III. Dünya Savaşı sürerken, Amerikalı müdürler ve mühendisler, hiç insan emeği kullanmadan üretim yapmanın yollarını geliştirdiler. Bu yöntem o kadar kazançlıydı ki, savaş bittikten sonra da aynı minval üzre devam etmekte bir sakınca görmediler. Bir tek sorun vardı; o da savaş bittiğine göre artık bir işi gücü kalmayan insanlar ne yapacaktı? Herkes işsizlik sigortasından parasını alıyordu (tüketecek kimse olmazsa üretimin ne anlamı olurdu ki zaten?), sorun burada değildi. Sorun insanların yaşamak için bir amaca, kendilerini anlamlı ve gerekli hissedecekleri bir meşgaleye ihtiyaç duymalarındaydı. Yeni sistem tam da bunu esirgiyordu onlardan.
Bu şarkıyı senin şerefine çaldım, Doktor, diye bağırdı, Rudy gürültüyü bastırarak. Bitene kadar bekle. Rudy, antika enstrüman sanki en son teknoloji harikasıymış gibi davranıyor, heyecanla inip kalkan tuşların ardından seçilebilen müzik kalıplarını gösteriyordu: titremeleri, bütün tuşların akordiyon gibi hareket etmesini ve bas tuşların ağır ağır, düzenli inip kalkışlarını. Bak, şu ikisinin inip kalktığını gördün mü Doktor! Tıpkı bir adam çalıyormuş gibi. Şunlara bak!
Müzik tam beş sentlik bir eğlence sunmuş havasıyla birden sustu. Rudy hala bağırıyordu: İnsan bir tuhaf oluyor değil mi Doktor, şu tuşların inip kalktığını seyrederken? Sanki bir hayalet oturmuş yüreğini döküyor gibi.
III. Dünya Savaşı sürerken, Amerikalı müdürler ve mühendisler, hiç insan emeği kullanmadan üretim yapmanın yollarını geliştirdiler. Bu yöntem o kadar kazançlıydı ki, savaş bittikten sonra da aynı minval üzre devam etmekte bir sakınca görmediler. Bir tek sorun vardı; o da savaş bittiğine göre artık bir işi gücü kalmayan insanlar ne yapacaktı? Herkes işsizlik sigortasından parasını alıyordu (tüketecek kimse olmazsa üretimin ne anlamı olurdu ki zaten?), sorun burada değildi. Sorun insanların yaşamak için bir amaca, kendilerini anlamlı ve gerekli hissedecekleri bir meşgaleye ihtiyaç duymalarındaydı. Yeni sistem tam da bunu esirgiyordu onlardan.
Bu şarkıyı senin şerefine çaldım, Doktor, diye bağırdı, Rudy gürültüyü bastırarak. Bitene kadar bekle. Rudy, antika enstrüman sanki en son teknoloji harikasıymış gibi davranıyor, heyecanla inip kalkan tuşların ardından seçilebilen müzik kalıplarını gösteriyordu: titremeleri, bütün tuşların akordiyon gibi hareket etmesini ve bas tuşların ağır ağır, düzenli inip kalkışlarını. Bak, şu ikisinin inip kalktığını gördün mü Doktor! Tıpkı bir adam çalıyormuş gibi. Şunlara bak!
Müzik tam beş sentlik bir eğlence sunmuş havasıyla birden sustu. Rudy hala bağırıyordu: İnsan bir tuhaf oluyor değil mi Doktor, şu tuşların inip kalktığını seyrederken? Sanki bir hayalet oturmuş yüreğini döküyor gibi.
Otomatik Piyano Kurt Vonnegut'ın ilk romanı olmasına rağmen son derece başarılı. 1952 yılında, henüz 30 yaşındayken yazdığı bu romanda Vonnegut ne kadar iyi bir yazar olduğunu fazlasıyla kanıtlıyor.
Kurgusu, dili ve ana karakterleriyle çarpıcı bir roman.
Vonnegut, bilim kurgunun geleneksel kaygılarından oldukça uzak bir yazar. Otomatik Portakal da bilinmeyen bir gelecekte yaşanan olayları anlatmasına rağmen, sanki 1950'lerin Amerikasını anlatır gibi. Romanda tartışma konusu olan "ileri teknoloji" hiç de ileri değil. Pek çok makine elektronik olmaktan ziyade mekanik. Olayların geçtiği Amerika ise geleceğin değil, 1950'lerin Amerikası. Bu anlamda Vonnegut sanki bilim kurguyu, yaşadığı çağa yönelik bir eleştiri yapmak için sadece bir araç olarak kullanıyor gibi. (Nitekim daha sonraki romanlarında, her zaman küçük bir doz olarak bilim kurgusal unsurlar kullansa da, bilim kurgudan gitgide uzaklaştı.)
Otomatik Portakal pek çok ilginç fikirle dolu, güzel bir roman.
Otomasyon ve makineleşmenin 3. Dünya Savaşı esnasında sıradan emekçi insanı gereksizleştireceği, gücün ve iktidarın makineleri tasarlayıp kontrol eden bir avuç IQ'su yüksek elit tabakanın elinde toplanacağı, sıradan insan için hayatın anlam yitimine uğrayacağı öngörüsü eşliğinde, sağlam bir roman örgüsü... sıkı edebi pasajlarla süslü bir kara ütopya.
Kurt Vonnegut, başka bir yerde ana kurguyu Aldous Huxley'in Cesur Yeni Dünya'sından esinlenerek oluşturduğunu, aslında onun da Yevgeny Zamyatin'in Biz isimli eserinden esinlendiğini belirtmiş.
Karton Cilt, 1. baskı, 320 sayfa
Mayıs1997 tarihinde, Metis Yayınları tarafından yayınlandı