılınca Çiğkafa onu dev eliyle boynundan kolayca kavrayıverdi. Çiğkafanın acımasız yüzüne baktı. Devasa bir yüzdü, dolunay gibi iri ve kehribar rengi. Çiğkafanın bir gözünden diğerine, sonra burnu olan yarığa ve nihayet, çocuksu bir dehşetle ağzına baktı. Tanrım, o ağız. Mağara gibiydi. Öyle genişti ki, açılırken o kafa ikiye ayrılıyordu sanki. Thomas Garrowun son düşüncesi bu oldu. Ayın ikiye ayrıldığı ve gökyüzünden üstüne düştüğü.
279 sayfa