Büyük camlı kapıların arkasından bir süre dışarıyı seyrettikten sonra, kapının yanındaki plastik terlikleri ayağına geçirerek, koltuğun üzerinde duran, el örgüsü yün battaniyeye sarınıp bahçeye çıktı. Güzel bir sonbahar günüydü. Yılbaşına iki hafta kalmış olmasına rağmen hala kış gelmemişti istanbula. Oraya İstanbul denilebilirse tabii? Anadolu yakasında, şehir dışında, yeni yapılmış sitelerden birinde, bahçe içinde bir evde oturuyorlardı. Bir sene önce taşınmışlardı oraya. Her köşesiyle uğraşmış, nihayet emeğinin karşılığını görmüştü. Çuha çiçeklerine baktı. Bu evde de kızından anılar vardı artık. Bu çiçekleri on gün önce birlikte ekmişlerdi- Ufuk sevmişti renklerini. Sadece sarı ye beyaz. Gidinceye kadar her gün sulayıp, kuruyan yapraklarını temizlemişti. Onun, elinde bahçe eldivenleri, arada uzun saçların kendine has bir hareketle geriye atarak, harıl harıl, hevesle çalışması ,hala oradaymış gibi gözünün önündeydi. Bana çekmiş, diye düşündü, toprakla uğraşmaktan hoşlanıyor.Yürekleri Yıkamak bir kadının, hayatının en huzurlu evresine ulaştığını sandığı bir dönemde, arka arkaya aldığı beklenmedik darbeler karşısında geçirdiği sarsıntıları, gel gitleri, yirminci yüzyılın başlarına kadar uzanan bir roman ağı içersinde, sürükleyici bir dile anlatırken, bir yandan çağımızın kadın erkek ilişkilerini, bir yandan da, Dünya gündeminin en önemli konularından biri haline gelen Türk, Ermeni meselesini sorguluyor. Ve bu arada, aktllardaki pek çok soruyu, yaptığı ciddi araştırmalara dayanarak, son derece anlaşılır bir dille yanıtlamaya çalışıyor.Handan Topçuoğlu, çocukluğunu Balıkesirde, İlk gençliğini İstanbulda geçirmiş, İki sene Kadıköy Kız Lisesinde, bir sene de Ankara Kız Lisesinde Okuduktan sonra AÜ. Siyasal Bilgiler Fakültesinden mezun olmuştur. Ankarada beş yıllık çalışma hayatından sonra, 1981 yılından beri İstanbulda yaşamaktadır. Yürekleri Yıkamak yazarın ikinci kitabıdır.
Büyük camlı kapıların arkasından bir süre dışarıyı seyrettikten sonra, kapının yanındaki plastik terlikleri ayağına geçirerek, koltuğun üzerinde duran, el örgüsü yün battaniyeye sarınıp bahçeye çıktı. Güzel bir sonbahar günüydü. Yılbaşına iki hafta kalmış olmasına rağmen hala kış gelmemişti istanbula. Oraya İstanbul denilebilirse tabii? Anadolu yakasında, şehir dışında, yeni yapılmış sitelerden birinde, bahçe içinde bir evde oturuyorlardı. Bir sene önce taşınmışlardı oraya. Her köşesiyle uğraşmış, nihayet emeğinin karşılığını görmüştü. Çuha çiçeklerine baktı. Bu evde de kızından anılar vardı artık. Bu çiçekleri on gün önce birlikte ekmişlerdi- Ufuk sevmişti renklerini. Sadece sarı ye beyaz. Gidinceye kadar her gün sulayıp, kuruyan yapraklarını temizlemişti. Onun, elinde bahçe eldivenleri, arada uzun saçların kendine has bir hareketle geriye atarak, harıl harıl, hevesle çalışması ,hala oradaymış gibi gözünün önündeydi. Bana çekmiş, diye düşündü, toprakla uğraşmaktan hoşlanıyor.Yürekleri Yıkamak bir kadının, hayatının en huzurlu evresine ulaştığını sandığı bir dönemde, arka arkaya aldığı beklenmedik darbeler karşısında geçirdiği sarsıntıları, gel gitleri, yirminci yüzyılın başlarına kadar uzanan bir roman ağı içersinde, sürükleyici bir dile anlatırken, bir yandan çağımızın kadın erkek ilişkilerini, bir yandan da, Dünya gündeminin en önemli konularından biri haline gelen Türk, Ermeni meselesini sorguluyor. Ve bu arada, aktllardaki pek çok soruyu, yaptığı ciddi araştırmalara daya... tümünü göster