Başarılı bir kurgu, ilginç bir konu, akıcı bir anlatım.
ABD-Washington DC’den Türkiye’nin doğusuna, oradan Basra Körfezi’ne uzanan bir coğrafyada, iyi canlandırılmış roman kişileriyle okura heyecanlı, renkli, gerilim dolu bir macera yaşatıyor bu roman.
“Bu inanca sahip olanlar, insan odaklı düşünmezler tabiatı. Her şeyin bir nimet olduğu, insan için yaratıldığı düşüncesi yoktur bu inançta. Koyunlar, insanların sofralarına pirzola olsun diye dünyaya getirmezler kuzularını. İneklerin insanlara süt sağlamak gibi bir derdi, katırların, develerin yük taşıma gibi bir hevesi yoktur. Kiraz ağacının tabaklara meze yetiştirmek değildir hedefi. Ancak bu, insanın ihtiyaçlarını tabiattan karşılamaması gerektiği anlamına da gelmez. Dengesi bozulmadan yararlanılmalıdır ondan. Hayvanların ve bitkilerin de amacı, aynı insanlar gibi üremek, soylarını devam ettirmektir. İnsanın ihtiyacından fazlasını tabiattan almaması gerektiğine, bu bilinci yitiren her insanın zamanla ruhunu kaybedeceğine ve hastalıklı bir kişiliğe dönüşeceğine inanılır. İnsanların bir ruhu varsa eğer, çiçeklerin, atların, köpeklerin, fillerin, kaplumbağaların ve tabiattaki her şeyin de az ya da çok bir ruhu vardır çünkü.” (syf, 181)
"Eski Türklerde kadın çok saygıdeğerdi ve her zaman hayatın her alanında erkeklerle yan yanaydı. Konar- göçer ve köylü erkeklerin en zengin olanının bile birden fazla eşleri, haremleri olmadı. Onlar hiçbir zaman Araplar gibi, kölelik ve cariyelik kurumunu benimsemediler. İbadetlerini, eğlencelerini ve matemlerini, kadın erkek hep beraber yaptılar. Hatta erkekler gibi savaşçı kadınları, komutanları vardı onların." (syf, 129)
Amerika'da masonların müzesinde gördüğü çift başlı kartalın izini sürerken kendini Anadolu'da Fırat kıyısında bulan bir genç... Kaybolan insanların sırrını çözmeye çalışan cinayet masası dedektifleri... Dinler tarihinin, mitolojik efsanelerin içinde gizemli, tehlikeli bir yolculuk...
Washington DC'den başlayıp Erzurum'a, oradan Fırat Nehri boyunca Babil'e, Basra Körfezi'ne kadar uzanan gizemli ve sürükleyici bir serüven anlatıyor yazar Kutsal Topaloğlu. Anlatırken de çift başlı kartal, hayat ağacı gibi sembollerin izini sürüyor, binlerce yıllık tarihe dayanan ve bugün de hayatımızın içinde karşılığı olan ilginç bilgiler veriyor. Gözümüzün önünde olduğu halde üzerinde pek düşünmediğimiz, şaşırtıcı ve aynı zamanda "sabun köpüğü" olmayan, araştırmaya dayalı bilgiler bunlar.
Başarılı bir kurgu, ilginç bir konu, akıcı bir anlatım.
ABD-Washington DC’den Türkiye’nin doğusuna, oradan Basra Körfezi’ne uzanan bir coğrafyada, iyi canlandırılmış roman kişileriyle okura heyecanlı, renkli, gerilim dolu bir macera yaşatıyor bu roman.
“Bu inanca sahip olanlar, insan odaklı düşünmezler tabiatı. Her şeyin bir nimet olduğu, insan için yaratıldığı düşüncesi yoktur bu inançta. Koyunlar, insanların sofralarına pirzola olsun diye dünyaya getirmezler kuzularını. İneklerin insanlara süt sağlamak gibi bir derdi, katırların, develerin yük taşıma gibi bir hevesi yoktur. Kiraz ağacının tabaklara meze yetiştirmek değildir hedefi. Ancak bu, insanın ihtiyaçlarını tabiattan karşılamaması gerektiği anlamına da gelmez. Dengesi bozulmadan yararlanılmalıdır ondan. Hayvanların ve bitkilerin de amacı, aynı insanlar gibi üremek, soylarını devam ettirmektir. İnsanın ihtiyacından fazlasını tabiattan almaması gerektiğine, bu bilinci yitiren her insanın zamanla ruhunu kaybedeceğine ve hastalıklı bir kişiliğe dönüşeceğine inanılır. İnsanların bir ruhu varsa eğer, çiçeklerin, atların, köpeklerin, fillerin, kaplumbağaların ve tabiattaki her şeyin de az ya da çok bir ruhu vardır çünkü.” (syf, 181)
"Eski Türklerde kadın çok saygıdeğerdi ve her zaman hayatın her alanında erkeklerle yan yanaydı. Konar- göçer ve köylü erkeklerin en zengin olanının bile birden fazla eşleri, haremleri olmadı. Onlar hiçbir zaman Araplar gibi, kölelik ve cariyelik kurumunu benimsemediler. İbadetlerini,... tümünü göster
Ciltsiz, 422 sayfa
2017 tarihinde, Bilgi tarafından yayınlandı