Yazılar, Nazım Hikmetin çok yönlü yazar kişiliğini farklı bir boyutta sunuyor: Orhan Selim imzalı Akşam yazılarında İstanbulun bugün bile diriliğini koruyan temel sorunlarını irdelerken kendi adıyla ve çeşitli takma adlarla ırkçılığın tarihçesinden çağının sanatına, kültürüne, dış politikasına ve kendi serüvenli yaşamına geniş bir yelpazeden dünyayı kuşatıyor...Nazım Hikmet Külliyatının düşün damarı... TADIMLIKHacerden Aldığım MektupGeçen günkü gazetede devlet hastanesindeki hastabakıcıların kayıtsızlığını yazıyordunuz. Ben kendi başımdan geçeni size yazayım. Ben de vaz-i haml için Haydarpaşa Numune Hastanesine gittim. Doğumdan evvel doktor beni muntazam muayene etmişti. Doğum için gittiğim gün de, baktı, ebeye :--- Bunun daha çok vakti var, ben İstanbula gidiyorum, dedi ve çıktı gitti. Doktorun gittiğinden beş saat sonra doğurdum. Çocuğum ters geldi. Ayaktan. Doktorsuz beni doğurtuncaya kadar ebenin canı burnundan geldi. Ben de ecel terleri döktüm. Çocuğum on altı saat kadar nefessiz yaşadı ve öldü.Dert bu kadar değil... Bundan sonra bir de bakım meselesi var. Hastabakıcı, hastaya tepe gözüyle bakıyor. Hasta buraya düştükten sonra esircinin karşısında elpençe divan duran eski halayık vaziyetinde, en azaplı, en ıstıraplı dakikalarda hastabakıcının şefkatli himayesinden vazgeçtik, borcu olan vazifeyi dahi yapmaz. Hele hastabakıcıyı kızdırmaya görün. Seni şimdi taburcu ederim der, ve eder de!Koğuşta Trabzondan gelmiş bir hasta vardı. Karnından ameliyat olacaktı. Doktora dedi ki, Benim midem sancıyor, siz karnıma ameliyat yapacaksınız, bu midemi iyi eder mi ki?!.. Doktor kızdı, Madem ki bize inanmıyorsun, git, istediğin yerde ameliyat ol! diye, kadını taburcu etti. Hepimiz, bütün hastalar kadını gözyaşlarıyla uğurladık.Diğer bir kadın karnından ameliyat olmuştu. Daha dikişleri üstünde. Bir ihtiyaç için hastabakıcıyı iki saat çağırdı, ne gelen, ne giden... Kadın kalktı sürüne sürüne helaya kadar gitti, orada düşmüş bayılmış. Hastabakıcılar o zaman geldi, kadını bin müşkülatla ayılttılar.Yemekler hastaya faydasız, hele devlete baştan başa ziyan. Sütlü su getirirler, kimse içmez; makarnayı, diğer yemekleri buz gibi yağları donmuş verirler, kimse yemez, dökülür. Ekmekleri bayat, kupkuru getirirler, somunlarla ekmek çöpe gider. Orası, ne diyeyim, bir âlem. Hastaların kimisi şarkı söyler, kimisi ağlar, inler. İyileşmiş hastalar rakseder. Ne soran, ne arayan! Bunlara bir şey demezler de hasta pamuk istese hastabakıcı ateş püskürür... Devlet hastanesine girerken etim kemiğim sizin, canım benim olsun duasıyla girip çıkmak lazım. Fukara halkın bu hastaneler için yüreği doludur. Bunu deştiğiniz için size teşekkür ederim, başınızı sıkmasam daha çok anlatacaklarım var.Hacer ArslanHakiki bir vaka üzerinde konuşuyoruz. Devlet hastanesinde hastalara angarya bakıldığını, Hacerin vakasıyla, anlattıklarıyla ve etraftan yaptığımız tahkikatla öğreniyoruz. Hacer, muayene için doğumdan evvel hastaneye gitmiş; doktor dikkatle muayene etmiş olsaydı, çocuğun ters geldiğini anlar, bunu doğumdan evvel çevirebilirdi. Ebe, kanunen ters gelen bir çocuğu doğurtmak hakkına sahip değildir. Mutlak ve muhakkak surette bir doktorun yardımını temine mecburdur. Bu fenni ihmal yüzünden Hacerin çocuğu ziyan oldu. Devlet hastanesinde, Parasız hasta değil mi, fazlasını ne ister? zihniyeti hâkim oldukça, çocuk da, ana da ziyan olur.Bu defa da şunu tebarüz ettirmek lazım : Devlet hastanesi, halkın evi demektir. Ne hasta bir kul, ne hastabakıcı bir diktatördür. Hasta devletin himayesine sığınmış bir evladı, hastabakıcı ve doktor devletin memurudurlar. Hastabakıcı her şeyden evvel, her şeyden yüksek insani bir vazife taşır. Hatta beyaz gömlekli hastabakıcıya çok insani bir vazife yaptığı için hürmet ve minnetle bakarız.Devlet hastanesi, hususi hastanelere nümune olmak mevkiindedir. İçtimai rejimi devletçilik olan Türkiyede, devletin yaptığı müesseseler her sahada hususilere bir nümune oluyor. Devlet hastanelerini de bu insani, ve devletin kendilerine tahmil ettiği vazifeyi ifaya çağırıyoruz...[Adsız Yazıcı / Tan, 9.5.1937]Vaz-i haml : doğurma; Tahmil : yükleme; İfa : yapma, yerine getir me.
Yazılar, Nazım Hikmetin çok yönlü yazar kişiliğini farklı bir boyutta sunuyor: Orhan Selim imzalı Akşam yazılarında İstanbulun bugün bile diriliğini koruyan temel sorunlarını irdelerken kendi adıyla ve çeşitli takma adlarla ırkçılığın tarihçesinden çağının sanatına, kültürüne, dış politikasına ve kendi serüvenli yaşamına geniş bir yelpazeden dünyayı kuşatıyor...Nazım Hikmet Külliyatının düşün damarı... TADIMLIKHacerden Aldığım MektupGeçen günkü gazetede devlet hastanesindeki hastabakıcıların kayıtsızlığını yazıyordunuz. Ben kendi başımdan geçeni size yazayım. Ben de vaz-i haml için Haydarpaşa Numune Hastanesine gittim. Doğumdan evvel doktor beni muntazam muayene etmişti. Doğum için gittiğim gün de, baktı, ebeye :--- Bunun daha çok vakti var, ben İstanbula gidiyorum, dedi ve çıktı gitti. Doktorun gittiğinden beş saat sonra doğurdum. Çocuğum ters geldi. Ayaktan. Doktorsuz beni doğurtuncaya kadar ebenin canı burnundan geldi. Ben de ecel terleri döktüm. Çocuğum on altı saat kadar nefessiz yaşadı ve öldü.Dert bu kadar değil... Bundan sonra bir de bakım meselesi var. Hastabakıcı, hastaya tepe gözüyle bakıyor. Hasta buraya düştükten sonra esircinin karşısında elpençe divan duran eski halayık vaziyetinde, en azaplı, en ıstıraplı dakikalarda hastabakıcının şefkatli himayesinden vazgeçtik, borcu olan vazifeyi dahi yapmaz. Hele hastabakıcıyı kızdırmaya görün. Seni şimdi taburcu ederim der, ve eder de!Koğuşta Trabzondan gelmiş bir hasta vardı. Karnından ameliyat olacaktı. Doktora ded... tümünü göster