“Sen,” dedi Parla, “bir balina var, ona benziyorsun.”
Onun hakkında düşündüğüm onca güzel şeye karşın beni bir balinaya benzetmiş olmasına darılmıştım.
“Bu çelimsiz hâlimle mi?” diye sordum imalı.
“Elbette görünüş olarak demiyorum. Yalnızlık olarak…”
Sonra o balinayı anlattı bana. Erkek balinalar şarkı söyleyerek eş ararlarmış. Bunu da dişi balinaların duyma eşiği olan 12-25 hertz aralığında yaparlarmış. Ancak bir erkek balina keşfetmiş denizbilimciler, şarkısını 52 hertz gücünde söylüyormuş bu balina.
“Yazık, değil mi?” dedi, “Daha gür söylerse daha çok duyulur sanıyor.”
Kafamla onayladım.
Hâliyle hiçbir dişi balina duyamıyormuş bu şarkıyı. Zavallı balina, şarkısını 33 yıldır tek başına, şu an bile söylemeye devam ediyormuş. Ona “dünyanın en yalnız balinası” adını vermişler.
“Demek beni ona benzettin, öyle mi?” diye sordum Parla'ya.
“Evet, senin de bir şarkın var kimsenin duymadığı. Ama...” diye ekledi, “Ben duydum işte!”
“Sen,” dedi Parla, “bir balina var, ona benziyorsun.”
Onun hakkında düşündüğüm onca güzel şeye karşın beni bir balinaya benzetmiş olmasına darılmıştım.
“Bu çelimsiz hâlimle mi?” diye sordum imalı.
“Elbette görünüş olarak demiyorum. Yalnızlık olarak…”
Sonra o balinayı anlattı bana. Erkek balinalar şarkı söyleyerek eş ararlarmış. Bunu da dişi balinaların duyma eşiği olan 12-25 hertz aralığında yaparlarmış. Ancak bir erkek balina keşfetmiş denizbilimciler, şarkısını 52 hertz gücünde söylüyormuş bu balina.
“Yazık, değil mi?” dedi, “Daha gür söylerse daha çok duyulur sanıyor.”
Kafamla onayladım.
Hâliyle hiçbir dişi balina duyamıyormuş bu şarkıyı. Zavallı balina, şarkısını 33 yıldır tek başına, şu an bile söylemeye devam ediyormuş. Ona “dünyanın en yalnız balinası” adını vermişler.
“Demek beni ona benzettin, öyle mi?” diye sordum Parla'ya.
“Evet, senin de bir şarkın var kimsenin duymadığı. Ama...” diye ekledi, “Ben duydum işte!”
Gereksiz bir kitaptı. Yazar kendince beyin fırtınası yapmaya çalışmış ama sonuçsuz kalmış.
http://dilarabook.blogspot.com.tr/2017/08/parla-tunc-ilkman-kitap-yorumu.html
Parla ile Tunç İlkman'ın kalemiyle tanışma şansı buldum.
Beni bilirsiniz yorumlarımda neredeyse her zaman konu hakkında kendimce birkaç şey yazarım ama bu kitapta bunu yapamıyorum. Çünkü kitapta hiçbir şey göründüğü gibi değil, en ufak bir söz bile sürprizi kaçırabilir.
Ne olacak diye beklediğim sahneler birden bire tersine dönerek bambaşka bir dünyanın kapılarını araladılar çünkü.
Güney, Parla, Sümer ve Luna. Her biri kusursuz olmayan, hatalar yapan, bazen de onlara çok kızabileceğiniz karakterler. Bencillikleri, yalanları, takıntıları ve en önemlisi sevgi olduklarını düşündükleri şey için ne yaptıklarını okuyoruz.
Kitap öyle bir yerde başlayıp öyle bir yerde son buldu ki bittiği zaman etkisinden birkaç saniye çıkamadım. Başlarda Güney öyle bir karakterdi ki, bu adam suçlandığı şeyi nasıl yaptı neden yaptı diye düşündü durdum. Sonra olay çok başka yerlere gitti.
Yazarın kalemini oldukça beğendim başlarda hafif bir ısınamamıştım ama kitabı okudukça o his kayboldu. Yorumlarda verilen alıntılardan dolayı bende birkaç kişi gibi klişe bir konu bekliyordum biraz da ama sizi temin edebilirim öyle olmadığına.
Kısa bir kitap olmasına rağmen içinde dünyaları barındırıyor diyebilirim. O sonu için bile alıp okuyabilir ve benim gibi kitabın bittiğinin farkına bile varamayabilirsiniz.
|
"Birini arzulamak kötü mü sence?" Diye ısrar ettim.
"Hayır, neden öyle olsun ki..."
"Her halükarda mı?"
"Her halükarda."
"Arzuladığım bana ait olmadığında bile mi?" Dedim, kalbimi güçlükle sakinleştirerek.
"İnsan," dedi, "kendine ait olanı neden arzulasın ki?"
Ve bu sohbeti yaptığı kişi kitapta en nefret ettiğim karakter oldu. Evet kitapta kimse masum değil, ama bu kişiye diyecek söz bulamıyorum.
Olimpos tarafından yayınlandı