Sosyoloji her şeyden önce toplumun kendi sorunları ve kimliği üzerinde bir bilinçlenmedir. Bu bilinçlenme toplumun kendi tarihi ve coğrafyası üzerinde gerçekleşmektedir. Sosyolojimiz uzun zamandır Türk toplum ve tarihini dünya tarihini belirleyen Doğu-Batı çatışması temelinde değerlendirmektedir. Doğu ve Batı denildiğinde, bu terimler karşıt iki yön adı olmanın ötesinde belli uygarlıklarla ilişkili olarak farklı anlamlar kazanmaktadır. Gündelik dilde kullandığımız kıta adları bile, fiziki ortam ve koşullar itibariyle az çok eşdeğer özellikler taşıyan kara parçalarını ifade etmenin ötesinde tarihsel, kültürel, siyasal anlamlarla yüklüdür. "Batılılaşmak" veya "Avrupalılaşmak"tan söz edildiğinde bile bu terimler yalın coğrafi anlamlarının ötesine geçen bambaşka anlamlar kazanmaktadır. En azından bu terimlerle bizim farklı olduğumuz yargısı dile getirilmekte ve karşımıza bir ''Batı Sorunu'' konulmaktadır. ''Batılılaşma'' yolunda gösterdiğimiz onca çabaya rağmen iki yüz yıldır başarılı olamadığımız da göz önünde tutulduğunda, sıklıkla kullandığımız bu terimlerin salt coğrafi bir anlam barındırmadığı kuşkusuzdur. (...) Sosyoloji ve Coğrafya kitabından çıkaracağımız ilk sonuç Türk toplum tarihinin ve coğrafyasının zenginliğidir. Bu durum Türkiye'ye belli görev ve sorumluluklar yüklemektedir. Türkiye'nin konum ve önemi Doğu-Batı ilişkilerinin dışında değildir. Tarihsel süreçte Türk toplumunda ve Türklerin etkili olduğu coğrafyada çok önemli değişikliklere tanık olmaktayız. Türkler Orta Asya'da İpek Yolu üzerinde Doğu-Batı ilişkilerindeki "aracı" rol ve konumundan, Osmanlı ile "öncü" konumuna geçmişlerdir. Hiçbir dönemde tarih dışına düşmemişlerdir. Türkiye'nin son iki yüzyıllık deneyimi de, Batıcılaşma serüvenine rağmen dünya tarihinin biçimlenmesine katkı sağlamıştır. XX. Yüzyılda Orta Asya Türkleri de yine Batı ile ilişkili bir başka deneyimin (70 yıllık sosyalizm) ortağı olmuşlardır. Müslüman Arap dünyası ile ilişkilerimiz her iki deneyimin de etkisiyle sınırlanmış olsa bile Türkler bu dünyanın da dışında değillerdir. Türk tarihinde yaşanan temel değişiklik Doğu-Batı ilişkileri içinde ortaya çıkmaktadır. Batıcılaşma da bu çerçevede rolümüzün değişmesidir. Ama coğrafyamız değişmiş değildir. Bugünkü sorunlarımızın çözümü de yine Doğu-Batı ilişkilerinde yeni bir rolün üstlenilmesiyle gerçekleşebilir. Kendi içimize kapanarak veya Doğu-Batı ilişkileri dışına düşerek değil.
Ertan Eğribel-Ufuk Özcan
Sosyoloji her şeyden önce toplumun kendi sorunları ve kimliği üzerinde bir bilinçlenmedir. Bu bilinçlenme toplumun kendi tarihi ve coğrafyası üzerinde gerçekleşmektedir. Sosyolojimiz uzun zamandır Türk toplum ve tarihini dünya tarihini belirleyen Doğu-Batı çatışması temelinde değerlendirmektedir. Doğu ve Batı denildiğinde, bu terimler karşıt iki yön adı olmanın ötesinde belli uygarlıklarla ilişkili olarak farklı anlamlar kazanmaktadır. Gündelik dilde kullandığımız kıta adları bile, fiziki ortam ve koşullar itibariyle az çok eşdeğer özellikler taşıyan kara parçalarını ifade etmenin ötesinde tarihsel, kültürel, siyasal anlamlarla yüklüdür. "Batılılaşmak" veya "Avrupalılaşmak"tan söz edildiğinde bile bu terimler yalın coğrafi anlamlarının ötesine geçen bambaşka anlamlar kazanmaktadır. En azından bu terimlerle bizim farklı olduğumuz yargısı dile getirilmekte ve karşımıza bir ''Batı Sorunu'' konulmaktadır. ''Batılılaşma'' yolunda gösterdiğimiz onca çabaya rağmen iki yüz yıldır başarılı olamadığımız da göz önünde tutulduğunda, sıklıkla kullandığımız bu terimlerin salt coğrafi bir anlam barındırmadığı kuşkusuzdur. (...) Sosyoloji ve Coğrafya kitabından çıkaracağımız ilk sonuç Türk toplum tarihinin ve coğrafyasının zenginliğidir. Bu durum Türkiye'ye belli görev ve sorumluluklar yüklemektedir. Türkiye'nin konum ve önemi Doğu-Batı ilişkilerinin dışında değildir. Tarihsel süreçte Türk toplumunda ve Türklerin etkili ol... tümünü göster
Karton Cilt, 1019 sayfa
2006 tarihinde, Kızılelma Yayıncılık tarafından yayınlandı