Tanıtım yazısında belirtildiği gibi, noktalama işaretinin hiç kullanılmadığı, içerik olarak da okunması zor bir metin. Genelde okumalarımda çok hafif enstrümental müzik dinlememe rağmen bu eseri mutlak bir sessizlik içinde okudum! İnsan varoluşunun özünü, Tanrı'yı, ölümü sorgulayan eser , Pim'den önce, Pim ile birlikte ve Pim'den sonra olmak üzere üç bölüme ayrılmış. Pim'i,anlatıcı olmasına rağmen, adeta kendi varoluşuna yabancılaşıp ('alienation' terimini kullanmak yerinde olur sanıyorum) olan biteni dışarıdan izleyen bir göz olarak algıladım okurken. Yer yer mizahi bir dilin kullanıldığı, düz yazıdan çok bir şiir tarzına sahip eser... Beckett'in devamlı olarak kullandığı 'çamur' metaforu hayatı (Pim'e göre hiçliği) tanımlıyor: "...yüz çamurun içinde ağız açık çamur ağza doluyor susuzluk kayboluyor insanlığa dönülüyor yeniden"... Samuel Beckett'in edebi dehasına bir kez daha hayran olmadan edemiyor insan...
"sonra elveda demeden gideceksin temelli bu devir devirler kapanacak böylece ya da tükenen sen olacaksın yanlızca..."
İmgelerin dolup taştığı Beckett romanı. Herhangi bir konu birliği, noktalama işaretleri barındırmayan, tekrarlamaların ağırlıkta olduğu romanda özellikle; çamur ve çuval imgelerinin taşıdığı metaforların neler olabileceğini keşfetmek adına kendimi pek zorlasam da Beckett tarafından yer yer çuvallanışım nedeniyle net hiç bir şey söyleyemiyorum.
Romanın tekrarlayan işleyişinde, yaşam koşullarının çetin mücadelesine yapılan atıflar olduğu kadar, anıların ve ölümün de geçmiş ve geleceğe yönelik bir anıştırma olduğunu ifade edebiliriz.
Pim'den önce pim ile birlikte ve pim'den sonra bölümleri aslında ölüm ve yaşamın çizgilerini belirleyen hususlar gibi görünmekte. Anlatıcı olduğu rivayet edilen Pim, anlatıcı olmaktan ziyade anlatıcının teneffüs ettiği yaşamın ta kendisi olması muhtemel.
Özet geçmem gerekirse; varlık, hiçin üzerindeki solgun bir lekedir.
Peki, acaba nasıl?