Yekta Kopan'ın öykülerini severim. Ama bu romanına, daha doğrusu roman karakterlerine ısınamadım. Çok yapay, yüzeysel geldiler bana. Otuz küsür yaşında olup bunalımda bir ergen görüntüsü sergileyen Müzeyyen ve onun temellendirilmemiş kötülüğü zorlama geldi. Okunmasa da olur bir kitap.
Yekta Kopan kesinlikle kısa kısa öykü yazmalı.
Ben öykü kitaplarını daha çok seviyorum.
Kitabın karakteri Müzeyyen'i pek sevemedim. Belki bu yüzden kitabı da sevemedim. Bence Müzeyyen fazla keskin düşünce ve karaktere sahip biriydi. Daha çok her şeyi içinde yaşayan ve dışarı hiçbirini yansıtmayan biri gibi geldi bana. Yani sadece hayalde olan bir kişi gibiydi.
Müzeyyen karakteri başta olmak üzere hiçbir karakteri gözünüzde canlandıramıyorsunuz. Bazı yazarlar karşı cinsi yeteri kadar güzel betimleyip okuyucuya hissettiremiyorlar. Aynı sorun Ahmet Ümitte de var bence, o da kadın karakterleri testesterondan arındıramayanlardan. Bu yüzden hiçbir karaktere ısınamadım çünkü birbirlerinden farkı yoktu.
İki kardeşin arasındaki olayın mantıklı bir çerçevesi yok.
İçerik itibariyle çok genç okuyuculara hitap etmiyor. (İntihar etmeyi isteyen baba, küfür eden ‘’kız kardeşler’’, ilk cinsellik deneyimleri vs)
‘’Hay ben böyle… ‘’ifadesinin tekrarı beni sıktı. Okurken zevk almadım.
Kopan’ın da dediği gibi ‘’Pentimento. Hep pentimento…’’
"Ağaç değil onun adı; zeytin, çınar, elma, kavak... Kuş değil onun adı; güvercin, serçe, karga, saka... İnsan değil bizim adımız; yalancı, katil, ikiyüzlü, rezil."