–Sevgili’ye–
Sevgilim!
Kutlu gelişine yüz bin selam olsun, sen aydınlık içinde aydınlık, sen açıklık içinde açıklıktın. Seninle sevgiler sevgili olur, seninle muhâlimiz hâle dururdu. Mühürleri kaldırmada son idin sen, can kilitlerini açmada sonuncu, gülümsesen. Seni görenlerin güneş düşerdi gözünden, seni sevenlerin ışık yayılırdı yüzünden. Birer efsaneydi iki yanağın; hayal ile hatıra eleğim sağmalarıyla karanın ve ağın.
Sultanım!
Adına altınlar bastıran sultanlar şehirler alırdı, şimdi şehirleri düşüyor adınsız sultanların, adını gizli anıyor âşık–ı nâlanların. Kulluk prangaları çözülünce ayağımızdan, âzâd oldu zülfünün zenciri solumuzdan ve sağımızdan. Ashabının kara kerpiçte gözsüz gördüğünü, biz cilalı aynalarda yitirdik de yaptık düğünü. Tedavisinde hayat bulmuş hekime düşman hasta gibiyiz, mürebbisine kin güden çocuklara yasta gibiyiz. İnsanlık güneşe nispet zulmete döndü, balıklar suya öfkelendi, kuzgun ete döndü; bahtımız hasrete döndü.
Hasretim!
Gümüş tenli Yusuf’u arayanlar gül teninde Yusuflar ülkesine girdiler; cennet peşinde koşanlar gül cemalinde cennetlere erdiler.
“Körün elinden tutana Hak’tan yüzlerce ecir vardır!” buyurmuştun. Kıyam et, tut körlerinin elinden ve İsrafilleyin kıyametten evvel bir kıyamet kopar. Yıllar yılı kendi yatağını öpen nehirlerce ak ezeli özlemlerimizin yokuşlarına ve öğüt, yine öğüt, yine öğüt aşk tanelerimizi değirmenlerinin nakışlarına.
Övüncüm!
Ruhlarımızdan kuşluklar geçti, gün geçti... Akşam oldu, düğün geçti.. ve gece olmadan, Yesrib’in güneşi, kerem kıl, tüllenen hayallerimize bir huzme bıraksın himmetin, ve artık getirdiğin kutsal emanetin kaybolacağından korkmasın ümmetin!. Kalbimizi kaydırmadan, bize onu haşre dek bakî kılma ruhsatı ver, ve yalın unutuşların poyrazında bırakıp bizi bir başımıza, belleklerimizin tereddüt dolu zembereklerinde kıvrandırma, yeter. Gel, son kez ilk baharımız ol!. Bu mevsim güller incitilmesin, gamküsarımız ol!..
Ömrüm!
Tâhâ ve Yâsîn aşkına...
Öncesinde senin aşkın yoksa neye yarar ölüm!.
–Sevgili’ye–
Sevgilim!
Kutlu gelişine yüz bin selam olsun, sen aydınlık içinde aydınlık, sen açıklık içinde açıklıktın. Seninle sevgiler sevgili olur, seninle muhâlimiz hâle dururdu. Mühürleri kaldırmada son idin sen, can kilitlerini açmada sonuncu, gülümsesen. Seni görenlerin güneş düşerdi gözünden, seni sevenlerin ışık yayılırdı yüzünden. Birer efsaneydi iki yanağın; hayal ile hatıra eleğim sağmalarıyla karanın ve ağın.
Sultanım!
Adına altınlar bastıran sultanlar şehirler alırdı, şimdi şehirleri düşüyor adınsız sultanların, adını gizli anıyor âşık–ı nâlanların. Kulluk prangaları çözülünce ayağımızdan, âzâd oldu zülfünün zenciri solumuzdan ve sağımızdan. Ashabının kara kerpiçte gözsüz gördüğünü, biz cilalı aynalarda yitirdik de yaptık düğünü. Tedavisinde hayat bulmuş hekime düşman hasta gibiyiz, mürebbisine kin güden çocuklara yasta gibiyiz. İnsanlık güneşe nispet zulmete döndü, balıklar suya öfkelendi, kuzgun ete döndü; bahtımız hasrete döndü.
Hasretim!
Gümüş tenli Yusuf’u arayanlar gül teninde Yusuflar ülkesine girdiler; cennet peşinde koşanlar gül cemalinde cennetlere erdiler.
“Körün elinden tutana Hak’tan yüzlerce ecir vardır!” buyurmuştun. Kıyam et, tut körlerinin elinden ve İsrafilleyin kıyametten evvel bir kıyamet kopar. Yıllar yılı kendi yatağını öpen nehirlerce ak ezeli özlemlerimizin yokuşlarına ve öğüt, yine öğüt, yine öğüt aşk tanelerimizi değirmenlerinin nakışlarına.
Övüncüm!
Ruhlarımızdan kuşluklar geçti, gün geçti... Akşam oldu, düğü... tümünü göster
Karton Cilt, 144 sayfa
2007 tarihinde, Müsiad Kültür Kitaplığı tarafından yayınlandı